NE oldu bize? Ne ara
bu kadar sevgisiz, acımasız ve vurdumduymaz olduk? Çocuklarımıza neyi
anlatamadık?
Arkadaşlarımızı,
komşularımızı ne çok sever, nasıl da güvenirdik. Ancak o sevgi ve güvenden eser
bırakmamış çıkara dayalı ilişkiler. Arkadaşlıklar, komşuluklar, sevgililer ve
hatta akrabalıklar bile çıkara dayalı ilişkilere dönüşmüş durumda. Eğer bir
şekilde bir işine yaramıyorsa, kardeşlik ilişkileri bile kopma noktasında. İnsan
insana ne kadar kolay kıyar olmuş.
Haber
dinlemek insanın içini karartıyor. Ayrılmış eşler çocuklarının gözleri önünde
birbirlerini boğazlıyorlar. Eğer azıcık bir miras söz konusu ise kardeşler,
akrabalar birbirine giriyor. Komşuluk ilişkileri vahim! Yan yana evlerde oturup
birbirlerinin kim olduğundan habersiz komşuluklar o kadar çok ki… Çat kapı
elinize fincan alıp “Kahven var mı komşum?” diyemiyorsunuz artık. Çünkü
tanımıyorsunuz. Hırlı mı hırsız mı, uğursuz mu, neyin nesi, bilemiyorsunuz.
Sokak hayvanları için kapıya konulmuş suyu, mamayı tekmeleyen bir insan ile
nasıl komşuluk yapabilir ki insan? Allah’ın dilsiz kullarına, ağaca, yeşile
acımayan, üç kuruş para için koca bir ormanı ateşe veren bir nesil yetişmiş
ülkemde. Bedensel engelli birinin eli ayağı olan tekerlekli sandalyesini çalıp üç
kuruşa satmaya kalkan, insan olabilir mi?
Yaratılanı
sevmek Yaratan’dan ötürü olmalı. İnsanı, hayvanı, ağacı, bitkiyi, kurdu kuşu,
taşı toprağı nasıl sevmez insan? Her şey bizler için yaratılmış, hizmetimize
verilmiş. Her biri hayatın parçası ve yaşamamıza teşne. Attığımız her adımda,
söylediğimiz her sözde, yaptığımız her işte sevgi olmalı. Her kapıyı açan sevgi…
Ve ben sözü yine, yüreği sevgi dolu hocam Adem Sevgi’nin satırlarına
bırakıyorum…
***
“Komşuluk
sadece insana ait değildir. Etrafımızda ne kadar canlı varsa hepsi bize ait,
bizim komşularımızdır. İnsanlığın olduğu yerde hayat vardır. İnsanlığın
olmadığı yerde karanlık vardır. Bir kahve içersiniz ve etrafınızı saran
komşular bir anda size eşlik ederler. Her insan bunu anlayamaz; anlasaydı, dünya
yangın yerine dönmezdi.
Ağzındaki
sakızı yere atınca, aç olan bir kuş, onu ekmek zannedip ağzına alır ve eriyen
sakız gagasını kilitler. Sonra kuş güçsüz kalır ve ölür. Elindeki izmariti yere
atan biri, “Bu dünya sadece bana ait” gibi bir egoya sahip demektir. Açacağı
zararı düşünemez. Bir naylon poşeti şuursuzca dışarıya bırakan, kaç yıllık doğa
dengesini bozduğunu hesap edemiyor. Suya bırakılan eskimiş ağlar yüzünden nice
balık ve kaplumbağa can çekişir, ölür, ama bunu düşünmez.
Yaşamak;
etrafı gözlemek, izlemek ve sorumluluk taşımakla olur. Kimi ot gibi gelip saman
gibi gider. Dünyanın yaratılış hikmetini bir kez olsun düşünmeden, bir gübreden
farkı olmadan yok olur gider. Oysa bu dünyaya bir şeyler katmak gerek. Bu dünyaya
bir şeyler vermek gerek. İnsan sürekli tüketir ve sömürür fakat mahşerde her
zerrenin hesabı olacağını unutmamalıdır. Zulmederek hak istemek zalimliktir. Hiç
kimse “Ben haklıyım, bana çok ettiler” diyerek zulmedemez, haksızlık yapamaz.
Kendi çektikleri ona haksızlık etme hakkını doğurmaz. Çektiklerinin karşılığını
Hakk katında mutlaka alacaktır. Hayat imtihandır.
İnsan
hayvana, bitkiye, insana, doğaya, hatta yerdeki çakıl taşına karşı sorumluluk
hissi içinde yaşamalıdır. Bu dünya ve dolayısı ile üzerinde yaratılan ne varsa
insanoğluna emanettir. İnsanlığı
olmayanın dini de yoktur. Din, insanlığın olduğu yüreklerde yeşerir. İnsan
eğer namaz kılsa da hırsız, namaz kılsa da katil, namaz kılsa da yalancı, namaz
kılsa da faizci, namaz kılsa da hak yiyen, namaz kılsa da rüşvetçi, namaz kılsa
da zalim, namaz kılsa da dargın, namaz kılsa da dedikoducu, namaz kılsa da kindar
oluyorsa, insanlığını kaybettikleri için dinlerini de kaybettiklerinden
dolayıdır.
Merhamet,
insana bahşedilen en büyük nimetlerden biridir. Kendisi ile barışık olamayan,
sürekli hasta, sıkıntılı, gülmeyen, stres içinde, kavgacı yapıda olanlar
muhatapları ile değil, kendileri ile meşgul olmalıdırlar. Sürekli asık suratlı
olup tebessümü sevmeyenlerin bir süre sonra yüzlerindeki kaslar gerilir ve
artık isteseler de tebessüm edemezler. Rabbim mühürler ve gülemezler. Bize en
güzel örnek, Muhammed Mustafa’dır (sav). O’nun hayatını okumak yetmez
beraberinde anlamak gerekir. Anlamayana hikmetten dem vurmak boşuna vakit
kaybetmektir.
Sözümüz
anlayana veya anlamak isteyen, merhameti yitirmemiş yürekleredir.
Komşularınızla,
akrabalarınızla, insanlarla, hayvanlarla, bitkilerle, etrafınızdakilerle iyi
geçinin!”
Selâm ve dua ile…