Sevgili günlük

Ben açtım, aç olanı anladım günlüğüm, bu kolay! Anladım Özdemir Asaf. Ya sen sevgili günlük? Biliyorum, toksun. Öyleyse soruyorum: “Bir gerçeği erken, bir açlığı tokken anladın mı?”

UZUN zamandır elime kâğıt kalem almadım. Güneşin battığı bir vakitte hayâl kurmadım sevgili günlüğüm. Umut etmedim yarınlar için. Düşünmedim olan bitenin üzerinde; düşünmemek kolaylaştırıyordu her şeyi, fakat maalesef yakayı kurtarmak anlamına gelmiyordu bu. Hatta çoğu zaman daha çok zorlaştırdı yaşananları ama düşünmek için vaktim yoktu.

Kendim ve dünya için endişelenmedim, ne yazık! Aklımla dolaşıp durdum, aklımı kalbime sormadım. Unuttum kendimden, iki yıldır hazırlandığım ve felâketim olan sınavımdan, test kitaplarından başka şeyler konuşabilmeyi. Bahsetmek isterdim örneğin… Ah, yapamam! Dedim ya, unuttum işte! Sınavdan ve geleceğimden başka konuşulacak daha önemli ne vardı ki(!)…

Dikkat dağınıklığım olduğunu sınav senemde öğrendim. Psikiyatriye gittim ve ilaç kullanmaya başladım. Komik, çünkü ilaç kullanabilmem için doktora yaşadıklarımı anlattığımda, kurduğum her hastalıklı cümlede “sınav” dedim. Gerçekten dikkatim dağınık mıydı? Yoksa ben bir “sınav hastası” mıydım?

Maalesef etkisi azaldığında öfke krizlerine sebep olan ilaçlar kullandım yok yere. Acımasızca davrandım benliğime. Kendime hasta ve başarısız muamelesi yaptım. Biliyor musun, güzel bir uyku bile çekmedim uzun zamandır günlüğüm. Hatta normal bir şekilde bir uykuya dalamadım bile. Çünkü test kitapları ve yetişmeyen konular döngüsünde kaybolurken, beş dakika önce çalışma masamda son soruları çözüp yatağıma uyumak için gittiğimde fark ediyordum ki, yalnız kaldığım, hayatı ve kendimi sorgulayabildiğim tek alan, başımı koyduğum yastıktı.

Bu sınırlı alan olan canım yastığım, yumuşaklığıyla uykumun konforunu arttıracağı yerde, gözümde korkunç bir nesne hâline gelmeye başlamıştı. O kadar çok şey “yapmıyordum” ki (yap-a-mıyordum), yapmadıklarımın hesabı kalbimde büyüyor, her gün ince bir sızı ile başlayan ağrılarım artıyor ve ben, gün sonunda o yastıkta yavaş yavaş azalıyordum.

Uykusuzlukla baş edemezdim. Çareyi bir dizi veya film karşısında sızarak buldum. Sızmak, uyuya kalmak...

Ey sistem! Beni babaannemin uyku düzenine dâhil olmaya nasıl zorlarsın? Ben daha 19 yaşındayım, televizyon karşısında sızmak için henüz çok gencim!

19 sene demişken… Sahi günlüğüm, bu aralar 19 yaşında olduğum için üzülüyorum. Hatta çoğu zaman yaşımı unutuyorum. Sorsalar, “1 Temmuz 2018, saat 13:00'da 17 yaşıma yeni bastım” diyeceğim. Sana söylediğim şu tarih, YKS’nin ikinci oturumundan çıktığım tarihtir, bilesin!

Tüm bu söylediklerimden sonra yanlış anlama beni, durumu ajite etmek değil niyetim. Yalnız olmadığımı ve büyük bir gerçeklikle tazecik beyinlerin bu karmaşanın içinde harap olduğunun farkındayım. Bu böyle geldi, böyle geçiyor. Büyüklerim de bunları yaşadı, ben de yaşadım. Yani bireysel söylemler değil bunlar. Toplu bir sitem…

Sitemim çok taze; çünkü yeni yeni kendimi toparlayabilmek için çabalıyorum. “Eskiden neleri yapmaktan zevk alırdım?” diye soruyorum kendime bugünlerde. Okuyacağım kitap listelerini hazırlıyorum. Yapmak istediklerimi, hayâllerimi gözden geçiriyorum. Çayımı yudumlarken, yemeğimi yerken vakitlerimden çalmamaya özen gösteriyorum. Uzun bir süre yavaş yaşamak, duyulmayanları duymak, görülmeyenleri görmek istiyorum. Güzel şeyler bunlar...

A! Tabiî bir de en çok, dağa taşa güzelce bağırmak istiyorum…

Anladım sevgili günlük, dünya ne demekmiş. Elim kolum bağlıyken, yapacak tek eylemim ders çalışmakken, soğuk, menfaatperest ve uzak yarınlar için hayâl kuranlar ile aynı yolda kesişmekti canımı sıkan. Bir miktar geç kalınmış bir anlamaktı benimkisi. Eğer böyle bir tecrübe yaşamış olmasaydım anlayamayacaktım. Acının hikmeti olsa gerek…

Ben açtım, aç olanı anladım günlüğüm, bu kolay! Anladım Özdemir Asaf. Ya sen sevgili günlük? Biliyorum, toksun. Öyleyse soruyorum: “Bir gerçeği erken, bir açlığı tokken anladın mı?”*

Anla lütfen, erkenler geç olmasın!

 

*Müzik: Marjan Farsad - Setareye Soheil