
Dinleyiniz
BAĞDAŞ kurdum. Ellerimi dizlerimin üzerine bıraktım. Önce gözlerimi kapatmadım. Etrafta ne oluyor, ne bitiyor, görmek istiyorum. Omurgam güzelce, dik bir şekilde, sanki yukarı doğru uzanıyor. Bir yandan da kök çakranın aslına doğru hücum ettiğini varsayıyorum. Omurgamın uzamasıyla tepem göğe yükseliyor, bir yandan da yer çekimi ile toprağa çekiliyorum. Yukarı uzanmamın ve aşağı çekilmenin arasındayım.
Önce sabit bir noktaya bakmak iyi geldi ama şimdi gözlerim kendi kendine kapanmak istedi. Kendi bünyemde ilk seyrüsefere çıkıyorum. Dimağım durgun. Gözlerim kapalı. Ellerim kıpırdamıyor dahi. Plasebo etkisi yavaş yavaş gırtlağıma, ağız boşluğuma, dilime, genzimle beraber burnumdan göz çukurlarıma yavaş yavaş sirayet ediyor. Kaşlarım, frontal bölge ve sessizlik… Bir omurga, iki kulaktan başka geriye bir şey kalmadı.
Sahi, bu “yoga” dedikleri ilim neyi anlatmak istiyor?
Yoga zihni, bedeni ve ruhu birleştirmeyi amaçlar amaçlamasına ama burada devreye giren organlardan canlılık emaresi için şart olan kalptir. Amma velâkin asıl organın kulak olması dikkat-i celptir. Modern dünyanın transa geçmesi Sadhaka’nın komutları ile gerçekleşebiliyordu. Meditasyondan bir sonraki safhanın asıl gayesi ise “kavuşma-birlik-karşılaşma”dır. Sessizlik ve sakinlik noktası, odaklanmayı getirirken dinleme, itaat etme ve saygı ise nirvanasıdır.
Bu deneyim bilime ve egzersize dayanan bir metottu ama uğradığı temel noktalar, hakikat pınarının sadece bir kuple imajinasyondu. Nirvananın nihaî noktası, içimizde büyüttüğümüz her ne varsa onların ölmesidir.
İşitme fizyolojisi
Sempatik (savaş veya kaç) sistemin ve parasempatik sistemin (dinlen veya sindir) vücudumuzda istemli ve istemsiz hareketlerin yanı sıra işitmek, dinlemek, duymak ve ardından itaat etme becerilerini anlamaya ve aralarındaki farklara değinelim.
Herhangi bir şekilde oluşan etki ve tepkiyle ses dalgalarının devamlılığı, zamansallığı ve hava molekülleri ile titreştiğinde sesleri duymaya başlıyoruz. İşitme kanalı ile kulak zarına gelen titreşimleri tıpkı bir davul derisi gibi olan mekanizmaya, çekiç, örs ve üzengi kemiğine ulaştırır.
Bir ata binme senfonisi düşünelim. Bir sıçrama hareketi başlar. Oturma eyleminin ardından iki ayağın yerleştiği metal halkalarla yani üzengi kemiği ile denge sağlanır. İç kulakta salyangoz gibi olan kemiğe gelir. Ses molekülleri su moleküllerini harekete geçirerek, bu titreşimlerle üretilen sesler, yüksek frekans-düşük frekans veya seslerdeki farklılıkların iletimi için aktif gönence devam eder.
Elektrik sinyalleri beynimize iletildiğinde bu hava moleküllerinin arasındaki ileri geri hareketlerin oluşumu sesi oluşturur. Bu sistemin izahında tıp ne kadar ilerlese de sistem, kendi başına kelimelerin kifayetsiz olduğu bir düzenektir. Kusursuz insan kulağı 20-20 bin Hertz arasındaki sesleri işitir. Bir insan sesinin frekansı 500-5 bin Hertz arasındadır. Ses şiddeti “desibel” şeklinde isimlendirilir. 80 desibel (iş makinesi) üzerindeki sesler işitme kaybına yol açabilir. 130 desibel üzeri ise (jet uçağı motoru) fiziksel hasara sebep olabilir. Dakikada ortalama 800 kelime dinlenebilir ama 250 kelime konuşulabilir.
Duymak, dinlemek
Duymak, bir varlıktan haberdar olmaktır. Dinlemek, bizzat üzerinde durulan, yapılan bir eylemdir. Dinlemenin insan yaşamındaki yerini kisbî derecede müşterek konular ile açalım.
Bazı kavramlar vardır, izah edebilmek için peşi sıra gelen mefhumlar ile beraber anılır. Örneğin vatan-millet, Kur’ân-Sünnet, anne-baba, Rahmân-Rahîm, zâhir-bâtın gibi… İşitmek-görmek de bu türdendir. Bu kavramlara geçmeden önce, “işitmek” dendiği vakit iletişim alanına da girilmektedir. İletişimi bir alıcı, bir de verici olarak değerlendirirsek, dilin muhatabı kulaktır. Sesin veya sözün kulaktan başka alıcısı/müşterisi yoktur. Âlem hareket üzerinde olduğu için, zerreden küreye her şeyin dönmesiyle ilim ve irfanın yolu işitme üzerinde vuku buluyor. İslâm Medeniyeti bu anlamda bir söz medeniyetidir. Aynı kökte barınan söz, sohbet ve sahabe kelimeleri, temeddüm ile davranış olgunluğuna işaret etmektedir. Ve sahabelerin içinde amâ olan sahabe vardı fakat sağır bir sahabenin olmadığını vurgulamak gerekmektedir.
