ŞEYH Bedreddin, 1415
yılında tamamladığı “Teshîl” adlı eserinin sonuna düştüğü notta, içinde
bulunduğu sürgün ve gözaltı durumunun ruhunda açtığı sıkıntıların dayanılmaz
bir alev hâline geldiğine işaret ettikten sonra, sözlerini içinde biriken derin
bir korkunun nişanesi olan şu duâ ile bitirir: “Ey gizli iyiliklerin efendisi, bizi korktuklarımızdan kurtar!”
Şeyhi
bir fıkıh şerhi olan Teshîl’in sonuna içinde bulunduğu hâlin şerhini yapmaya
sevk eden ruh hâli, duâda bahsedilen korkuların genel bir kulluk korkusundan
ziyade, şahsî bir korkuyla ilişkili olduğunu göstermektedir. Şeyh’in Teshîl’e
yazdığı bu not ile aynı yılda başlayan Börklüce Mustafa İsyanı, onun ruhundaki
korku ve kaygıları kuvveden fiile çıkaran bir olaydı.
Şeyh
Bedreddin’in, Börklüce Mustafa ile Mısır’dan Anadolu’ya döndüğü yıl olan 1407
tarihinden beri kesintisiz ve sıkı bir irtibatı vardı. Nitekim Şeyh, 1411
yılında Şehzâde Musa’nın kazaskeri olduğunda kazaskerlik kethüdası olarak
maiyetine aldığı ilk isim, Börklüce Mustafa olmuştur. Çelebi Mehmed’in Musa Çelebi’yi
yenmesi üzerine Şeyh Bedreddin, ilmine hürmeten İznik sürgününe gönderilip orada
göz hapsine alınır. Tuhaftır, Şeyh göz hapsine alınırken, onun birinci adamı
olan Börklüce’ye hiç dokunulmamıştır. Börklüce de fırsattan istifade tekrar
Tire’ye dönerek kethüdalık libasını çıkarıp “Dede Sultan” kisvesini giyerek
ilerideki tarihî rolüne hazırlanır.
Şeyh
Bedreddin’in İznik’te göz hapsinde tutulmasına mukabil, Börklüce Mustafa’nın
Tire’de geniş bir faaliyet alanı bulduğu anlaşılıyor. Bu durumun nedeni ise
Yıldırım Bayezid devrinde Osmanlı hâkimiyetine giren Aydınoğulları sahasının
Fetret Dönemi’nde yeniden eski hüviyetine dönmesidir. O tarihte Aydınoğulları Beyliği’nin
başında bulunan Cüneyd Bey, siyâsî gücünü ulemanın nüfuzuyla birleştirerek Osmanlı
Devleti ile mücadele edebilecek bir konuma gelmeyi amaçlıyordu. Nitekim Mısır
dönüşünde Şeyh Bedreddin ile görüşmüş ve onun kendi toprakları içindeki
faaliyetlerini kendi otoritesinin yaygınlık ve meşruiyet kazanması için
kullanmıştır.
Cüneyd
Bey, Musa Çelebi taraftarı olan Börklüce Mustafa’nın tekrar Aydınoğulları
Beyliği topraklarına dönüşüne ve bölgedeki sosyal dokuyu istikrarsızlaştırmasına
belli ki örtülü bir destek vermiştir. Çünkü Börklüce’nin bölgedeki
faaliyetleri, bu muhteris ama yetenekleri kısıtlı adamın gittikçe
kuvvetlenmesi, Çelebi Mehmed ile toparlanmaya başlayan Osmanlıları zayıflatacak
ve kendisi de bu ortamdan yararlanarak bölgenin mutlak hâkimi olacaktı.
Börklüce
Mustafa İsyanı üzerinde duran Osmanlı kronikleri, nedense bölgenin beyi olan
Cüneyd Bey üzerinde pek durmazlar. Bunun nedeni, Börklüce İsyanı sırasında
görünürde Cüneyd Bey’in hiçbir rolünün bulunmaması olabilir. Ancak Cüneyd Bey,
gücünün sınırlarını bilen akıllı bir adamdır. Bulunduğu konum, yaralı hâlde
bile olsa Osmanlı ile cenge girmenin kendisi için ölüm fermanı anlamını
taşıdığını bilmesinden dolayıdır. Eğer gücünün yeteceğini bilseydi, gözünü
kırpmadan bu maceraya atılırdı.
