Sevginin izdüşümü eylemdir: Peygamber sevgisi

Hiç kimse sözde bir sevgiden ve pasif bir imandan söz etmesin! Çünkü imanın kendisi de, sevginin nüvesi de hareketle kaimdir. Hareket, imanın ve sevginin devamı olmayıp, bizzat ana unsurudur. Söz konusu Allah (cc) ve Peygamber (sav) sevgisiyse eylem de ancak emredilen şekilde gerçekleştirilebilir.

İMAN, kalbî bir muhabbet. İnanmak sevgiyle, sevmek iman etmekle birbirine iliklenmiş durumda. Bir de eylemleri düşünmek gerek. Her eylemin sevgi içermediğini anladığımızda, iman etmenin ve sevmenin içindeki “eylem gerekliliği” daha belirgin hatlara kavuşacak. Evvelâ “bilmek” eylemini hemen buraya iliştirebilirim. Bilginin akla düşüşüdür bilmek. Ama her bilmenin ardına “sevmek, uymak, anlamak ya da itaat etmek” gibi ardıl eylemler sıralanmayacaktır. İman için akıl ve kalbin birlikteliğine ihtiyaç var. Fakat bir yere akıl ve kalbin el ele vermiş tabiatı hükümdarlık kurduysa, orada çok bariz bir izdüşümden söz edebiliriz: “Eylem”…

Akıl bir bilgiyi öğrendiğinde, bu, onu sindirmiş ve idrak etmiş anlamına gelmez. Ama artık böyle bir savın varlığından haberdar demektir. “Sav” diyorum; çünkü bir bilgi akıl ve kalple tasdik edilmeden evvel kişinin öznel kanaatinde “bilgi” seviyesine erişmiş olmaz. Şimdilik sadece bir savdır. Bir bilginin özünde savdan çok daha etkin ve gerçek bir varlık oluşu, kişinin idrak evresinde onu geçersiz sıfatlarla anmasına engel değil. Hatta çok zaman sarsılmaz bilgilerin (ki ancak İlâhî bilgiler sarsılmazdır) duyan ve denk gelenlerce haksız sıfatlarla anıldığına şahit olmuşuzdur. Allah’ın birliğini duyan ve okuyan bir putperestin hâlâ bu sarsılmaz bilgiye inanmıyor ve bu İlâhî bilgiyi idrak etmiyor oluşu da bu denklemin bir yüzü. Bilmek eyleminden gayretle ileriye atılacak bir adımın sonrası, o bilgiyi kabul etmek. Kabul edişlerin hepsi inanç içermez. Çünkü inanç, bütün duygu-eylem kavramları arasında en muktedir olanı. Ama bilginin gerçekliğini kabul etmek, hareket izdüşümlü bir iman ve sevgi potansiyeli taşıdığını da göstermez.

Bir bilginin pek çok bilgiye iman ettirdiği hakikat. Eğer kâinatı yaratanın varlığına ve birliğine inandıysanız, artık bu imanla binlerce bilgiye ispat gerekmeksizin iman edersiniz. Allah birdir ve tektir. Bu bilgi, insanın bütün hayatını kapsadığı gibi, devamında imana ve sevgiye doğru bir istikamet belirler. Bu istikamette sapınç ve sapak olmadan mesafe kat edebilmenin yegâne yolu eyleme geçiştir. Eylemsizlik, bütün bilgiyi boşa harcamak demektir. Bir bilgiyi iman ve sevgiyle harmanladıktan sonra onu aklın ve kalbin raflarına kaldırdığınızda, oradaki varlığı devam etse de varlığının verdiği etki belli sınırlara hapsolur. İşlevsizlikse sevginin cılız, imanın eksik ve pasif kalmasına neden olur. Bu daha ziyade suyun kimyasına benzetilebilir. Belli bir alan içine hapsedildiğinde ve akıp gideceği kanallar tıkandığında, suyun yapısında bariz bozulmalar meydana gelir. En iyi ihtimâlle bile içinde zararlı bakteriler ürer. Ama akan bir su daima temizdir. Akış bir eylemdir ve temiz olanın temiz kalmasını sağlar. Bulanık değil, berraktır akış. İşte imanın ve sevginin eyleme dökülmüş hâli de suyun bu akıbeti gibidir. Eğer imana ve sevgiye yaraşır bir eylem dizisi kesintisiz sürdürülebilirse, bilgide ve bilginin devamı olan iman ve sevgide herhangi bir bulanıklık meydana gelmez, zararlı bakteri oluşumu da bu yolla ekarte edilmiş olur.

Allah’a (cc) iman etmek ve Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa’ya (sav) inanıp sevmek, sevginin ve imanın korunabilmesi adına bir dizi eylemin de gerekliliğini gösterir. Suyun akışı bu mevzuda çok daha mühim. Birini sevmek ama eyleme geçmeden bunu içten icra etmek de kimyevî bozulmalar meydana getirecektir. Fakat sevilen ve iman edilen Yüce Allah ve O’nun Rasûlü ise, eylemsiz kalp ve akıl, imanı muhafaza etmeye yetmeyecek ve sevginin de kısır bir hissediş olarak anlamsızlaşmasına sebebiyet verecektir. Zira Yaradan Kendisine sevgiyi bile Hazreti Muhammed’e (sav) itaatle eş tutmaktadır. Yüce Allah, sevgiyi harekete geçirmenin ne denli önemli olduğunu şu emriyle akla ve kalbe nakşediyor:

“De ki, ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız Bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir’.” (Âl-i İmrân, 31)


Yaradan’a kalbî bir imanla muhabbet duyan nefis, O’nun Peygamberini de sevmelidir. Ve bu sevgi, ancak hareketle şekle kavuşur. Hareket ve eyleme geçiş çeşitli sevme usulleri için değişkenlik gösterse de sevginin muhatabı Yaradan ve O’nun Rasûlü ise, eylem, itaatle eş anlamlı bir kıymete erişir.

