Sessizliğin çığlığıdır kulakları zorlayan

Zalimin yazdığı masallarla uyutulurken şimdi çocuklar, asırlar öncesi feneriyle, gündüz vakti insan arayan düşünür geçiyor içimden. Söndür ne olur fenerini Diyojen!

“BİR kuş vuruldu kanatlarından, sabahın ilk saatlerinde/ Vuruldu kuşlar kanatlarından bir bir/ Sokaklar bomboş/ Bomboş şehirler sessiz uykuda/ Duyan yok, uyanan yok/ Bomboş sokaklarda hışırdayan yapraklar kaldı/ Uyanan yok/ Bir kuş vuruldu/ Vuruldu kuşlar, uyanan yok.” (Alara Felek) 

İnsan diğerkâmlığın ünlemi olmalı; adaletin ve şefkatin. İyiliğin şanı, merhametin aynası, erdemin yansıması… Her nerede olursa olsun, yolunu kesmeli mazlumun çaresiz çığlıkları, uykularını bölmeli. Tutmalı mazlumun elinden gördüğü kâbustan uyanabilmek için. Başkasının ocağına düşen ateşi yüreğinin en derininde hissetmeli. Ben olmanın konfor ve hafifliğinden sıyrılıp fedakârlığın asaletini bürünmeli. İnsan ne kadar sonsuz olmayı diliyorsa, o kadar insana dokunmalı.  

Medenileştiğini zannederken günbegün, insan, vahşileşen kötü ruhlar tarafından savunmasız insanların, küçücük yavruların üzerine yağdırdığı zulüm, varlığımızın dehlizlerinde derin yaralar açmalı. Ya uyurgezer olup hülyalı rüyalara dalmalı yahut insanlık adına bir şeyler yapmalı. 

Mazlumun onurlu direnişinin kayıplarındaki yası nöbetleşe değil de eş zamanlı tutmalı. Merhameti damarlarından çekilmiş ve şeytanın ayak işçisi bir avuç zalimi kınamaktan öte gidemeyen devletlerin, insan hakları manifestosuna dipnot olarak pasif-agresif tutumlarını kalın puntolu büyük harflerle yazmalı. Kim olduklarını, neye ve kime hizmet ettiklerini hatırlamalı, hatırlatmalı. Benliğimizi, insanı yaşatmanın merkezine konumlandırmalı. Tarihin sayfalarına düşen bu katliamlara son noktayı koymalı. Kim bilir, işte o zaman bir çocuğun gülümsemesiyle derinleşecek insanlığın gelişmişliği ve dallarıyla uzanacak evrenin dört bir yanına. Renk, dil, din veya ırk ayrımı yapmadan hükümsüz üstünlükler fısıldayamayacak kimse kimsenin kulağına. Ki o, Beni Âdem değil miydi? Kadim zamanlarda dağın taşın yüklenemediği yüke talip olan hani? Ölümün ağırlığını omuzlarken yaşamanın ve yaşatmanın cesaretini kuşanan?  

Bir savaş söylemi almış başını gidiyor. Savaş mıydı evrenin satırlarına dökülen, yoksa zalimin insan hasadı mı? Yazılabilir miydi böylesi bir azalışın öyküsü? K/alemin nefesi kesilmez mi hiç, kelimeler tükenmez mi, en sessiz harfleri dahi dizgilemekten insan imtina etmez mi? 

Zalim, tarihin sayfalarına kanla yazarken zulmün en ağır tarifini, mazlumsa sessiz, sözsüz, renksiz yazıyor istikamete olan cesaretin alfabesini. Ancak kalbî okuryazarlığı olanlar okuyor bu insanlık serüveninin alt metnini. Karalasalar da maviyi şimdilerde, gökyüzünün siyaha çalsa da kıyısı, bir sapanın ucunda koca tanklara karşı koyarken çocuklar, acı bu kadar mı asil durur bir ülkenin yakasında? 

Hani nerede başkalarının acısını duyan, gerçek insan olma yolunda empati gücümüze güç katan, her varlığa tevazu içinde saygı duyan, iyiliğin, güzelliğin ve erdemin evrensel ilkeleri? Hani nerede bir bebek koparılırken kundağından zalimce ve bir annenin ağıtı kaplarken koca evreni sessizce “İnsan hakları” diyen ve bu otuz maddeyi deklare eden devletler?

Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır. Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsanî, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tâbi tutulamaz. Hiç kimse keyfî olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez. Kimse mülkiyetinden keyfî olarak yoksun bırakılamaz.  

Derken bu ilkeler yaşamak sahnesinde oynanan oyunda, başrolü hiç alamamış, dipsiz gecelerin sabahını bekleyen annelerin veya hiçbir gerekçe göstermeksizin tutuklanan, haklarındaki suçlamayı öğrenemeden akıl almaz işkencelere maruz kalan gençlerin. Yaşadığı bu zulme yandaşlık eden sessizlik ne acıdır ki uluslararası benimsenen otuz maddelik İnsan Hakları Beyannamesi’nin samimiyetsizliğini de gözler önüne seriyor.   

Zalimin yazdığı masallarla uyutulurken şimdi çocuklar, asırlar öncesi feneriyle, gündüz vakti insan arayan düşünür geçiyor içimden. Söndür ne olur fenerini Diyojen!

Öylesi gelişmiş bir çağ ki bu çağ, insanın ve eşyanın gelişmişliğiyle övündüğü fakat gördüklerinden utanıp kahrolduğu bir zaman… Nitekim saklanıyor aradığın ve bulamadığın o insan, bulunmak istemiyor böylesi bir devranın içinde.  

Düşünürken Beni Âdem’i kendimce, Nietzsche’nin o sözü geçti zihnimden: “İnsan, aşılması gereken bir şeydir. Onu aşmak için ne yaptınız?” 

Evet sevgili Nietzsche, senin yaşadığın o dönemden bugüne değişen hiçbir şey yok. Yine savaşlarda masumlar katlediliyor ve yine insanlar açlıkla mücadele ediyorlar. İnsanlık mı? Kimi en aşağı çukurları kendine yurt edinirken, kimi zamanı aşıyor, sonsuzluğa yürüyor. Daha da önemlisi Nietzsche, Tanrı ölmedi, yaşıyor. Çekeceği var bu kahir ekseriyetin!