Cüneyd
Bey, Osmanlı ile dalaşmanın kendisi için hayra alâmet olmadığını değerlendirirken,
kendisi ile yakın güçte olan Saruhanoğuları ile kanlı bıçaklıydı. Nitekim Şeyh Bedreddin,
Mısır dönüşü, Tire hattından deniz yoluyla Gelibolu’ya geçmek için hareket
ettiğinde denizyolunun Saruhanoğulları tarafından Aydınoğullarının eline geçmemesi
için tutulduğunu görmüş ve geri dönerek yolculuğunu karayoluyla
tamamlamıştı.
Bu
küçük anekdot bize, Cüneyd Bey’in, beyliğinin güç ve nüfuzunu arttırmak
amacıyla stratejik limanları ele geçirmek için rakip beyliklerle mücadele
içinde olduğunu gösteriyor. İşte bu nedenlerden dolayı Cüneyd Bey’in sütre
altından Börklüce İsyanı’na destek vermesinin bir mantığı olduğunu düşünüyoruz.
Şeyh
Bedreddin’in İznik’te göz hapsinde olmasına rağmen misafir ve ziyaretçi kabul
edebilmesi, Börklüce Mustafa ile Şeyh Bedreddin’in Börklüce’nin müritleri
vasıtasıyla görüşmelerinin önünü açan bir durumdu. 1411 yılından Börklüce
Mustafa’nın 1415’teki isyanına kadar dört yıl boyunca Şeyh ile halifesi
arasında sıkı bir görüşme sürecinin işlediğini ileri sürmek yanıltıcı olmaz.
Şeyh
Bedreddin ve Börklüce İsyanları arasında özgün kaynaklardaki verilere bakarak organik
bir bağ olmadığını ileri sürenler, nedense Şeyh ile halifesi arasında dört
yıllık bu dolaylı görüşme sürecini dikkatten kaçırmışlardır. Bu dört yıl
zarfında Şeyh ile halifesi arasındaki dolaylı görüşmelerin seyrinin Çelebi Mehmed
yönetimine isyan noktasına geldiğini Şeyh Bedreddin’in bilmemesi düşünülemez. Bize
göre, Şeyh Bedreddin ile Börklüce arasındaki dolaylı görüşmelerin seyrinin isyan
noktasına gelmesi üzerine Şeyh ile halife arasında tam bir mutabakat hâsıl
olmamıştır. Muhteris, cesur, ancak geniş bilgi ve kuşatıcı bir akıldan yoksun
olan Börklüce, Bedreddin’e başlatacağı isyan hareketine katılmayı teklif etmiş
olmalıdır.
Ancak
Börklüce’nin yaşadığı muhiti Anadolu’ya dönüşünde gözlemlemiş ve Cüneyd Bey ile
İzmir’de görüşmüş olan Bedreddin, bölgenin sosyolojik dokusunun yamalı bohçayı
andırdığını gayet iyi biliyordu. Böyle bir yapının, isyanın başarısında en
etkin faktör olan birlik ve beraberlik şartlarından yoksun olduğunu görüyor ve
muhtemelen böyle bir isyanın macera olacağını düşünüyordu.
Börklüce’nin
oyunu
Ne
var ki Şeyh, kendisini İznik’e mahkûm eden Çelebi Mehmed’den ve onun icra kolu
olan yanındaki ulemadan hazzetmiyordu. Sürgünde yaşadığı azaptan onları sorumlu
tutuyor ve yakıcı bir ateş olan öfkesini “yürek kavuran ateş” ibaresine
gizliyordu. Şeyh, başarısından emin olsa muhtemelen içinde yer alacağı bir
maceradan özellikle kaçınıyordu. Nitekim Halep’te kendisine teklif edilen
şeyhliği reddinin ardında da aynı mantık yatıyordu. Nesîmî’yi yutan Halep, kendisini
de yutabilirdi. Yine Şeyh’in, Karamanoğulları sahasındaki cazip tekliflere
itibar etmeyerek yoluna devam etmesi de aynı mütalâadan doğmuş olmalıdır. Şeyh,
en güçlü beylik olan Karamanoğullarının da Osmanlı karşısında tutunamayacağını
görüyordu. Bu yüzden ne Halep, ne de Konya’nın cazip tekliflerini kabul etmiş
ve soluğu baba evinde almıştır.
