Sesimi duyan var mı?

Hissedenler için ne acılı yerdeyiz! Bazen “Sesimi duyan var mı? Kimliğim sağ elimde. Bu kez benim, ses değil, söz veriyorum”, bazen de sadece bir “El-aman!” diyesi geliyor insanın...

BİR çağrı için ne gerekir? Bir çağrı ne için gerekir? Daha önemlisi, bir çağrı neyi ifade eder, onu diyelim, bir yere varmak mı, bir yere varamamak mı? Yolda kalmak mı, yoksa yolda düşmek mi? Yolu mesken edinmek mi? Bir imdat nidası mı? Karşılık beklemeden boşluğa bırakılan bir ah mı? “Ah” deyince acısı tatlıya ermemiş, tadı olmasa da henüz suyu damakta bir mektup mu?

“Tellâl” derler adına, bir konuyu duyurmak için bu işi meslek edinmek mi? Bir soruyu sormak mı, bir cevabı ilân etmek mi? İlânen tebligat mı? Bir mahkeme önünde muhtemel bir suçluyu salona davet mi? Suçu örtbas etmek mi? İyi giyimli, süsü, sosu ve malzemesi bol bir etkinliğe davet mi?

Ya da bütün bunların tersi, iyi olmayandan el çekmek, iyiyi göstermek ve sükûnete davet mi?

Hangisine yönelsek, bize başka bir cevapla karşılık verecek gibi… Manzara bunu gösteriyor. Zira bu kadar tezat arasında kendimizi nasıl bir çizgiye çekmeye çalışıyoruz, anlamak zor iş. Kaldı ki, bu kadar ses arasında kendi sesimizi icra etmemiz, kendi sesimizi tanımamız ve fark etmemiz ne kadar sağlıklı bir olasılık?

Bu, gerçekleşmesi takdire şayan bir durum doğrusu. İnsana en yakın ses kendi sesi bile olsa, dinlediği vakit, “Bu ses benim mi?” demekten kendini alamıyorken...

Sesimizi kendimiz bile tam duyamıyorken, sesimize karışan başkaca seslerden -çoğuna “parazit” de denilebilir- sesimizi arındırmak, kalabalık bir meydanda hiç konuşmadan anlaşmak, anlaşılmak kadar zor değil mi?

O nedenle, sesi duyurmaktan önce -ister iç, ister dış ses olsun- sesin hangi taraftan ve kimden geldiğini tespit etmek, sanılanın aksine oldukça etraflıca bir süreci ifade ediyor.

En kolay tâbirle, yankısını defalarca teyit etmediğimiz sesin nereden geldiğine bir kanaat getirmemek gerekiyor. Bunun için de bizden çıkan ve yankısı bize dönen, dolayısıyla muhatabı evvelâ kendimiz olan “Sesimi duyan var mı?” türünden bir imdat çağrısına ihtiyaç söz konusu.

“Sesimi duyan var mı?”  

Allah korusun, bir afet ya da acil durumda çokça duyduğumuz bir cümle… Hayat belirtisinin hem en cılız, hem en güçlü işareti. Hayat ile memat arasındaki o ince çizgide hayata daha yakın olduğunu ifade etmenin belki de somut göstergesi. Gelmez ise bir yardım, sesin gittikçe kısılarak duyulamayacağına olan inancın zayıflayacağının en bâriz işareti, “Bir vakit daha gelmeseniz...” diye başlayıp devam ettirilemeyecek cümlenin ta kendisi!

Bu nedenle o bir cümle çok kıymetli: “Sesimi duyan var mı?”

Cümle elbette önemli ama onu asıl önemli kılan, kendi cismi değil, arkasında yer alan hayat. Öyle ya, olmasa bir hayat, sesin bir bant kaydından ne farkı kalır? Doğru. Ancak tezat şu: Cümlenin aslında yer alan meziyet gerçek bir hayatı kurtarma çabasını ifade ederken, günümüzün oldukça sisli atmosferinde kaybedilen bir hayatı ilân eder hâle gelmiş olması.

Bu ne demek?

Sesimizi duyurma çabasının hayatta kalmanın önüne geçmiş olması demek…

Hayatî önemi haiz” derken çoğumuzun kastettiği şeyin çok farklı olması demek…

Acil veya çok acil olana atfedilen ile adil veya çok adil olana atfedilenin, kanı durdurmak yerine daha çok kan kaybettirmesi demek…

Güldüğümüz zaman neye tekabül ettiğini, ağladığımız zaman içimizin ne için yandığını, duyduğumuz her ne ise kulağımızdaki tesirin anlamını, gördüğümüz her ne ise şâhitliğimizin bize hangi sorumluluğu yüklediğini bilememek demek…

Hayatın yaşadığı yeri bilmeden onun adresine mektuplar yazmak, ona dahi sesimizi duyurmaya çalışmak demek…

Sesimizi bulmadan, sesimizi bilmeden, sesimizdeki cızırtıları silmeden, ödünç seslerle şarkı okumak demek…

Kaybettiğimiz kimliğimizi yenilemek yerine sahte kimlikler edinip onlar adına sesimizi yükseltmek demek…

Bedenen hayatta kalabilmek için en değerli neyimiz varsa verebilecekken, rûhen hayatta kalabilmek için iki satır ezberimizden başka bir şeyimizin kalmaması, kalamaması demek…

Hissedenler için ne acılı yerdeyiz!

Bazen “Sesimi duyan var mı? Kimliğim sağ elimde. Bu kez benim, ses değil, söz veriyorum”, bazen de sadece bir “El-aman!” diyesi geliyor insanın…