FRANSIZ Oliver Roy’un
(D.1949), sanıldığının aksine Türkiye’de epeyce takipçisi vardır. Kemalistler,
Sol’un bütün hizipleri, milliyetçi/Sağcı çevreler, hattâ bazı İslâmî çevreler
bile Roy’un temennilerini tekrarlamaktadırlar.
Roy, 1994’te “Siyasal İslâm’ın İflâsı” adlı kitabıyla Türkiye’de İslâm
karşıtı çevreler için bir teselli ve teskin nedeni olmuştur. Çünkü o dönemde
Refah Partisi’nin yükselmesini doğrudan “siyasal İslâm’ın yükselişi olarak”
görüp korku nöbeti geçirenler, Roy’un bu kitabı ile rahatlamışlardır. Roy’un
Fransız ve fevkalâde lâik olması, temennilerinin birer hakikat gibi kabul
edilmesine yol açmıştır.
Refah Partisi’nin iktidara sadece bir yama olacak kadar ortak olması,
projelerinin ve tekliflerinin askerî ve sivil kanatlarca engellenmesiyle “siyasal
İslâm” dedikleri akımın fazla korkunç olmadığını görmüşlerdir. Ancak yine de
bununla yetinmediler ve bilindiği gibi Refah Partisi’ni fasa fiso bahanelerle
kapattılar.
20’nci yüzyılda insanlığın yaşadığı en büyük felâketlerden biri, belki
birincisi olan sosyalizmin Türkiye’deki bağlıları, SSCB’nin çökmesini görmenin şokunu
uzun süre yaşayıp uyuştular. Çünkü onların öngörüsüne göre insanlık feodalite,
kapitalizm ve sosyalizm aşamasından sonra komünizme geçip cennet hayatını bu
dünyada yaşayacaklardı. Oysa hikâye böyle bitmedi. SSCB’nin çökmesiyle Rusya
sosyalizmden komünizme değil, yeniden kapitalizme geri döndü. Ömürlerini
sosyalizme (SSCB’ye) adamış olanlar, bütün sermayelerini kaybedip
şaşırmışlardı. Çünkü hikâyenin böyle bitmesine hazır değillerdi.
Sol çevreler eski Türkiye’de anti-Amerikan tutumları ile İslâm düşmanlıklarını
örtmüşlerdi. Bu örtü Soğuk Savaş döneminde onların bir çeşit albenisi olmuştur.
SSCB’nin çökmesiyle birlikte ise sahipsiz kaldıkları zannedildi. Oysa tabiatın
boşluk kabul etmeyeceği kuralı kendini bu alanda bir kere daha göstermiştir.
Sol’un sahipsiz olmadığı Soğuk Savaş döneminde bile SSCB kadar ABD’nin de Sol
üzerinde mülkiyet hakkının olduğu görüldü. Zira SSCB’nin tarihin çöplüğüne
yuvarlanmasının ardından Türkiye’de Sol’un üzerinde ABD tek başına sahip konumuna
gelmiştir.
Eskiden beri Sol söylem içinde “demokrasi”, oltadaki yem işlevine sahip
olmuştur. Kitleler hak ve özgürlüklerinin bu demokrasi söylemi içinde bir
karşılığının olacağını zannetmişlerdir. Sol örgütlerin Türkiye hayâlinin örneği,
kendi içlerinde uyguladıkları şiddet ve katliam hikâyeleri ile maluldür. Zaten
Sol, tek partili, seçimsiz, muhalefetsiz, işçi sınıfı diktatörlüğünü toplumun
önüne kutsal ve tartışılamaz bir hedef olarak koymuştur. Bu hedefe ne ölçüde
bağlı oldukları şüphelidir ama İslâm düşmanlığı, vazgeçilmez hedefleri
arasındadır.
Türkiye Solunun alâmet-i farikası İslâm düşmanlığıdır.
İşçi sınıfının egemen olacağı bir hayâli bayraklaştırmış olmalarına rağmen
Türkiye’de Sol’un arkasında büyük/kirli sermaye mevzilenmiştir. Türkiye’de yüzyıla
yakın bir zamandan beri ucuz iş gücü, rekabet yokluğu, gümrük duvarları ve
nihayet devlet bankalarının sınırsız kredi desteği ile büyümüş olan Koç Holding
gibi kirli sermaye çevreleri, İslâm’a karşı Sol’un müttefikidir.
