Şeyh Bedreddin ve Vâridât (2)

Börklüce’nin çekirdek kadrosu, iddiasından geri dönmedi. Bu kadro Börklüce’nin gözü önünde Ayasluk’ta idam edilirken, kendilerine, “Dede Sultan” diye hitap ettikleri şeyhleri Börklüce’nin imdâd edeceğinden o kadar emindiler ki idam esnasında “İriş Dede Sultan iriş!” teranesiyle, mağlûp ve esir sahte mehdiden yardım umdular. Ama nafile!

ŞEYH Bedreddin, 1415 yılında tamamladığı “Teshîl” adlı eserinin sonuna düştüğü notta, içinde bulunduğu sürgün ve gözaltı durumunun ruhunda açtığı sıkıntıların dayanılmaz bir alev hâline geldiğine işaret ettikten sonra, sözlerini içinde biriken derin bir korkunun nişanesi olan şu duâ ile bitirir: “Ey gizli iyiliklerin efendisi, bizi korktuklarımızdan kurtar!”

Şeyhi bir fıkıh şerhi olan Teshîl’in sonuna içinde bulunduğu hâlin şerhini yapmaya sevk eden ruh hâli, duâda bahsedilen korkuların genel bir kulluk korkusundan ziyade, şahsî bir korkuyla ilişkili olduğunu göstermektedir. Şeyh’in Teshîl’e yazdığı bu not ile aynı yılda başlayan Börklüce Mustafa İsyanı, onun ruhundaki korku ve kaygıları kuvveden fiile çıkaran bir olaydı.

Şeyh Bedreddin’in, Börklüce Mustafa ile Mısır’dan Anadolu’ya döndüğü yıl olan 1407 tarihinden beri kesintisiz ve sıkı bir irtibatı vardı. Nitekim Şeyh, 1411 yılında Şehzâde Musa’nın kazaskeri olduğunda kazaskerlik kethüdası olarak maiyetine aldığı ilk isim, Börklüce Mustafa olmuştur. Çelebi Mehmed’in Musa Çelebi’yi yenmesi üzerine Şeyh Bedreddin, ilmine hürmeten İznik sürgününe gönderilip orada göz hapsine alınır. Tuhaftır, Şeyh göz hapsine alınırken, onun birinci adamı olan Börklüce’ye hiç dokunulmamıştır. Börklüce de fırsattan istifade tekrar Tire’ye dönerek kethüdalık libasını çıkarıp “Dede Sultan” kisvesini giyerek ilerideki tarihî rolüne hazırlanır.

Şeyh Bedreddin’in İznik’te göz hapsinde tutulmasına mukabil, Börklüce Mustafa’nın Tire’de geniş bir faaliyet alanı bulduğu anlaşılıyor. Bu durumun nedeni ise Yıldırım Bayezid devrinde Osmanlı hâkimiyetine giren Aydınoğulları sahasının Fetret Dönemi’nde yeniden eski hüviyetine dönmesidir. O tarihte Aydınoğulları Beyliği’nin başında bulunan Cüneyd Bey, siyâsî gücünü ulemanın nüfuzuyla birleştirerek Osmanlı Devleti ile mücadele edebilecek bir konuma gelmeyi amaçlıyordu. Nitekim Mısır dönüşünde Şeyh Bedreddin ile görüşmüş ve onun kendi toprakları içindeki faaliyetlerini kendi otoritesinin yaygınlık ve meşruiyet kazanması için kullanmıştır.

Cüneyd Bey, Musa Çelebi taraftarı olan Börklüce Mustafa’nın tekrar Aydınoğulları Beyliği topraklarına dönüşüne ve bölgedeki sosyal dokuyu istikrarsızlaştırmasına belli ki örtülü bir destek vermiştir. Çünkü Börklüce’nin bölgedeki faaliyetleri, bu muhteris ama yetenekleri kısıtlı adamın gittikçe kuvvetlenmesi, Çelebi Mehmed ile toparlanmaya başlayan Osmanlıları zayıflatacak ve kendisi de bu ortamdan yararlanarak bölgenin mutlak hâkimi olacaktı.

