Sermayenin tetikçisi

AK Parti’nin yirmi yıl boyunca hiçbir çevreyi karşısına almama ve darıltmama adına özellikle liberal politikalarının bir sonucu olarak önünü açtığı kirli sermaye, edindiği bütün gücü şimdi İslâm’a ve Türk halkının geleceğine kastederek kullanmaktadır. Ahmet Ümit, “siyasal İslâm’ın tarihin çöplüğüne atıldığı” iddiası ile mutlu görünmeye çalışmaktadır. Oysa binlerce yıldır İslâm’ı söndürmeye, anılarda bırakmaya tâ Ebu Cehil’den beri Ahmet Ümit’in öncülerinin gücü de, temennisi de yetmemiştir!

FRANSIZ Oliver Roy’un (D.1949), sanıldığının aksine Türkiye’de epeyce takipçisi vardır. Kemalistler, Sol’un bütün hizipleri, milliyetçi/Sağcı çevreler, hattâ bazı İslâmî çevreler bile Roy’un temennilerini tekrarlamaktadırlar.

Roy, 1994’te “Siyasal İslâm’ın İflâsı” adlı kitabıyla Türkiye’de İslâm karşıtı çevreler için bir teselli ve teskin nedeni olmuştur. Çünkü o dönemde Refah Partisi’nin yükselmesini doğrudan “siyasal İslâm’ın yükselişi olarak” görüp korku nöbeti geçirenler, Roy’un bu kitabı ile rahatlamışlardır. Roy’un Fransız ve fevkalâde lâik olması, temennilerinin birer hakikat gibi kabul edilmesine yol açmıştır.

Refah Partisi’nin iktidara sadece bir yama olacak kadar ortak olması, projelerinin ve tekliflerinin askerî ve sivil kanatlarca engellenmesiyle “siyasal İslâm” dedikleri akımın fazla korkunç olmadığını görmüşlerdir. Ancak yine de bununla yetinmediler ve bilindiği gibi Refah Partisi’ni fasa fiso bahanelerle kapattılar.

20’nci yüzyılda insanlığın yaşadığı en büyük felâketlerden biri, belki birincisi olan sosyalizmin Türkiye’deki bağlıları, SSCB’nin çökmesini görmenin şokunu uzun süre yaşayıp uyuştular. Çünkü onların öngörüsüne göre insanlık feodalite, kapitalizm ve sosyalizm aşamasından sonra komünizme geçip cennet hayatını bu dünyada yaşayacaklardı. Oysa hikâye böyle bitmedi. SSCB’nin çökmesiyle Rusya sosyalizmden komünizme değil, yeniden kapitalizme geri döndü. Ömürlerini sosyalizme (SSCB’ye) adamış olanlar, bütün sermayelerini kaybedip şaşırmışlardı. Çünkü hikâyenin böyle bitmesine hazır değillerdi.

Sol çevreler eski Türkiye’de anti-Amerikan tutumları ile İslâm düşmanlıklarını örtmüşlerdi. Bu örtü Soğuk Savaş döneminde onların bir çeşit albenisi olmuştur. SSCB’nin çökmesiyle birlikte ise sahipsiz kaldıkları zannedildi. Oysa tabiatın boşluk kabul etmeyeceği kuralı kendini bu alanda bir kere daha göstermiştir. Sol’un sahipsiz olmadığı Soğuk Savaş döneminde bile SSCB kadar ABD’nin de Sol üzerinde mülkiyet hakkının olduğu görüldü. Zira SSCB’nin tarihin çöplüğüne yuvarlanmasının ardından Türkiye’de Sol’un üzerinde ABD tek başına sahip konumuna gelmiştir.

Eskiden beri Sol söylem içinde “demokrasi”, oltadaki yem işlevine sahip olmuştur. Kitleler hak ve özgürlüklerinin bu demokrasi söylemi içinde bir karşılığının olacağını zannetmişlerdir. Sol örgütlerin Türkiye hayâlinin örneği, kendi içlerinde uyguladıkları şiddet ve katliam hikâyeleri ile maluldür. Zaten Sol, tek partili, seçimsiz, muhalefetsiz, işçi sınıfı diktatörlüğünü toplumun önüne kutsal ve tartışılamaz bir hedef olarak koymuştur. Bu hedefe ne ölçüde bağlı oldukları şüphelidir ama İslâm düşmanlığı, vazgeçilmez hedefleri arasındadır.

Türkiye Solunun alâmet-i farikası İslâm düşmanlığıdır.

