Sevmek ve güvenmek

“Bize en güzel örnek, Hazreti Muhammed Mustafa’dır (sav). O’nun hayatını okumak yetmez, beraberinde anlamak gerekir. Anlamayana hikmetten dem vurmak ise boşuna vakit kaybıdır. Sözümüz anlayana veya anlamak isteyen, merhameti yitirmemiş yürekleredir.”

NE oldu bize? Ne ara bu kadar sevgisiz, acımasız ve vurdumduymaz olduk? Çocuklarımıza neyi anlatamadık? Arkadaşlarımızı, komşularımızı ne kadar çok sever, nasıl da güvenirdik. Bakıyorum da, o sevgi ve güvenden eser bırakmamış çıkara dayalı ilişkiler. Arkadaşlıklar, komşuluklar, sevgililer ve hattâ akrabalıklar bile çıkara dayalı ilişkilere dönüşmüş durumda…

Birbirlerinin bir şekilde işine yaramıyorlarsa, kardeşlik ilişkileri bile kopma noktasında. İnsan insana ne kadar kolay kıyar olmuş. Haber dinlemek dahi insanın içini karartıyor. Ayrılmış eşler, çocuklarının gözleri önünde birbirlerini boğazlıyor. Eğer azıcık bir miras söz konusu ise, kardeşlerle akrabalar birbirlerine kıyıyor. Komşuluk ilişkileri vahim! Yan yana evlerde oturup birbirlerinin kim olduğundan habersiz komşuluklar öyle çok ki… Çat kapı eline fincanı alıp “Kahven var mı komşum?” diyemiyoruz artık. Çünkü tanımıyoruz. Hırlı mı hırsız mı, uğursuz mu, neyin nesi, bilemiyoruz.

Sokak hayvanları için kapıya koyduğun su ve mamayı tekmeleyen biriyle nasıl komşuluk yapabilir ki insan? Allah’ın dilsiz kullarına acımayan, ağaca, yeşile acımayan, üç kuruş için koca bir ormanı ateşe veren bir nesil yetişmiş ülkemde. Bedensel engelli birinin eli ayağı olan tekerlekli sandalyesini çalıp üç kuruşa satmaya kalkan biri insan olabilir mi?

Yaratılanı sevmek, Yaratan’dan ötürü olmalı. Müslümanın düsturu bu. İnsanı, hayvanı, ağacı, bitkiyi, kurdu kuşu, taşı toprağı nasıl sevmez ki insan? Her şey bizler için yaratılmış, hizmetimize verilmiş. Her biri hayatın parçası ve yaşamamıza teşne. Attığımız her adımda, söylediğimiz her sözde, yaptığımız her işte sevgi olmalı. Her kapıyı açan sevgi… Ve ben, sözü yine yüreği sevgi dolu Hocam Adem Sevgi’nin satırlarına bırakıyorum yerimi...

“Komşuluk sadece insana ait değildir. Etrafınızda ne kadar canlı varsa hepsi bizim komşularımızdır. İnsanlığın olduğu yerde hayat vardır. Olmadığı yerde ise karanlık…

Bir kahve içersiniz ve etrafınızı saran komşular bir anda size eşlik ederler. Her insan bunu anlayamaz; anlasaydı, dünya yangın yerine dönmezdi. Ağzındaki sakızı yere atınca aç olan bir kuş ekmek zannedip ağzına alır ve eriyen sakız, gagasını kilitler. Belli bir zaman sonra kuş güçsüz kalır ve ölür. Elindeki izmariti yere atan biri, bu dünyanın sadece kendine ait olduğunu düşünen bir ego sahibidir. Açacağı zararı düşünemez. Bir naylon poşeti şuursuzca dışarıya bırakan, kaç yıllık doğa dengesini bozduğunu hesap edemez. Suya bırakılan eskimiş ağlar yüzünden nice balık ve kaplumbağalar can çekişir ve ölür de insan bunu düşünmez.

Yaşamak; etrafı gözlemek, izlemek ve sorumluluk taşımakla olur. Ot gibi gelip saman gibi gider yaşamayan. Dünyanın yaratılış hikmetini bir kez olsun düşünmeden, bir gübreden farkı olmadan yok olur gider. Oysa bu dünyaya bir şeyler katmak, bir şeyler vermek gerek. İnsan sürekli tüketir ve dolayısı ile sömürürken mahşerde her zerrenin hesabı olacağını unutmamalıdır. Zulmederek hak istemek de zalimliktir. Hiç kimse, ‘Ben haklıyım, bana çok ettiler’ diyerek zulmedemez, haksızlık yapamaz. Kendi çektikleri, ona haksızlık etme hakkını doğurmaz. (Çektiklerinin karşılığını Hakk katında mutlaka alacaktır. Hayat imtihandır.)

İnsan hayvana, bitkiye, insana, doğaya, yerdeki çakıl taşına dahi karşı sorumluluk hissi içinde yaşamalıdır. Bu dünya ve dolayısıyla dünya üzerinde yaratılan ne varsa insanoğluna emanettir. İnsanlığı olmayanın dini de yoktur. Din, insanlığın olduğu yüreklerde yeşerir. İnsan eğer namaz kılan hırsız, namaz kılan katil, namaz kılan yalancı, namaz kılan faizci, namaz kılan hak yiyen, namaz kılan rüşvetçi, namaz kılan zalim, namaz kılan dargın, namaz kılan dedikoducu, namaz kılan kin güdücü oluyorsa, insanlığını kaybettiği için dinini de kaybettiğinden dolayıdır.

Merhamet, insana bahşedilen en büyük nimetlerden biridir. İçinde kendisi ile barışık olamayan, sürekli hasta, sıkıntılı, gülmeyen, stres içinde, sürekli kavgacı yapıda olanlar, muhatapları ile değil, kendileri ile meşgul olmalıdırlar. Asık suratlı, tebessüm etmeyen ve sevmeyenlerin bir süre sonra yüzlerindeki kaslar gerilir ve artık isteseler de tebessüm edemezler. Rabbim mühürler.

Bize en güzel örnek, Hazreti Muhammed Mustafa’dır (sav). O’nun hayatını okumak yetmez, beraberinde anlamak gerekir. Anlamayana hikmetten dem vurmak ise boşuna vakit kaybıdır. Sözümüz anlayana veya anlamak isteyen, merhameti yitirmemiş yürekleredir.”

Komşularınızla, akrabalarınızla, insanlarla, hayvanlarla, bitkilerle, etrafınızdakilerle iyi geçinin.

Selâm ve dua ile…