Ancak Börklüce’nin isyanın başarısına olan kuvvetli inancı, Şeyh’in temkinini zedelemiyor da değildi. Öyle anlaşılıyor ki, Bedreddin, başta başarısız gördüğü bu fikri, süreç içinde benimsemiştir. İsyanın başarısı konusunda, korku ve kaygıları olmakla beraber, neticede Bedreddin’in Börklüce’ye isyan onayı verdiğini veya mâni olamayacağını anlayınca vermek zorunda kaldığını ileri sürebiliriz.
Şeyh,
ömür boyu gözaltında, bir cendere içinde yaşamaktansa kendi fikirlerinin hâkim
olduğu yeni bir sistemin içinde olmaya “Hayır” dememiş olmalıdır. Nitekim Şeyh Bedreddin’in
torunu Hafız Halil, Menâkıbnâme’de Börklüce İsyanı’ndan bahsederken “kendi
hastalıklı fikirlerine” dedesini de bulaştırmasını tenkit eder. Aile içinden
Börklüce’ye yönelen bu tenkit, dolaylı olarak Şeyh Bedreddin ile Börklüce
arasında kaynaklardaki kopuk bağlantıyı da ifşa eder. Sözün özü, Şeyh Bedreddin,
Börklüce Mustafa İsyanı’nı gayet iyi biliyor ve hem isyanın başarısız olma
ihtimâlinden, hem de o isyan girişiminin önünde sonunda içine kendisini de
çekeceğinden korkuyordu.
Ancak
tam bu noktada şu hususun bilinmesinde yarar vardır: Börklüce Mustafa, Şeyh Bedreddin’den
uzak olduğu bu dört yıllık süreç içerisinde isyan bölgesinin sosyolojik
zemininin bir gereği olarak şeyhinden çok farklı bir fikir atmosferi
oluşturmuştu. Bölgede Hıristiyan unsurların önemli bir ağırlığı vardı. Bunların
yanında çok kolay bir şekilde kullanılacak bir nitelik gösteren dinî bilgiler
açısından zayıf bir Türkmen kitlesi, çift bozanlar ve başıboş gezen maceracı Torlak
dervişleri göze çarpıyordu.
Börklüce
nüfus açısından birbirine yakın olan bu Müslim ve gayr-ı Müslim kitleyi bir
araya getirmek için iki dini birbiriyle harmanlayan bir mahiyette söylem
geliştirmenin peşindeydi. İslâm fıkıh geleneğinden gelen Şeyh Bedreddin’in bu
kabil fikirlerle bir alâkası yoktu ve İslâm dininin ilkelerinden ödün verecek
yapıda bir bilgin değildi.
Bu
açıdan bakınca, Menâkıbnâme yazarı Hâfız Halil’e hak vermemek mümkün değildir.
Börklüce, amaca giden her yolu mubah gören bir anlayışta olduğu için, din ve
inancı bir araç olarak görüyordu. Bu bağlamda kendi gayesini gerçekleştirmek
için işine yarayacak olan Bedreddin’in ismini de kullanmaktan çekinmeyecekti.
Oysa Şeyh Bedreddin şeriat edebine sahip biriydi. Kendi isyan hareketi
esnasında bile ileri sürdüğü fikirler, onun dini referans alan bir yapı inşâ
etmek istediğini gösterir. Şeyh, Kur’ân, şeriat, şeriat hukuku ve Sünnete uyma
konusunda ödün verecek mizaçta biri değildi.
Oysa
Börklüce’nin böyle bir derdi yoktu; hırsı ve cerbezeli yapısıyla etkisi altına
aldığı kitleyi kendine bağladıktan sonra peygamberlik iddiasıyla isyan etmesi,
onun Bedreddin’den sadece nüfuz olarak yararlanmak istediğini gösterir. Bedreddin
işine yarasın ve ona arzu ettiği iktidarı sunma aracı olsun, yeter. İsyanı
başarıp peygamberliğini ilân etseydi, eski şeyhi onun nezdinde öbür peygambere
inanan bir münkirden başka bir şey olmayacaktı herhâlde.
Öyle
anlaşılıyor ki, Börklüce, Bedreddin’in içinde bulunduğu müşkül durumu lehine
kullanmak için bir plân dâhilinde çalışmıştı. Bu plâna göre koparacağı isyanın
başarısında ismi ve nüfuzu olan herkesi kendisiyle berabermiş gibi göstermeyi
amaçladığı anlaşılıyor.
