BEYEFENDİ, Güneydoğu turuna çıktı. İlk durağı Diyarbakır’da coşkuyla karşılandı.
Orada otobüsün üstüne çıktı konuştu.
Kendisinden önce aynı otobüsün aynı mikrofonuyla konuşan kişi, arkasını PKK’ya yaslayanların başıydı. “Eş Başı” diyelim. Malûm, bunlarda çift başlılık geleneği var.
Ne demişti Eş Başkan, bir bakalım.
“Çok iyi bilsinler ki Seyid Rıza ne yaptıysa, Şeyh Said ne yaptıysa Mazlumlar, Denizler, Sakineler ne yaptıysa Kürt halkı, Türkiye halkları da onların yaptığını yapacaktır. Ne onların kayyımı ne zulüm politikaları ne yalanları ne hileleri bizlere diz çöktürmeyeceklerdir.”
Ne yapmıştı o saydığı kişiler?
Çay, kahve mi yapmışlardı? Çorba, kebap yahut çiğköfte mi?
Değil tabii ki.
İsyan, ayaklanma, terör örgütü kurma ve icraata geçirmeyle bilinen isimler bunlar.
O isimlerin arasına Denizler’i de karıştırmıştı ama orasını pek ciddiye alan olmadı. Zaten eğreti duruyordu.
Üstünde durmaya gerek yok. Esas konuya bakalım.
İsyana kalkışmak, ne demek?
Ayaklanma başlatmak, ne demek?
Terör örgütü kurmak, ne demek?
Tek cümlede kullanıp bir çırpıda söyleyiverince kavramlar zayıflamış gibi görünebilir.
Tek tek düşününce, her birini daha iyi anlamak mümkün.
Aile içinde hoşlanmadığı bir eylemle karşılaşınca, büyüklere isyan etmekten bahsetmiyoruz. Devlete isyan etmek, kastedilen.
Ayaklanma deyince masa yahut iskemlenin ayaklarını çakmak, sağlamlaştırmak gelmiyor aklımıza. Devletin düzenine karşı silahlı ayaklanmayı anlıyoruz.
Ülkeyi bölmeyi, parçalamayı anlıyoruz.
Terör eylemlerinden bahsedince de neyin kast edildiğini artık çocuklar da biliyor. Çünkü onlar da yok yere ölebiliyorlar. Kendi yaşıtlarının bir bomba patlamasıyla havaya uçtuğunu görebiliyorlar.
İşte böylesine sert, ahmakça bir konuşmayı dinledi millet.
Ekranlarda döndü durdu, gazetelerde satır satır işlendi.
Halkı açıkça isyana, ayaklanmaya ve teröre çağırıyordu “Eş Başkan” dedikleri kişi. Haddini fazlasıyla aşmıştı.
Sonrasında gereği yapıldı. Başka türlüsü düşünülemezdi. “Söylerse söylesin, ne olacak?”denilecek durum yok çünkü.
Hakkında soruşturma başlatılmasını yanlış bulanların, karşı çıkanların aklına sağlık. Tedavileri çok zor hattâ aşırı zor olsa da doktorlarımız gayretlidir, çalışkandır ve elbette şifa Allah’tandır. Ümit kesilmez.
Başa dönelim.
Beyefendiye kendisinden önce otobüsün tepesinde bu sözlerin söylendiği bildirilince, orada olmadığını, neler konuşulduğunu bilmediğini beyan etti.
Doğru, yolda olduğu sırada orada ne tür sözler sarf edildiğini bilemez.
Ama en azından orada bulunan arkadaşları bahsedebilir, pekâlâ uyarabilir.
Ayrıca, hiç kimse uyarmasa bile, el ele tutuşup kol kola girdiği kişilerin, neler söyleyebileceğini aklına getirmesi gerekirdi.
Atın kişnemesi, köpeğin havlaması, kurdun uluması, eşeğin anırması kadar basit.
Bu saydıklarımızın her biri, cinsine cibilliyetine göre hareket eder. Her biri ağzını açtığında nasıl ses çıkaracağı tahmin edilir.
Bir atın yahut köpeğin, horoz gibi öttüğü görülmemiştir. Mümkün değildir zaten.
İnsanlar da onlara benzer. Kimin nasıl konuşacağı baştan bellidir. İnsanın kiminle dans ettiğini bilmesi gerekir. Sonra darda kalınca “Ayağıma bastılar, ceketimi gül dalına astılar”diye feryat etmenin bir anlamı olmaz.
Bölücülerle yoldaşlık edenin, sonradan pişmanlığa düşmesi kaçınılmaz.
Son olarak bir hatırlatma yapalım. Unutanlar ve bilmeyenler için faydalı bir not olacaktır.
İsmi geçen o kişilerin başlattığı silahlı isyan ve ayaklanmalar Cumhuriyet’in ilk yıllarında çıkmış ve bastırılmıştır. Yani Atatürk zamanında. Bu beyefendiler “Atatürk’ün partisiyiz, Cumhuriyet’i kuran partiyiz” deyip duruyorlar ya…
Turşu ile perhiz konusu geliyor akla ister istemez. Hem de lahana turşusu.
Üstelik iki taraf için de geçerli bu bozulan perhiz.
Biri isyan çıkaranla övünüp halkı isyana çağırıyor, diğeri Atatürk’le övünüp onun isyanı bastıran lider olmasını unutuyor. İkisi de birbirine sarılıyorlar. Eşyanın tabiatı dedikleri hadise burada devre dışı. Az daha çalışsalar, yer çekimini bile geçersiz kılabilir bunlar. Böyle gayret, böyle azim görülmemiştir.