AK Parti döneminde Koç Holding, mal varlığını da, sermayesini de katlamış,
yüz yılda kazandığından daha fazlasını kazanmıştır. Buna rağmen Koç Holding,
İslâm’a karşı duyduğu kin ve nefretten dolayı Sol’un müttefiki olmuştur. Bu
dönemde Koç Holding, mal varlıkları arasına Yapı Kredi Bankası’nı da katmıştır.
Bankanın yayın faaliyetleri ise tümüyle Sol ve Kemalizm hizmetine tahsis
edilmiştir.
Yapı Kredi Yayınları daha çok Nazım Hikmet, Sabahattin Ali ve Ahmet Ümit
gibi SSCB bağlılarının özel yayınları durumuna gelmiştir. Bu yayınların
gerçekten bir edebiyat değeri var mıdır? Sahip oldukları edebiyat değerleri
için mi Koç Holding’in bankası tarafından basılıp pazarlanarak kitlelere
ulaştırılmaktadır?
Bu sorulara olumlu cevap vermek mümkün değildir. Çünkü Koç Holding ve
benzeri sermaye çevrelerinin Kemalizm/sosyalizmden arınmış bir sanat/edebiyat
tutkusu ile bu yayınları yapmış olduklarını kabul etmek zordur.
Koç Holding için Sol yayınlar, sadece ticarî meta özellikleri ile de
sınırlı değildirler. Sanat/edebiyat, siyâsî amaçlar için bir örtüdür.
Sanat/edebiyat vurgusu, asıl amacın gizlenmesinde, kitlelerin aldatılıp
uyuşturulmasında bir araçtır. Sanat/edebiyat görüntüsü kitlelerin afyonu gibi
kullanılmaktadır. O siyâsî amaçların toplamı ise İslâm karşıtlığı, İslâm’ın
etkisinin toplumun üzerinden silinmesi veya azaltılmasıdır. Sol içerikli
yayınlar ise bu amaç için bir araç olarak görülmektedir.
Koç Holding, İslâm karşıtlığını ve siyâsî çabalarını elbette yayıncılık
faaliyetleri ile sınırlı tutmamıştır. Gezi Olayları’na bütün imkânları ile
destek olmuştur. Bütün askerî darbeleri alkışlamıştır. Hatırlanmalıdır ki, o
askerî darbelerin en büyük amaçları, “irtica” dedikleri İslâm’ın geriletilmesi
değil midir?
İslâm düşmanlığının örtüleri, çarşafları, nevresimleri
Oliver Roy’un “Siyasal İslâm’ın İflâsı” temennisinin en büyük müşterilerinden
biri Türkiye Soludur. Koç Holding gibi kirli sermaye sahipleri tarafından
yıllarca desteklenip para ve şöhret sahibi olması temin edilen eski SSCB
bağımlısı Ahmet Ümit bu konudaki görüşlerini bir romancı hayâlciliği içinde
şöyle açıklamıştır:
“20 yıl önce siyasal İslâmcıların bir tezi vardı: ‘Cumhuriyet düşüncesi
Türkiye’ye bir şey vermedi, Cumhuriyet düşüncesi tıkandı, bir yere geldi.’
Aslında bizler de, Solcular da böyle bir eleştiri getiriyorduk. Ama onlar Cumhuriyet’in
yerine siyasal İslâm’ın gerektirdiği bir politik yapıyı önermeye çalıştılar.
Fakat bu 20 yıl, bunun tümüyle bir yıkım, bir iflâs olduğunu, ülke için son
derece yanlış bir politik seçim olduğunu bize gösterdi. Artık buradan yeni bir
yapıya çıkmak mümkün. Buradan yeni bir Türkiye, demokratik Türkiye’yi kurmak
mümkün. Beni umutlu kılan şey bu.
Tarih bir yapıyı 20 yıllık bir süreç içerisinde bir düşünceyi kaldırıp çöpe
attı, bitirdi. Demokratik Türkiye’yi savunan sadece Sol değil, çok geniş
kesimlere, büyük bir cepheye görev düşüyor. Bunu da işte bu cephe
sağlayabilirse, gerçekten de daha demokratik bir ülke kurmak mümkün.”