Fehmetmek, iyiyi kötüden ayıran anlama kuvvetidir. Bu dönüşlerin anlamını sorgulamak, anlamak ve idrak etmek, işitmenin üst cihetidir. Dinlemekten kasıt, mânâya vukuftur.
Duyma fiili, sıfatı ve mahiyeti değiştirmektedir. Örneğin saksıdaki bir çiçeği hoş olmayan sözler soldururken, bardaktaki suyun kimyasını bozabilmektedir. Dinleme insanda neye vesile oluyorsa hükmü de ona göre değişebilmektedir. Olumlu olumsuz hâller varlık kazanmaktadır. Misâl, mûsikî kişinin yürüyüşünü değiştirirken saç kesimini bile etkileyebilmektedir. Şuurlu kulak vermede ise insanın kendini görmesi hâsıl olabiliyor. İşitmek, görmekten daha üstün hâle gelebiliyor. Bu arada duymanın zıt anlamı olan engellemek, anlamamaktır. Aynı zamanda duymanın eş anlamı olan “tuy” ise bilmek, sezmek gibi anlamları taşımaktadır.
İkili terkipler: İşitmek-duymak
Nur Sûresi 51’inci ayette geçtiği üzere “İşittik ve itaat ettik” (En yegulu semi’na ve ata’na) tamlaması ikili terkiplere en güzel örneklerdendir. İşitmek fiiliyatından sonraki “itaat etme” fiiliyatı nazar-ı celptir. Konuyu açmak için Es-Semi’ ve El-Basîr terkibine bakalım.
Es-Semi’, bilindiği üzere duyan ve işiten mânâsındadır. Burada işitmek fiillerinin arasındaki anlam boyutlarına da değinmek gerekir. İşiten, “semi’” kelimesi ile bir konuşmanın gerçekleşmesi ve ardından gerçekleşmiş olan konuşmayı işitenin olduğu gösterilirken, Es-Semi’nin ise ezelden beridir olan yani duymama olasılığı olmadığı gibi O’nun gibi işitenin de olmadığını anlatan bir yaklaşıma sahiptir. Daha da mercek altına alırsak, işitme bir frekans veya titreşime, hatta kulağa bile ihtiyaç duymaksızın ve kâinat içerisinde O’na dua veya niyazları dua yapılmazdan evvel duyan ve bu niyazın gerçekleşeceği ses ve kudreti ona nasip eyleyip bu seslenebilmenin yaratıcısı ve konuşabilmeyi bahşeden bir Yaratıcıdan bahsetmeyi icap eder.
Es-Semi’, El-Basîr, Er-Rauf
Bir çocuk ne zaman konuşmayı öğrenir? Lahuti seslerin bu âlemdeki irtibatının kesilmesiyle, konuşmaların Allah’ın izni ile başlamasıyla, bu âlemdeki seslerin öteki âleme galebe çalması ve çocuğun kulağına dünya kelâmlarının dolmasıyla…
Seslenme dilin işlevidir. Fizyolojik olarak yukarıda duyma eylemine değinmiştik, biyolojik olarak da tamamlandığında ve Allah (cc) “Duy” emrini verir ve beyin devreye girer. Yine fizyolojik olarak bahsettiğimiz kulağın işitmesi ve işitmemesi gereken seslerin dalga boyutlarının “Duy” komutu ile belli desibelleri duyar, hissederiz. Ve buradan yola çıkarak işitmenin görmeye, görmenin de hissetmeye dayandığını anlamış oluyoruz.
Basîr, görmenin saf, ham hâlidir. Nazar ise bir hâdiseye veya bir şeye dikkat ederek, tartarak bakmayı anlatır. Konuşmazdan evvel ne konuşacağını ve işiteceğini bilen, gören ve bunu ona nasip eden Yüce Yaratıcı’nın Er-Rauf ve Er-Rahîm sıfatları ile tekrar vücut buluyoruz. Burası mühim.
“Ve hüve’s-Semiü’l-Basîr” (Şura, 11) ayetinde geçtiği gibi, işiten görür. Bilhassa doğru işiten, doğru görür. Burada ayetler, esma ve anlatıların sadasıyla asıl maksadımız ve gayemiz olan hedefe doğru ilerletmektedirler.
Besmeledeki işaret
Kelâm ilminin amacı ve derinliği nedir? Kelâm ilminin çatı bakımından ulûhiyet-nübüvvet-ahiret olarak üç ana konusu vardır. Rahmân ve Rahîm olan Allah’ımız bu esmasını birbirinden ayırmadığı gibi besmeleyi her işin başında güzelce söylemeyi buyurmuşlardır.
