Serrac’la kazandığımız Hafter’le gitmesin diye

Ne mutlu ki, bizim muhalefetimiz Rusya, Mısır, BAE, Yunanistan gibi ülkelerle aynı menfaatlerin peşinde değillermiş. Zira son dönemde onların ağzı ile konuşmayı bıraktılar. Ama sorun şu ki, aylardır Libya konusunu olumlu ya da olumsuz konuşmayı da bıraktılar. Demek ki, bizimkilerin Türkiye’nin menfaatini düşündükleri ve kazanımlarımızdan sevindikleri falan da yok.

KÜRESEL salgın sürecinde herkes bir virüsün peşine takılmış giderken, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, Covid-19’un dünyanın sonu olmadığını, salgından sonraki sürece güçlü girebilmenin devlet işlerini askıya almamaktan geçtiğini cümle âleme gösterdi. Ekonomideki bütün felâket senaryolarına inat, hem önemli yatırımlara devam edildi, hem güncel yatırımlara imza atıldı, hem de dış siyasetteki kazanımlarımızın korunması sağlandı.

Geçtiğimiz yıl Libya ile yapılan Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Anlaşması, yurtiçinde tepkiden çok övgü almış, İyi Parti, Saadet Partisi ve Gelecek Partisi ilk ağızdan konunun destekçisi olmuşlardı. Devamında Libya’dan gelen asker talebi ise Cumhur İttifakı dışında bir destek bulamadı, hatırlarsınız.

Asker göndermek için Meclis’e gelen tezkereye CHP, İyi Parti ve HDP, beklendiği ve önceden de deklare ettikleri gibi “Hayır” oyu kullanmışlardı. SP ise son dakikaya kadar karşı çıkmadığı tezkereye “Hayır” oyu vererek kimin dümen suyunda gittiğini bir kere daha ifşa etmişti.

Henüz kırkı çıkmamış prematüre Gelecek Partisi de tezkereye kadar izlenen Libya politikasına destek açıklaması yapmış, ancak Meclis görüşmelerinin olduğu gün “Asker gönderilmesini onaylamıyoruz!” diyerek oy hakkı olmamasına rağmen rengini belli etmişti.

Sonbaharda yapılan anlaşmayı destekledikleri hâlde tezkereye destek vermeyenler, bizi Libya’nın içişlerine karışmakla suçladılar. Evet, bizim yapmak istediğimiz de tam olarak buydu zaten; Libya’nın düzenini sağlamak.

Ancak bu, muhalefetin iddia ettiği gibi sadece Libya’nın iç meselesi değil, Türkiye’nin de haklarını koruması adına bir mecburiyetti. Libya’da bir seçim olsa ve biz Türkiye olarak bir ismi finanse etsek, bu iddia daha kolay yerine oturabilirdi belki (ki o durumda bile millî menfaatimiz birinin başarısına bağlı ise, bu destek meşrû olur). Ama BM’nin tanıdığı meşru hükûmetin, darbe ve terör yoluyla yönetime gelmeye çalışan bir grupla mücadelesine taraf ve destek olmakta ne sakınca olabilirdi ki?

Üstelik destek verdiğimiz Serrac değil de darbeci terörist Hafter başarılı olursa, o beğenip destek verdiğiniz MEB anlaşması da yok sayılacaktı.

İşte böyle bir sürecin parçası olan Libya’ya asker gönderme tezkeresine Akşener’in karşı çıkması, CHP ve HDP ile yaptığı ittifakı korumak adına yapılmış bir ihanet değilse, ancak devlet tecrübesi ve öngörüsüzlük olarak algılanabilir. “Bilge Başkan”ın çark edişini analiz etmeye bile değer bulmuyorum.

Peki, Davutoğlu onca zaman Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yapmış devlet tecrübesi olan biri olarak nasıl anlaşma ve tezkereyi farklı kategorilerde değerlendirip birine iyi, birine kötü diyebildi ki?

Saflar Libya konusunda netleşiyor

Netîcede tezkere aynı gün Meclis’ten geçti, beş buçuk aydır yürürlükte ve yaklaşık beş aydır fiilen Libya’dayız.

Libya ile aramızdaki tarihî bağı, güncel politikalarımızdaki yeri ve geleceğimiz için olmazsa olmazlarını 7 Ocak’taki “5 Asırlık Tarih, Vefâ ve Bekâ Sorunu Perspektifinden Libya Tezkeresi” başlıklı yazımda anlatmaya çalışmıştım. Hükûmet de Akdeniz politikamızın bir parçası hâline gelen Libya’da, millî menfaatlerimizin gereği ne ise onu yaptı geçen sürede.

