
DÎVAN edebiyatındaki en merkezî yerde olan “sevgili”, pek çok isim ve pek çok sıfat ve de özellikle anılır. Cân, cânân, yâr, dost, mahbûb, habîb, hûb gibi kelimeler de sevgili için en sık kullanılan isimlerdir. Mâh (ay), mihr (güneş), âb-ı hayât, bahâr, melek, huri, peri, sanem (put), şâh, sultan, gül, servi, şem’ (mum) ve ahu ise sevgilinin tavsifi için seçilen kelimeler arasındadır.
“Sana kimisi cânım kimi cânânım deyü söyler/ Nesin sen doğru söyle cân mısın cânân mısın kâfir…” (Nedim)
“Ey acımsız sevgili! Sana kimi canım kimi de cananım diye hitap eder. Doğru söyle, nesin sen? Can mısın, canan mı?/ Acep mi beklesem yatsam o şâhın rehgüzârında/ Fakîr ümmîd-i ihsân eyler elbet pâdişâhlardan…” (Leyla Hanım)
(O sultanın yolu üstüne yatıp beklesem tuhaf mı? Elbette ki fakirler, padişahlardan ihsan bekler.)
Sevgilinin davranışları ve âşığına olan olumsuz tutumları, cadı, kâfir, zalim, afet, mekkâr, (hilebaz), gammaz, bîvefa, serkeş gibi sıfatlarla dile getirilirken, âşığın ona muhtaçlığı ile ilgili olarak da sultan, şah, tabip, ilaç, merhem, (Hazreti) İsa gibi benzetmelerden yararlanılır.
“Gamım pinhân tutardım ben dediler yâre kıl rûşen/ Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı?” (Fuzûlî)
(Ben gamımı gizli tutuyordum, sevgiliye açıkla dediler. Söylesem, acaba o vefasız inanır mı, inanmaz mı?)
“Çeşm-i mahmûrun beni bir rütbe mecrûh itti kim/ Ey tabîb-i cân ü dil zahma yine sensin devâ…” (Leyla Hanım)
(Mahmur gözün beni o kadar yaraladı ki… Ey canın ve gönlün doktoru, yaraya yine deva olacak sensin!)
Sevgili, klasik şiirde daima yüceltilen bir konumdadır. O, âşığına hükmeden, ona eziyet eden, aşkını türlü cefalarla sınayan, duyarsız ve vuslatına imkân olmayan bir varlıktır. Vuslat beklemeyen âşık, bir yandan sevgilinin her türlü eziyetine ve rakibin her cinsten oyunlarına katlanırken, hem ayrılıktan şikâyet eder, hem de içindeki durumun devam etmesini ister.
Sevgilin üstünlüğü onun fiziksel özellikleriyle başlar ve davranışlarıyla doğrulanır. Buna göre sevgili, boyu uzun, beli ince, saçı siyah, yanağı pembe, dudağı kırmızı ve teni beyaz bir “güzel”dir. Hoş edalı, nazenin, naz sarhoşu, şuh, gönül çelen ve istiğna (minnetsiz) ve tegafül (anlamazlıktan gelme) sahibidir.
“Bu ne yüzdür, bu ne gözdür, bu ne zülf ü bu ne bâlâ/ Biri lâle, biri nergis, biri sünbül, biri Tûbâ…”
(Bu ne yüzdür, lâleye benzer; bu ne gözdür, nergise benzer; bu ne saçtır, sümbüle benzer; bu ne boydur Tubâ (ağacına) benzer.)
“Geh nâz ü geh kirişme vü geh işvedir işin/ Cânun sevenler olmasa yeğ âşinâ sana…”
(Ey sevgili, işin bazen naz, bazen cilve, bazen işvedir. Canını sevenler sana yakın olmasa yeridir.)