Dikkat edilirse, Ahmet Ümit tek parti dönemini “cumhuriyet düşüncesi” diye
kutsamaktadır. AK Parti’yi doğrudan “siyasal İslâm” diye adlandırıp “AK Parti
eleştirisi” adı altında “siyasal İslâm” dediği İslâm’ı mahkûm etmeye
çalışmaktadır. Hatırlanmalıdır ki, AK Parti hiçbir zaman kendisinin “İslâmcı
bir parti olduğunu” iddia etmemiştir. Yaptıklarını da “İslâm’ın icabı” diye
savunmamıştır. AK Parti yöneticileri Müslümandırlar, ancak Türkiye’nin siyâsî
şartları ve dengelerine bağlı olarak her icraatlarını Müslüman kimliklerinin
bir sonucu olarak yapmış değillerdir.
AK Parti döneminde hak ve özgürlüklerin önündeki kısıtlamalar önemli ölçüde
kaldırılmıştır. Ahmet Ümit’in “cumhuriyet düşüncesi” diye kutsadığı tek parti
döneminde basın özgür değildi. 1922-1946 arasında Türkiye’de muhalefet yoktur.
Özgür basın yoktur. Ahmet Ümit’in kutsadığı SSCB idaresindeki mahkemelere
benzeyen İstiklâl Mahkemeleri vardır. O mahkemelerde savunma hakkı yoktur.
Cezalar 24 saat içinde infaz edilirdi. Hattâ siyaseten katledilenlerin çoğunun
cenazeleri bile ailelerine teslim edilmezdi. Bu yüzden katledilmiş pek çok
siyâsî rehinenin mezar yerleri bile yoktur!
SSCB’de siyâsî muhaliflere yapılanların benzeri, hattâ daha fazlası Türkiye’de
yapılmıştır. Türkiye Solunun İslâm’a karşı kullandığı en büyük sığınağı olan Kemalizm’in
mutlak karanlığında muhalefet de, siyâsî muhalif de yoktur. Koç Holding
beslemesi Ahmet Ümit, ilhamını Roy’dan alıp tek parti dönemini sahiplenerek, oradan
aldığını sandığı güçle İslâm’a saldırmaktadır.
Söylediklerinin tutarsızlığı şuradan da bellidir ki, kendisi, yanlış
söylemesine rağmen konuşma yazma hakkına sahiptir. Yani siyasal İslâm sandığı
AK Parti döneminde bu temel hakları elinden alınmamıştır. Kendisini besleyip
semirten Koç Holding ise mal varlığını bu dönemde katlamıştır. Ahmet Ümit “AK
Parti eleştirisi” diyerek İslâm düşmanlığını seslendirdiğinde, aslında
kendisine biçilen görevi yapmaktadır. Böyle konuşması, böyle yazması için
istihdam edilmiştir. Ucuz, sıradan polisiye hikâyelerine rağmen şöhrete ve
paraya boğulmuştur.
AK Parti’nin yirmi yıl boyunca hiçbir çevreyi karşısına almama ve
darıltmama adına özellikle liberal politikalarının bir sonucu olarak önünü
açtığı kirli sermaye, edindiği bütün gücü şimdi İslâm’a ve Türk halkının
geleceğine kastederek kullanmaktadır.
Ahmet Ümit, “siyasal İslâm’ın tarihin çöplüğüne atıldığı” iddiası ile mutlu
görünmeye çalışmaktadır. Oysa binlerce yıldır İslâm’ı söndürmeye, anılarda
bırakmaya tâ Ebu Cehil’den beri Ahmet Ümit’in öncülerinin gücü de, temennisi de
yetmemiştir!
Ahmet Ümit, Roy’dan aldığı “iflâs” söylemiyle aslında Türkiye’ye, Türk
halkına ve İslâm’a karşı bir Oryantalistin gözüyle bakmaktadır. İçerideki bir
yabancı, hattâ içerdeki bir düşman ağzı kullanmaktadır. Ahmet Bey gibilerinin
sözünü ettiği “demokratik Türkiye’de” İslâm’a yer olmayacaktır. O Türkiye’de
Müslümanlık özelliği baskın nitelik olan herkes birer rehine işlemi görecektir.
Bu, hayâl değildir. Ahmet Ümit’in kutsadığı tek parti CHP’si ve SSCB döneminde “demokratik
cumhuriyet” adıyla halka rehine muamelesi yapılmıştır.
Ahmet Ümit, adına rağmen İslâm’a da, Türk halkına da Oliver Roy’dan daha
yabancı, daha düşmandır. Kirli sermayenin kiralık bir tetikçisidir.