Birkaç satır öncesinde de altını çizmeye çalıştığım mühim nokta şu ki; bilmek eylemine kalp ve akıl birlikte dâhil oluyorsa, orada hakikatli bir imandan söz edilebilir ve bu hakikatli iman, insanı muhakkak harekete geçirir. Tek bir duygu, sıralı eylemleri var etmede yeterli: Yaradan’a iman etmek… Bu iman bütün kâinatı kapladığından, O’ndan başlayıp O’nun Peygamberini, O’nun kelâmını, O’nun emirlerini, O’nun yarattıklarını sevmek şeklinde eklenerek büyüyen bir duyguya geçişi sağlar. Ve bütün bu sevmeler, birtakım eylemleri de mecburî kılar. Çünkü iman, daha önce de söylediğim üzere, ancak kalp ve aklın birlikteliğinden meydana gelebilir. Kalp ve akıl bir arada aynı duygu ve idrakte buluştuğunda, muhakkak önce derûnî bir akışa, sonra da dışavurumcu bir aksiyona evrilir.

Sevgili Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa’yı (sav) sevmenin eylemsel izdüşümü ise birtakım gayretlere bağlı. Görünmez, ölçülemez, hesap edilemez bir duygu olan sevmenin gözle görünür bir vücuda kavuşabilmesi için illâki gerekliliklerin gayretle var edilmesi gerek. Peygamber sevgisi öyle söz ve hisle sınırlandırılabilecek bir tekdüzeliğe hapsedilemez. Statik bir sevgi her ne kadar gerçekliğini yitirse de, biz bu gerçekliği kabul etsek dahi var olduğu öne sürülen sevgi, hareketsizliğin katline maruz kalacaktır. Peygamber sevgisi öyle basit bir his olarak nitelenemeyeceğinden, eylemsiz sevgi ölüme mahkûmdur.

Evvelâ sevmenin gerek şartı tanımaktır. Tanımak da aklın hareketine bağlı. Akıl, öğrenmekle yükümlü. Peygamber Efendimizi öğrenmek, başlangıçta iddia edilen sevginin gerçek bir kimliğe kavuşmasını da beraberinde getirir. Yine her sevgi adresi için aynı tez kabul edilemez olsa da kâinatın sebebi Hazreti Muhammed’i tanıdıkça sevgi ve muhabbet de artacaktır. Artan sevgi ve muhabbet, daha doğru eylemleri de mümkün kılar. Tanımak ve bilmek, bu sevgiye aklı daha çok dâhil etmek olarak düşünülebilir. Taklidî imanı aklî ve kalbî imana yükseltmenin yolu da bu zaten. Peygamber sevgisi için hareketsizlik nasıl düşünülemezse, tek bir hareket de kabul edilemez.

Peygamber sevgisi, süreğen bir devinimle var edilebilir. Yani tanımak eyleminin ardından itaat etmek evresine geçmek gerekiyor. Peki… O’nu tanıdık, bildik, iman ettik ve itaat ettik fakat hâlâ gereklilikler listesi tamam olmadı. Çünkü iman ve itaat varsa bir başka hareket daha kaçınılmaz oluyor. O’nu örnek almak. Misâl, Peygamber Efendimiz insana ve insanlığa nasıl bir nezaket ve sevgiyle muamele ediyorsa, bunu insan ilişkilerinde değişmez tavır olarak benimsemek lâzım. Yani sadece Hazreti Muhammed’in emirlerine uymak ile din adına söylediklerini doğru kabul etmek sevgi ve imanın varlığını mühürlemiyor. Bir de çevreye, kâinata, tabiata onun hassasiyetleriyle muamele etmek lâzım. Başka türlüsü, sevginin sahtecikten bir zorlama olduğu vahametini akla düşürebilir. Peygamber’i sevdiğini öne sürüp insana ve tabiata hor davranan birinin bu sevgiyi anlatacak tek bir delili bile yok demektir. Bir diğer yönden O’nu anlamak, tanımak ve bilgiyi kişisel hayatın birincil kıstası hâline evirmek dışında, O’nu anlatmak ve tanıtmak gibi gayretler de sevginin izdüşümü olarak kabul edilebilir.

Nasıl ki iman kalbî bir muhabbetse ve bu muhabbetle uyulması, itaat edilmesi gereken bir sistem varsa, Peygamber sevgisi ve imanı da aynı şekilde yapılması gerekli ve yapılmaması lâzım gelen eylemleri beraberinde getirir.

Hiç kimse sözde bir sevgiden ve pasif bir imandan söz etmesin! Çünkü imanın kendisi de, sevginin nüvesi de hareketle kaimdir. Hareket, imanın ve sevginin devamı olmayıp, bizzat ana unsurudur. Söz konusu Allah (cc) ve Peygamber (sav) sevgisiyse eylem de ancak emredilen şekilde gerçekleştirilebilir. Rabbin şeriatına da, Peygamber’in (sav) eylem ve sözlerine de sonsuz bir itaatle bedenen ve zihnen katılım göstermeden gerçek bir sevgiden bahsedilemez. Zaten eylemsiz sevgi, sakit suyun bozulması gibi zamanla bozulacak, eksilecek ve bütün değerlerini kaybedecektir.