Börklüce Mustafa İsyanı üzerinde duran Osmanlı kronikleri, nedense bölgenin beyi olan Cüneyd Bey üzerinde pek durmazlar. Bunun nedeni, Börklüce İsyanı sırasında görünürde Cüneyd Bey’in hiçbir rolünün bulunmaması olabilir. Ancak Cüneyd Bey, gücünün sınırlarını bilen akıllı bir adamdır. Bulunduğu konum, yaralı hâlde bile olsa Osmanlı ile cenge girmenin kendisi için ölüm fermanı anlamını taşıdığını bilmesinden dolayıdır. Eğer gücünün yeteceğini bilseydi, gözünü kırpmadan bu maceraya atılırdı.

Cüneyd Bey, Osmanlı ile dalaşmanın kendisi için hayra alâmet olmadığını değerlendirirken, kendisi ile yakın güçte olan Saruhanoğuları ile kanlı bıçaklıydı. Nitekim Şeyh Bedreddin, Mısır dönüşü, Tire hattından deniz yoluyla Gelibolu’ya geçmek için hareket ettiğinde denizyolunun Saruhanoğulları tarafından Aydınoğullarının eline geçmemesi için tutulduğunu görmüş ve geri dönerek yolculuğunu karayoluyla tamamlamıştı. 

Bu küçük anekdot bize, Cüneyd Bey’in, beyliğinin güç ve nüfuzunu arttırmak amacıyla stratejik limanları ele geçirmek için rakip beyliklerle mücadele içinde olduğunu gösteriyor. İşte bu nedenlerden dolayı Cüneyd Bey’in sütre altından Börklüce İsyanı’na destek vermesinin bir mantığı olduğunu düşünüyoruz.

Şeyh Bedreddin’in İznik’te göz hapsinde olmasına rağmen misafir ve ziyaretçi kabul edebilmesi, Börklüce Mustafa ile Şeyh Bedreddin’in Börklüce’nin müritleri vasıtasıyla görüşmelerinin önünü açan bir durumdu. 1411 yılından Börklüce Mustafa’nın 1415’teki isyanına kadar dört yıl boyunca Şeyh ile halifesi arasında sıkı bir görüşme sürecinin işlediğini ileri sürmek yanıltıcı olmaz.

Şeyh Bedreddin ve Börklüce İsyanları arasında özgün kaynaklardaki verilere bakarak organik bir bağ olmadığını ileri sürenler, nedense Şeyh ile halifesi arasında dört yıllık bu dolaylı görüşme sürecini dikkatten kaçırmışlardır. Bu dört yıl zarfında Şeyh ile halifesi arasındaki dolaylı görüşmelerin seyrinin Çelebi Mehmed yönetimine isyan noktasına geldiğini Şeyh Bedreddin’in bilmemesi düşünülemez. Bize göre, Şeyh Bedreddin ile Börklüce arasındaki dolaylı görüşmelerin seyrinin isyan noktasına gelmesi üzerine Şeyh ile halife arasında tam bir mutabakat hâsıl olmamıştır. Muhteris, cesur, ancak geniş bilgi ve kuşatıcı bir akıldan yoksun olan Börklüce, Bedreddin’e başlatacağı isyan hareketine katılmayı teklif etmiş olmalıdır.

Ancak Börklüce’nin yaşadığı muhiti Anadolu’ya dönüşünde gözlemlemiş ve Cüneyd Bey ile İzmir’de görüşmüş olan Bedreddin, bölgenin sosyolojik dokusunun yamalı bohçayı andırdığını gayet iyi biliyordu. Böyle bir yapının, isyanın başarısında en etkin faktör olan birlik ve beraberlik şartlarından yoksun olduğunu görüyor ve muhtemelen böyle bir isyanın macera olacağını düşünüyordu.

Börklüce’nin oyunu

Ne var ki Şeyh, kendisini İznik’e mahkûm eden Çelebi Mehmed’den ve onun icra kolu olan yanındaki ulemadan hazzetmiyordu. Sürgünde yaşadığı azaptan onları sorumlu tutuyor ve yakıcı bir ateş olan öfkesini “yürek kavuran ateş” ibaresine gizliyordu. Şeyh, başarısından emin olsa muhtemelen içinde yer alacağı bir maceradan özellikle kaçınıyordu. Nitekim Halep’te kendisine teklif edilen şeyhliği reddinin ardında da aynı mantık yatıyordu. Nesîmî’yi yutan Halep, kendisini de yutabilirdi. Yine Şeyh’in, Karamanoğulları sahasındaki cazip tekliflere itibar etmeyerek yoluna devam etmesi de aynı mütalâadan doğmuş olmalıdır. Şeyh, en güçlü beylik olan Karamanoğullarının da Osmanlı karşısında tutunamayacağını görüyordu. Bu yüzden ne Halep, ne de Konya’nın cazip tekliflerini kabul etmiş ve soluğu baba evinde almıştır.