İşçi sınıfının egemen olacağı bir hayâli bayraklaştırmış olmalarına rağmen Türkiye’de Sol’un arkasında büyük/kirli sermaye mevzilenmiştir. Türkiye’de yüzyıla yakın bir zamandan beri ucuz iş gücü, rekabet yokluğu, gümrük duvarları ve nihayet devlet bankalarının sınırsız kredi desteği ile büyümüş olan Koç Holding gibi kirli sermaye çevreleri, İslâm’a karşı Sol’un müttefikidir.

AK Parti döneminde Koç Holding, mal varlığını da, sermayesini de katlamış, yüz yılda kazandığından daha fazlasını kazanmıştır. Buna rağmen Koç Holding, İslâm’a karşı duyduğu kin ve nefretten dolayı Sol’un müttefiki olmuştur. Bu dönemde Koç Holding, mal varlıkları arasına Yapı Kredi Bankası’nı da katmıştır. Bankanın yayın faaliyetleri ise tümüyle Sol ve Kemalizm hizmetine tahsis edilmiştir.

Yapı Kredi Yayınları daha çok Nazım Hikmet, Sabahattin Ali ve Ahmet Ümit gibi SSCB bağlılarının özel yayınları durumuna gelmiştir. Bu yayınların gerçekten bir edebiyat değeri var mıdır? Sahip oldukları edebiyat değerleri için mi Koç Holding’in bankası tarafından basılıp pazarlanarak kitlelere ulaştırılmaktadır?

Bu sorulara olumlu cevap vermek mümkün değildir. Çünkü Koç Holding ve benzeri sermaye çevrelerinin Kemalizm/sosyalizmden arınmış bir sanat/edebiyat tutkusu ile bu yayınları yapmış olduklarını kabul etmek zordur.

Koç Holding için Sol yayınlar, sadece ticarî meta özellikleri ile de sınırlı değildirler. Sanat/edebiyat, siyâsî amaçlar için bir örtüdür. Sanat/edebiyat vurgusu, asıl amacın gizlenmesinde, kitlelerin aldatılıp uyuşturulmasında bir araçtır. Sanat/edebiyat görüntüsü kitlelerin afyonu gibi kullanılmaktadır. O siyâsî amaçların toplamı ise İslâm karşıtlığı, İslâm’ın etkisinin toplumun üzerinden silinmesi veya azaltılmasıdır. Sol içerikli yayınlar ise bu amaç için bir araç olarak görülmektedir.

Koç Holding, İslâm karşıtlığını ve siyâsî çabalarını elbette yayıncılık faaliyetleri ile sınırlı tutmamıştır. Gezi Olayları’na bütün imkânları ile destek olmuştur. Bütün askerî darbeleri alkışlamıştır. Hatırlanmalıdır ki, o askerî darbelerin en büyük amaçları, “irtica” dedikleri İslâm’ın geriletilmesi değil midir?

İslâm düşmanlığının örtüleri, çarşafları, nevresimleri

Oliver Roy’un “Siyasal İslâm’ın İflâsı” temennisinin en büyük müşterilerinden biri Türkiye Soludur. Koç Holding gibi kirli sermaye sahipleri tarafından yıllarca desteklenip para ve şöhret sahibi olması temin edilen eski SSCB bağımlısı Ahmet Ümit bu konudaki görüşlerini bir romancı hayâlciliği içinde şöyle açıklamıştır:

“20 yıl önce siyasal İslâmcıların bir tezi vardı: ‘Cumhuriyet düşüncesi Türkiye’ye bir şey vermedi, Cumhuriyet düşüncesi tıkandı, bir yere geldi.’ Aslında bizler de, Solcular da böyle bir eleştiri getiriyorduk. Ama onlar Cumhuriyet’in yerine siyasal İslâm’ın gerektirdiği bir politik yapıyı önermeye çalıştılar. Fakat bu 20 yıl, bunun tümüyle bir yıkım, bir iflâs olduğunu, ülke için son derece yanlış bir politik seçim olduğunu bize gösterdi. Artık buradan yeni bir yapıya çıkmak mümkün. Buradan yeni bir Türkiye, demokratik Türkiye’yi kurmak mümkün. Beni umutlu kılan şey bu.

Tarih bir yapıyı 20 yıllık bir süreç içerisinde bir düşünceyi kaldırıp çöpe attı, bitirdi. Demokratik Türkiye’yi savunan sadece Sol değil, çok geniş kesimlere, büyük bir cepheye görev düşüyor. Bunu da işte bu cephe sağlayabilirse, gerçekten de daha demokratik bir ülke kurmak mümkün.”