Dîvan edebiyatında güzelden ziyade güzellik arayışı içinde olan âşık, “sevgili”yi idealize eder. Bir yandan sevgiliyi överken, diğer yandan âşık olarak kendisinin üstünlüğünü de ortaya koyar. Bu nedenle sevgiliye atfedilen üstün vasıfların sonu gelmez. En yüce tabiat varlıkları, en güzel çiçekler ve en ulaşılmaz mitolojik varlıklar onunla bağdaştırılır. Örneğin, sevgili, âşığın karanlık dünyasını aydınlatan bir güneştir: “Göz göre sensiz şeb-i târ oldu rûz-ı rûşenim/ Kandasın ey âfitâb-ı âlem-ârâ kandasın…” (Hayretî)
(Sensiz aydınlık günüm karanlık geceye döndü, bu çok aşikâr! Neredesin ey âlemi süsleyen güneş, neredesin?)
Dîvan edebiyatında sevgili; ilâhî, dinî, beşerî olmak üzere sınıflandırılabilir. İlâhî olan sevgili Allah, dinî olan sevgiliyse Hazreti Muhammed başta olmak üzere din ve tasavvuf büyükleridir. Beşerî sevgili ise Dîvan edebiyatında, yukarıdaki güzellik unsurlarıyla tasvir edilen güzeldir.
“Çünkü sen âyîne-i kevne tecellâ eyledün/ Öz cemâlün çeşm-i âşıktan temâşâ eyledün…” (Yenişehirli Avnî)
“Cebînün sûre-i ve’ş-Şems sînen matla’-ı ve’l-Fecr/ Saçun ve’Leyl yüzün ve’d-Duhâ’dur Yâ Resûlallah.” (Kânî)
(Yâ Resûlallah, Senin alnın Şems, göğsün Fecr Sûresi’dir. Saçın Leyl, yüzün ise Duhâ Sûresi gibidir.)
“Bâğ-ı ruhunda dâne-i hâline ey perî/ Meyl eylesek aceb midir âdem değil miyiz?” (Necatî Bey)
(Ey peri! Yanağının bahçesindeki ben tanesine meyle etsek tuhaf mı? Ne de olsa insan değil miyiz?)
Dîvan edebiyatında aşkın her türünden bahsedilir. Her aşkın kendine özgü değeri ve önemi vardır. Beşerî aşk İlâhî aşka ulaşmakta bir vasıta olduğundan, çoğunlukla elzem olarak görülür. Aşk “sevgiliye râm olmak, sevgilide kaybolmak ve sevgili olmak” demek olduğundan, hangi tür sevgili olursa olsun, onun hükmü geçerlidir. Âşık, bütün çilelerine rağmen sevgilinin terbiyesiyle olgunlaşır ve “insan” olma özelliğine kavuşur. Bu, aynı zamanda âşığın öneminin kalmaması, sadece aşk ve sevgilinin var olması demektir.
“Ger ben ben isem nesin sen ey yâr/ Ve ger sen sen isen neyim men-i zâr…” (Fuzûlî)
(Ey yâr! Ben ben isem Sen nesin? Ve eğer sen sen isen zavallı ben kimim?)
Beşerî aşktan İlâhî aşka geçildiğinde âşık ve sevgili bir olur: “Bir mertebe vardur bir olur ‘âşık u ma’şûk/ Nev‘î nitekim ‘ışk ile Mecnûn idi Leylâ…” (Nev’î)
(Öyle bir mertebe vardır ki âşık ile maşuk orada tek olur. Ey Nev’î! Nitekim Mecnun aşk sebebiyle Leyla ile bir olmuştu.)
Görüldüğü gibi, Dîvan edebiyatında sevgili, en değerli varlıktır. Âşık, onun için en sevdiği canından bile geçmeye razıdır. Her türlü nimetten geçer ama âşıklıktan vazgeçmez.
Âşığın candan öte sevgilisi her zaman ona sevgili olarak görünse bile o sevgilinin de sevgilisi elbette vardır. Dîvan şiirinde vurgulandığı üzere sevgilinin sevgilisi, en sevgili olan Allah’tır ve O’nun da sevgilisi Habibullah’tır.