Ancak Börklüce’nin isyanın başarısına olan kuvvetli inancı, Şeyh’in temkinini zedelemiyor da değildi. Öyle anlaşılıyor ki, Bedreddin, başta başarısız gördüğü bu fikri, süreç içinde benimsemiştir. İsyanın başarısı konusunda, korku ve kaygıları olmakla beraber, neticede Bedreddin’in Börklüce’ye isyan onayı verdiğini veya mâni olamayacağını anlayınca vermek zorunda kaldığını ileri sürebiliriz.  


Şeyh, ömür boyu gözaltında, bir cendere içinde yaşamaktansa kendi fikirlerinin hâkim olduğu yeni bir sistemin içinde olmaya “Hayır” dememiş olmalıdır. Nitekim Şeyh Bedreddin’in torunu Hafız Halil, Menâkıbnâme’de Börklüce İsyanı’ndan bahsederken “kendi hastalıklı fikirlerine” dedesini de bulaştırmasını tenkit eder. Aile içinden Börklüce’ye yönelen bu tenkit, dolaylı olarak Şeyh Bedreddin ile Börklüce arasında kaynaklardaki kopuk bağlantıyı da ifşa eder. Sözün özü, Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa İsyanı’nı gayet iyi biliyor ve hem isyanın başarısız olma ihtimâlinden, hem de o isyan girişiminin önünde sonunda içine kendisini de çekeceğinden korkuyordu. 

Ancak tam bu noktada şu hususun bilinmesinde yarar vardır: Börklüce Mustafa, Şeyh Bedreddin’den uzak olduğu bu dört yıllık süreç içerisinde isyan bölgesinin sosyolojik zemininin bir gereği olarak şeyhinden çok farklı bir fikir atmosferi oluşturmuştu. Bölgede Hıristiyan unsurların önemli bir ağırlığı vardı. Bunların yanında çok kolay bir şekilde kullanılacak bir nitelik gösteren dinî bilgiler açısından zayıf bir Türkmen kitlesi, çift bozanlar ve başıboş gezen maceracı Torlak dervişleri göze çarpıyordu.

Börklüce nüfus açısından birbirine yakın olan bu Müslim ve gayr-ı Müslim kitleyi bir araya getirmek için iki dini birbiriyle harmanlayan bir mahiyette söylem geliştirmenin peşindeydi. İslâm fıkıh geleneğinden gelen Şeyh Bedreddin’in bu kabil fikirlerle bir alâkası yoktu ve İslâm dininin ilkelerinden ödün verecek yapıda bir bilgin değildi.

Bu açıdan bakınca, Menâkıbnâme yazarı Hâfız Halil’e hak vermemek mümkün değildir. Börklüce, amaca giden her yolu mubah gören bir anlayışta olduğu için, din ve inancı bir araç olarak görüyordu. Bu bağlamda kendi gayesini gerçekleştirmek için işine yarayacak olan Bedreddin’in ismini de kullanmaktan çekinmeyecekti. Oysa Şeyh Bedreddin şeriat edebine sahip biriydi. Kendi isyan hareketi esnasında bile ileri sürdüğü fikirler, onun dini referans alan bir yapı inşâ etmek istediğini gösterir. Şeyh, Kur’ân, şeriat, şeriat hukuku ve Sünnete uyma konusunda ödün verecek mizaçta biri değildi.

Oysa Börklüce’nin böyle bir derdi yoktu; hırsı ve cerbezeli yapısıyla etkisi altına aldığı kitleyi kendine bağladıktan sonra peygamberlik iddiasıyla isyan etmesi, onun Bedreddin’den sadece nüfuz olarak yararlanmak istediğini gösterir. Bedreddin işine yarasın ve ona arzu ettiği iktidarı sunma aracı olsun, yeter. İsyanı başarıp peygamberliğini ilân etseydi, eski şeyhi onun nezdinde öbür peygambere inanan bir münkirden başka bir şey olmayacaktı herhâlde.

Öyle anlaşılıyor ki, Börklüce, Bedreddin’in içinde bulunduğu müşkül durumu lehine kullanmak için bir plân dâhilinde çalışmıştı. Bu plâna göre koparacağı isyanın başarısında ismi ve nüfuzu olan herkesi kendisiyle berabermiş gibi göstermeyi amaçladığı anlaşılıyor.