Börklüce
isyanı başlatır başlatmaz, kendini mehdi-resûl ilân ederek Aydın Karaburun’da
bayrak kaldırır. Kaynaklara göre isyanın başlangıcından ilerlemesine bağlı
olarak etrafına dört bin ilâ on bin arasında bir isyancı toplayan Börklüce,
Karaburun yarımadasına hâkim olur. Çelebi Mehmed tarafından üzerlerine
gönderilen Saruhan Valisi İskender Paşa’yı Karaburun’un dar boğaz ve bentlerini
tutan asiler, stratejik üstünlüklerinden dolayı mağlûp ederler. Bu galebe, asiler
nezdinde peygamberlik ilân eden Börklüce Mustafa’nın etki ve itibarını arttırır.
Kendilerine bağlı mürit ve taraftarlarına Kelime-i Tevhid’in “Lâ ilâhe illâ-Allah”
kısmını söyletip “Muhammedün Resûlullah” kısmını yasaklayan Börklüce, sahte
peygamberlik sancağını bu görece zafer üzerine gururla dalgalandırmaya başlar.
İsyancıların
mâneviyatının yükselerek etki güçlerinin bölgeyi domine etmesinden endişelenen
Çelebi Mehmed, isyancıların üzerine bu kez Saruhan Beyi Timurtaşzade Ali Bey’i,
bütün Saruhan güçleri ve ilâve olarak Aydın kuvvetleriyle donatarak isyancıların
üzerine gönderir. Börklüce’nin asileri, üzerlerine gelen bu orduyu da bozguna
uğratırlar. Öyle ki, bu ordunun başındaki Ali Bey, yanındakilerle Manisa’ya
kaçarak canını kurtarabilir.
Bu
galibiyetten sonra isyancıların bölgede kazandıkları güç ve itibar, kısa
zamanda kendilerine katılan asilerin sayısını katlayarak on bin kişiye
yükseltir. Börklüce’nin asilerinin etki alanının Karaburun yarımadası ile
sınırlı kalmayarak bölgeye ve içlere yayılma tehlikesi göstermesi üzerine
Padişah, oğlu Şehzade Murad ve Veziriazam Bayezid Paşa’yı Rumeli ordusuyla
isyanı bastırmak üzere Karaburun’a gönderir. Bayezid Paşa, işi şansa
bırakmayarak Anadolu’dan da takviye kuvvetler toplayarak isyancıların üzerine
hareket eder. İsyancılarla Cehennnem vadisinde cenge tutuşan Bayezid Paşa,
onların denizyoluyla Sakız’a ve diğer adalara kaçmasına mâni olmak için de
denizyollarını tutar.
Osmanlı
muharip birlikleri karşısında ağır bir yenilgi alan Börklüce, bulunduğu yerde
çembere alınmış olduğunu görünce yanındaki savaş artıklarıyla Bülmüş boğazından
Azapyeri’ne doğru harekete geçerek oradan Sakız adasına kaçmayı dener. Ancak
yanındaki asilerle kıyıya yaklaştığında denizin Osmanlı gemileriyle tutulduğunu
görünce çaresiz, kendisini takip eden Osmanlı ordusuyla bir kez daha cenge
tutuşur. Bir cenkten ziyade intihar saldırısına benzeyen bu saldırıda
Börklüce’nin dervişleri kar gibi erimeye başlar ve dağılırlar.
Osmanlı
ordusu kaçanları yakalayıp sağ kalanları Börklüce ile beraber esir alarak bu
isyana son verir. İsyancılar Ayasluk’a getirilerek yargılanır. Dervişlerden, “Lâ
ilâhe illâ-Allah, Muhammedün Resûlullah” diyenler bağışlanır ve salıverilirler.
Ancak
Börklüce’nin çekirdek kadrosu, iddiasından geri dönmedi. Bu kadro Börklüce’nin
gözü önünde Ayasluk’ta idam edilirken, kendilerine, “Dede Sultan” diye hitap
ettikleri şeyhleri Börklüce’nin imdâd edeceğinden o kadar emindiler ki idam
esnasında “İriş Dede Sultan iriş!” teranesiyle, mağlûp ve esir sahte mehdiden
yardım umdular. Ama nafile! Börklüce de bir devenin sırtında mağlûp ve zelil
bir hâlde, bir alay ile şehirde halka teşhir edildikten sonra idam edilir.
Şeyh’in tavrı ne üzerindeydi?