MEB Anlaşması ile elde ettiğimiz kazanımların devamı için ilk şart, meşru Libya Hükûmeti’nin darbeci Hafter ve destekçilerine karşı üstünlük sağlamasıydı. Böylece aramızda yapılan anlaşmalar hayatta kalacak, biz de Akdeniz’de daha fazla söz sahibi olmanın imkânlarını kullanacaktık.

Çok özel bir strateji sonucu Libya ile birlikte Akdeniz’de kazandığımız statü, bölgede taşları yerinden oynatmıştı. Son günlerde Libya’dan gelen zafer haberleri ise o taşların bizim istediğimiz yerlere oturmaya başlayacağını gösteriyor.

Başlangıçta ufak tefek yaralar alınmış olsa da ilerleyen günlerde tam da istediğimiz gibi yürüdü işler. Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti (UMH); Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) sermayesi, Rusya’nın silah gücü, Mısır’ın bölgesel siyasetteki etkisiyle desteklenen lejyonerler ve darbeci terörist Hafter’in milislerine karşı zaferler kazanmaya başladı. Gerek lojistik, gerekse eğitim desteğimiz sayesinde UMH, Libya’nın büyük bölümünde hâkimiyeti sağladı.

Bu süreç, paralı askerlerin sahayı terk etmesine, ABD’nin net olarak UMH tarafında yer almasına ve sonunda Sisi’ye sığınan Hafter’in ateşkes çağrısı yapmasına sebep oldu.

Evet, tek başımıza destek olduğumuz meşrû hükûmet başarılı oldu ama Libya’da işimiz bitmedi. Ülkenin tamamında otorite sağlanıncaya kadar orada olacağız. Hattâ o bile yetmeyecek belki! Güçlü bir liderlik tesis edilene kadar Libya’nın iç karışıklıklara gebe olacağı görülüyor. Bir darbe ya da iç savaşı daha bertaraf etmekle uğraşmak yerine, bu ihtimâlin önüne geçebilmek için Libya’da kalmalıyız.

Libya’da elde edilen başarının dünyadaki yansımaları da değişti. Yunanistan farklı farklı protokollerle önümüzü kesme gayretlerini arttırırken, Rusya’nın ilk günlerdeki heyecanı ve ateşi düştü. Mısır, Hafter’e sığınak olurken, Ayasofya’ya bile dil uzatma gafletine düştü. ABD ise Türkiye ile aynı safta yer tuttu.

Menfaat kaygısı olan her ülke, gelişmelerin ardından öyle ya da böyle konuya ilişkin tutumlarını netleştirirken, bizim muhalefettense tık çıkmıyor. Hâlbuki Türkiye, Libya’da ve Libya politikası üzerinden Akdeniz’de millî menfaatimizi koruma çabasında…

Ne mutlu ki, bizim muhalefetimiz Rusya, Mısır, BAE, Yunanistan gibi ülkelerle aynı menfaatlerin peşinde değillermiş. Zira son dönemde onların ağzı ile konuşmayı bıraktılar. Ama sorun şu ki, aylardır Libya konusunu olumlu ya da olumsuz konuşmayı da bıraktılar. Demek ki, bizimkilerin Türkiye’nin menfaatini düşündükleri ve kazanımlarımızdan sevindikleri falan da yok. Davutoğlu hâriç…

Öyle anlaşılıyor ki, Davutoğlu’nun bu tür tutarsızlıklarına alışmamız gerekecek. Gündemde kalabilmek adına gerekli gereksiz her konuda konuşmaya çalışıyor Ahmet Bey. “Çok konuşan çok yanılır” misâli sık sık da kendiyle çelişmeye de devam ediyor. Libya konusunda da böyle oldu ve bir sosyal medya paylaşımında, Türkiye’nin Libya halkının yanında olduğu ve olmaya devam edeceği mesajını verdi.

Kendisine de cevaben yazmıştım; artık kimsenin inkâr edemediği bir başarıyı desteklemek, “Bakın, Hükûmet iyi işler yapınca destekliyoruz” demenin altyapısını hazırlamaktan başka bir anlam içermez. Ancak göz kırptığı HDP ve vekilbank CHP’den bu konuda bir uyarı gelir mi bilinmez…

Son olarak şunu belirtmek isterim ki, Libya ve Suriye ayrı terazilerde tartılamaz. Artık her ikisi de sınır komşumuz ve her ikisi de Akdeniz’deki varlığımızı büyütecek topraklardır. Konumları ve sonuçları farklı olsa da, her ikisi de Türkiye Cumhuriyeti’nin bekâ konusudur. Dolayısıyla her iki ülkedeki pozisyonumuzu korumak ve gerekirse geliştirmek, menfaatlerimiz gereği ve mecburîdir.