Börklüce isyanı başlatır başlatmaz, kendini mehdi-resûl ilân ederek Aydın Karaburun’da bayrak kaldırır. Kaynaklara göre isyanın başlangıcından ilerlemesine bağlı olarak etrafına dört bin ilâ on bin arasında bir isyancı toplayan Börklüce, Karaburun yarımadasına hâkim olur. Çelebi Mehmed tarafından üzerlerine gönderilen Saruhan Valisi İskender Paşa’yı Karaburun’un dar boğaz ve bentlerini tutan asiler, stratejik üstünlüklerinden dolayı mağlûp ederler. Bu galebe, asiler nezdinde peygamberlik ilân eden Börklüce Mustafa’nın etki ve itibarını arttırır. Kendilerine bağlı mürit ve taraftarlarına Kelime-i Tevhid’in “Lâ ilâhe illâ-Allah” kısmını söyletip “Muhammedün Resûlullah” kısmını yasaklayan Börklüce, sahte peygamberlik sancağını bu görece zafer üzerine gururla dalgalandırmaya başlar.

İsyancıların mâneviyatının yükselerek etki güçlerinin bölgeyi domine etmesinden endişelenen Çelebi Mehmed, isyancıların üzerine bu kez Saruhan Beyi Timurtaşzade Ali Bey’i, bütün Saruhan güçleri ve ilâve olarak Aydın kuvvetleriyle donatarak isyancıların üzerine gönderir. Börklüce’nin asileri, üzerlerine gelen bu orduyu da bozguna uğratırlar. Öyle ki, bu ordunun başındaki Ali Bey, yanındakilerle Manisa’ya kaçarak canını kurtarabilir.

Bu galibiyetten sonra isyancıların bölgede kazandıkları güç ve itibar, kısa zamanda kendilerine katılan asilerin sayısını katlayarak on bin kişiye yükseltir. Börklüce’nin asilerinin etki alanının Karaburun yarımadası ile sınırlı kalmayarak bölgeye ve içlere yayılma tehlikesi göstermesi üzerine Padişah, oğlu Şehzade Murad ve Veziriazam Bayezid Paşa’yı Rumeli ordusuyla isyanı bastırmak üzere Karaburun’a gönderir. Bayezid Paşa, işi şansa bırakmayarak Anadolu’dan da takviye kuvvetler toplayarak isyancıların üzerine hareket eder. İsyancılarla Cehennnem vadisinde cenge tutuşan Bayezid Paşa, onların denizyoluyla Sakız’a ve diğer adalara kaçmasına mâni olmak için de denizyollarını tutar.

Osmanlı muharip birlikleri karşısında ağır bir yenilgi alan Börklüce, bulunduğu yerde çembere alınmış olduğunu görünce yanındaki savaş artıklarıyla Bülmüş boğazından Azapyeri’ne doğru harekete geçerek oradan Sakız adasına kaçmayı dener. Ancak yanındaki asilerle kıyıya yaklaştığında denizin Osmanlı gemileriyle tutulduğunu görünce çaresiz, kendisini takip eden Osmanlı ordusuyla bir kez daha cenge tutuşur. Bir cenkten ziyade intihar saldırısına benzeyen bu saldırıda Börklüce’nin dervişleri kar gibi erimeye başlar ve dağılırlar.

Osmanlı ordusu kaçanları yakalayıp sağ kalanları Börklüce ile beraber esir alarak bu isyana son verir. İsyancılar Ayasluk’a getirilerek yargılanır. Dervişlerden, “Lâ ilâhe illâ-Allah, Muhammedün Resûlullah” diyenler bağışlanır ve salıverilirler.

Ancak Börklüce’nin çekirdek kadrosu, iddiasından geri dönmedi. Bu kadro Börklüce’nin gözü önünde Ayasluk’ta idam edilirken, kendilerine, “Dede Sultan” diye hitap ettikleri şeyhleri Börklüce’nin imdâd edeceğinden o kadar emindiler ki idam esnasında “İriş Dede Sultan iriş!” teranesiyle, mağlûp ve esir sahte mehdiden yardım umdular. Ama nafile! Börklüce de bir devenin sırtında mağlûp ve zelil bir hâlde, bir alay ile şehirde halka teşhir edildikten sonra idam edilir.

Şeyh’in tavrı ne üzerindeydi?