Cümle iyiliklerin neşet ettiği bu isimler Efendimize (sav) ithafen Tevbe Sûresi 128’inci ayet-i kerimede geçtiğinde gayet mühim bir nokta muhteva eder. Kendi isim ve terkibi için Rabbimiz bu ayetinde Peygamberimize (sav) de işaret etmiştir. Ve böylece ulûhiyet ve nübüvvet noktalarına temas ederken Peygamberimize doğrudan doğruya “İnandım” (Amentü) demesinin emredilmesiyle ahiret konusunu (Rauf ve Rahîm) af ve mağfiret noktasında belirtmemiz yerinde bir detaylandırma olacaktır. Amentü’nün varlığı bize Tevhid ve besmeleyi getirmektedir. Tevhid, Allah’ı Zâtından sıfatlarına “Tek Mabud” oluşunu zihin ve kalp yoluyla kabul etmektir.
Ve besleme… “ب” (B) harfi için Hazreti Ali (ra), “İlâhî sırlar peygamberlere inen kitaplardadır; peygamberlere inen kitapların sırrı Kur’ân’dadır, Kur’ân’ın sırrı Fatiha Sûresi’nde, Fatiha’nın sırrı besmelede, besmelenin sırrı ب harfinde, ب’nin sırrı ise altındaki noktadadır” der. Yine bazı âlimler “B” harfini Allah’ın Zâtına olan işaret olarak yorumlamaktadırlar. Besmelenin Allah’ın adı ile başlaması, bunun farkında ve idrakinde olan kişi için aklı ve fikriyle fiiliyat noktasında kendi tercihiyle kendisini “itaat” noktasında pozisyonlandırmasıdır.
“Bişnev” diye başlayan Mesnevi, hikâye şeklinde anlatılarak hem akılda kalması, hem de tesir bakımından bir toplumun değerlerini, inançlarını ve korkularını dile getirirken ilham olur. İnsanı iyiliğe sevk ederken, kötülüğe giden yollardan dimağı bertaraf etmeye daha muktedir bir anlatıma sahiptir. Anlatmak aklı ve fikri kıpraştırırken, böylece insanın süfli ve nefsî arzularının sevk ve idaresi için anlamaya çalışan kişiye seslenilmiş olunur. Peki, kimler dinler?
Kişinin kendi için yapacağı en güzel yatırımlardan olan dinleme faaliyeti, kendi nefsî arzuların kontrolünü ele aldırır. Canının her isteğine boyun eğmek istemeyenler, dinleyenlerdir. Anlamak, hakikatler dairesinde çapı ve ekseni paralelinde kişinin idraki ile harekete geçer. Hazreti Ömer (ra) dinledi, ardından anladı. Kapıdan içeri giren Ömer ile dışarı çıkan Ömer (ra) aynı değildi. Değişmiş, dönüşmüştü. Ve ardından itaat noktası geldi.
Ses ve dinlemenin başka bir boyutunda dinlemenin tesir olarak sıfatı, hatta örneğin saç rengi ve kesimini bile etkilediğini beyan etmiştik. Burada süfli ve nefsî dinlemenin tesirlerini de görmüş olduk. Dinlemek ve anlatmaktan kasıt, bireyin özgürce hareket etmesidir. Kişinin hürriyeti nefsin veya arzuların esiri olmayıp mükellef olduğu alanlara istekle itaat etmesidir. Peki, insanoğlunun sesi ilk idrak etmesi ne zaman olmuştu? Elest meclisinde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuyla… Rabbimiz ruhlara karşı bu soruyu sorduğunda önce Peygamber Efendimiz (sav) “Evet, Rabbimizsin!” cevabını verdi. Bu sesin önce işitilmesi, sonra idrakiyle cevap verilmesi (Araf, 172), ilk duyma faaliyetidir. Yine kıyamet gününde de bir “sesle” dünya hayatına son verileceği belirtilmiştir.
Kulak ve iffet
Akıl nimeti insanlara ve cinlere verildi. Allah’ın emirlerine uymak ya da uymamak konusunda özgür olarak yaratılması üzerine insanoğlunun ruh, beden ve nefis ile donanması ve kendi muhafazası, nefsinin de terbiyesi için iffet tanımına da bakmamız gerekir. İffet, öncelikle bedenî hazlara ve nefsanî aşırılıklara ilgi duymaktan kurtarılmış bir ruhî yapıya sahip olmaktır. Bu, kalbin iffetidir. Daha sonra tam iffete ulaşmak için eli, dili, gözü, kulağı ve genel olarak bütün bedeni ahlâka aykırı davranışlardan uzak tutmak gerekir. Kalbin iffeti, insanın temel görme merkezidir. Kalbin iffetini korumak için önce kulağın, sonra gözün iffetini muhafaza etmek gerekir. Zira hitap ilk kulaktan alınır. Keşşaflar yani izciler için en önemli görev, kendi kendini yönetebilmektir. İzci selâmında orta parmak, kendinden küçükleri korumayı temsil eder.
İnsanın kendini muhafazası için kulağımızın önemini ve kulak-Tevhid çerçevesini geniş bir açı ile ele aldık. İstifade edeni bol olsun.