Dikkat edilirse, Ahmet Ümit tek parti dönemini “cumhuriyet düşüncesi” diye kutsamaktadır. AK Parti’yi doğrudan “siyasal İslâm” diye adlandırıp “AK Parti eleştirisi” adı altında “siyasal İslâm” dediği İslâm’ı mahkûm etmeye çalışmaktadır. Hatırlanmalıdır ki, AK Parti hiçbir zaman kendisinin “İslâmcı bir parti olduğunu” iddia etmemiştir. Yaptıklarını da “İslâm’ın icabı” diye savunmamıştır. AK Parti yöneticileri Müslümandırlar, ancak Türkiye’nin siyâsî şartları ve dengelerine bağlı olarak her icraatlarını Müslüman kimliklerinin bir sonucu olarak yapmış değillerdir.

AK Parti döneminde hak ve özgürlüklerin önündeki kısıtlamalar önemli ölçüde kaldırılmıştır. Ahmet Ümit’in “cumhuriyet düşüncesi” diye kutsadığı tek parti döneminde basın özgür değildi. 1922-1946 arasında Türkiye’de muhalefet yoktur. Özgür basın yoktur. Ahmet Ümit’in kutsadığı SSCB idaresindeki mahkemelere benzeyen İstiklâl Mahkemeleri vardır. O mahkemelerde savunma hakkı yoktur. Cezalar 24 saat içinde infaz edilirdi. Hattâ siyaseten katledilenlerin çoğunun cenazeleri bile ailelerine teslim edilmezdi. Bu yüzden katledilmiş pek çok siyâsî rehinenin mezar yerleri bile yoktur!

SSCB’de siyâsî muhaliflere yapılanların benzeri, hattâ daha fazlası Türkiye’de yapılmıştır. Türkiye Solunun İslâm’a karşı kullandığı en büyük sığınağı olan Kemalizm’in mutlak karanlığında muhalefet de, siyâsî muhalif de yoktur. Koç Holding beslemesi Ahmet Ümit, ilhamını Roy’dan alıp tek parti dönemini sahiplenerek, oradan aldığını sandığı güçle İslâm’a saldırmaktadır.

Söylediklerinin tutarsızlığı şuradan da bellidir ki, kendisi, yanlış söylemesine rağmen konuşma yazma hakkına sahiptir. Yani siyasal İslâm sandığı AK Parti döneminde bu temel hakları elinden alınmamıştır. Kendisini besleyip semirten Koç Holding ise mal varlığını bu dönemde katlamıştır. Ahmet Ümit “AK Parti eleştirisi” diyerek İslâm düşmanlığını seslendirdiğinde, aslında kendisine biçilen görevi yapmaktadır. Böyle konuşması, böyle yazması için istihdam edilmiştir. Ucuz, sıradan polisiye hikâyelerine rağmen şöhrete ve paraya boğulmuştur.

AK Parti’nin yirmi yıl boyunca hiçbir çevreyi karşısına almama ve darıltmama adına özellikle liberal politikalarının bir sonucu olarak önünü açtığı kirli sermaye, edindiği bütün gücü şimdi İslâm’a ve Türk halkının geleceğine kastederek kullanmaktadır.

Ahmet Ümit, “siyasal İslâm’ın tarihin çöplüğüne atıldığı” iddiası ile mutlu görünmeye çalışmaktadır. Oysa binlerce yıldır İslâm’ı söndürmeye, anılarda bırakmaya tâ Ebu Cehil’den beri Ahmet Ümit’in öncülerinin gücü de, temennisi de yetmemiştir!

Ahmet Ümit, Roy’dan aldığı “iflâs” söylemiyle aslında Türkiye’ye, Türk halkına ve İslâm’a karşı bir Oryantalistin gözüyle bakmaktadır. İçerideki bir yabancı, hattâ içerdeki bir düşman ağzı kullanmaktadır. Ahmet Bey gibilerinin sözünü ettiği “demokratik Türkiye’de” İslâm’a yer olmayacaktır. O Türkiye’de Müslümanlık özelliği baskın nitelik olan herkes birer rehine işlemi görecektir. Bu, hayâl değildir. Ahmet Ümit’in kutsadığı tek parti CHP’si ve SSCB döneminde “demokratik cumhuriyet” adıyla halka rehine muamelesi yapılmıştır.

Ahmet Ümit, adına rağmen İslâm’a da, Türk halkına da Oliver Roy’dan daha yabancı, daha düşmandır. Kirli sermayenin kiralık bir tetikçisidir.