Börklüce Mustafa’nın Karaburun yarımadasında bir isyana kalkışacağını önceden bilen ve bu hâdisenin gerilim ve korkularını sürgünde bulunduğu İznik’te yaşayan Şeyh Bedreddin, isyan haberinin kendisine ulaşması üzerine birtakım tedbirler düşünür. Zira başarısız olacağını gördüğü bu isyan hareketinin, sonunda dönüp kendisini vuracağını çok iyi biliyordur.

Şeyh’in asilerle organik bir bağı yoktu ancak Börklüce’nin şeyhi olmak bakımından onlarla bir gönül bağı vardı ve dolaylı görüşmeler yoluyla böyle bir isyanın kopacağından haberdardı. Bu isyandan sorumlu tutulacağını düşünen Şeyh Bedreddin, ilk tedbir olarak Padişah’tan Hacca gitme izni ister.

Şeyh Bedreddin’in Hacca gitme bahanesiyle asilerle bir araya gelme ihtimâlini hesaplayan Sultan, bu izni vermez. Şeyh Bedreddin, bu izin verilseydi gerçekten Hacca mı giderdi, yoksa yolda karar değiştirip asilere mi katılırdı, bu konuda net bir sonuca varmak zordur. Ancak Bedreddin’in ikinci tedbir olarak İznik’ten gizlice İsfendiyar Beyliği’ne kaçması ve kaçış menzili olarak da Kırım’ı hedeflemesi, onun asilere katılmak yerine Hacca gitmeyi daha müreccah bulacağını düşündürüyor.

Şeyh Bedreddin’in Musa Çelebi’nin müttefiki olan ve Çelebi Mehmed ile arası iyi olmayan İsfendiyar Beyliği’ne sığınması ve hedeflediği kaçış güzergâhına bakılırsa, isyanın içinde olmak yerine ondan olabildiğince uzağa kaçmak gibi bir fikirde olduğu görülür. Kendisinin İsfendiyar Beyliği’nde uzun zaman kalması mümkün değildir, zira Osmanlı tazyiki karşısında bu mütevazı beyliğin kendisini himaye edecek gücü yoktur. Onun bu eski müttefikten beklediği şey, kendisinin denizyoluyla Kırım’a gönderilmesidir. Bu amaçla Sinop’a geçen Bedreddin, Karadeniz’de Cenevizlilerle Trabzon Rum Devleti’nin savaş hâlinde olduğunu öğrenir. Bu savaş, onu Kırım’a götürecek olan denizyolunun kapalı olması anlamına geliyordu.

Bedreddin’in tedbiri, her ne kadar isyandan kendini emin hissedeceği uzak bir diyara gitmek ise de takdir, onun yolunu bağlayarak önüne başka bir istikamet açmaktaydı. Şeyh ve maiyeti bu nahoş vaziyet karşısında bir karar vermek zorundaydı.

Bu zorunluluk, kafileyi Kırım menzilinden uzaklaştırır. Artık çıkılan yol, dönüşü olmayan bir yol olduğu için, Şeyh ve beraberindekiler, kendileri için en güvenli bölgenin, sosyolojik yapısı dolayısıyla Osmanlı’ya mesafeli duran muhtelif inanç ve ahalinin yaşadığı Deliorman bölgesi olduğunu değerlendirirler.

Şeyh’in firarının mecburî yönü olarak seçtiği Deliorman bölgesinin sosyolojik dokusu, Börklüce Mustafa’nın isyan başlattığı Karaburun bölgesiyle pek çok yönden benzerlik arz ediyordu. Bölge, Osmanlı merkez anlayışının dışında hareket edenlerin baskın olduğu bir sosyal yapıdaydı. Maceracı ve başına buyruk derviş grupları, tımar ve imtiyazını kaybetmiş bürokrat ve askerler, devlete tam anlamıyla tâbi olmamış Hıristiyan unsurlar ve merkezî otorite ile ters düşmüş bir Türkmen varlığı, bölgenin tutuşmaya hazır bir hâlde beklediğini gösteriyordu.

Nitekim Börklüce Mustafa’nın Karaburun yarımadasındaki isyan girişimi, aynı sosyolojik tabanı oluşturan Deliorman bölgesinde heyecan uyandırmış ve kitleyi küçük bir kıvılcımla tutuşacak hâle getirmişti. Bölge Börklüce Mustafa’nın isyanını sahiplenmiş ve o isyana bulundukları bölgeden çıkaracakları bir isyanla destek olmaya teşne bir durumda idi. (Devam edecek…)