Börklüce Mustafa’nın Karaburun yarımadasında
bir isyana kalkışacağını önceden bilen ve bu hâdisenin gerilim ve korkularını
sürgünde bulunduğu İznik’te yaşayan Şeyh Bedreddin, isyan haberinin kendisine ulaşması
üzerine birtakım tedbirler düşünür. Zira başarısız olacağını gördüğü bu isyan
hareketinin, sonunda dönüp kendisini vuracağını çok iyi biliyordur.
Şeyh’in asilerle organik bir bağı yoktu ancak Börklüce’nin
şeyhi olmak bakımından onlarla bir gönül bağı vardı ve dolaylı görüşmeler
yoluyla böyle bir isyanın kopacağından haberdardı. Bu isyandan sorumlu
tutulacağını düşünen Şeyh Bedreddin, ilk tedbir olarak Padişah’tan Hacca gitme
izni ister.
Şeyh Bedreddin’in Hacca gitme bahanesiyle
asilerle bir araya gelme ihtimâlini hesaplayan Sultan, bu izni vermez. Şeyh Bedreddin,
bu izin verilseydi gerçekten Hacca mı giderdi, yoksa yolda karar değiştirip
asilere mi katılırdı, bu konuda net bir sonuca varmak zordur. Ancak Bedreddin’in
ikinci tedbir olarak İznik’ten gizlice İsfendiyar Beyliği’ne kaçması ve kaçış
menzili olarak da Kırım’ı hedeflemesi, onun asilere katılmak yerine Hacca
gitmeyi daha müreccah bulacağını düşündürüyor.
Şeyh Bedreddin’in Musa Çelebi’nin müttefiki
olan ve Çelebi Mehmed ile arası iyi olmayan İsfendiyar Beyliği’ne sığınması ve
hedeflediği kaçış güzergâhına bakılırsa, isyanın içinde olmak yerine ondan
olabildiğince uzağa kaçmak gibi bir fikirde olduğu görülür. Kendisinin İsfendiyar
Beyliği’nde uzun zaman kalması mümkün değildir, zira Osmanlı tazyiki karşısında
bu mütevazı beyliğin kendisini himaye edecek gücü yoktur. Onun bu eski
müttefikten beklediği şey, kendisinin denizyoluyla Kırım’a gönderilmesidir. Bu
amaçla Sinop’a geçen Bedreddin, Karadeniz’de Cenevizlilerle Trabzon Rum Devleti’nin
savaş hâlinde olduğunu öğrenir. Bu savaş, onu Kırım’a götürecek olan denizyolunun
kapalı olması anlamına geliyordu.
Bedreddin’in tedbiri, her ne kadar isyandan
kendini emin hissedeceği uzak bir diyara gitmek ise de takdir, onun yolunu
bağlayarak önüne başka bir istikamet açmaktaydı. Şeyh ve maiyeti bu nahoş
vaziyet karşısında bir karar vermek zorundaydı.
Bu zorunluluk, kafileyi Kırım menzilinden
uzaklaştırır. Artık çıkılan yol, dönüşü olmayan bir yol olduğu için, Şeyh ve
beraberindekiler, kendileri için en güvenli bölgenin, sosyolojik yapısı dolayısıyla
Osmanlı’ya mesafeli duran muhtelif inanç ve ahalinin yaşadığı Deliorman bölgesi
olduğunu değerlendirirler.
Şeyh’in firarının mecburî yönü olarak seçtiği
Deliorman bölgesinin sosyolojik dokusu, Börklüce Mustafa’nın isyan başlattığı
Karaburun bölgesiyle pek çok yönden benzerlik arz ediyordu. Bölge, Osmanlı
merkez anlayışının dışında hareket edenlerin baskın olduğu bir sosyal
yapıdaydı. Maceracı ve başına buyruk derviş grupları, tımar ve imtiyazını
kaybetmiş bürokrat ve askerler, devlete tam anlamıyla tâbi olmamış Hıristiyan
unsurlar ve merkezî otorite ile ters düşmüş bir Türkmen varlığı, bölgenin
tutuşmaya hazır bir hâlde beklediğini gösteriyordu.
Nitekim Börklüce Mustafa’nın Karaburun yarımadasındaki
isyan girişimi, aynı sosyolojik tabanı oluşturan Deliorman bölgesinde heyecan
uyandırmış ve kitleyi küçük bir kıvılcımla tutuşacak hâle getirmişti. Bölge
Börklüce Mustafa’nın isyanını sahiplenmiş ve o isyana bulundukları bölgeden
çıkaracakları bir isyanla destek olmaya teşne bir durumda idi. (Devam edecek…)