
TDV İslâm Ansiklopedisi’nde “şeriat” kavramının en kısa tanımı şöyle: “İslâm’a ait dinî, ahlâkî ve hukukî hükümler bütünü.”
Ayrıca ilgili maddede aynı kökten türemiş diğer kavramlar da açıklanmakta ve şöyle bir ibare geçmektedir: “Fıkıh usulcülerinin büyük çoğunluğuna göre şer’î nitelemesi, tanımda İlâhî iradeye nisbet edilen itikadî ve amelî hükümlerin tamamı.”
TDK ise şeriatı, daha güncel bir dille şu şekilde açıklıyor: “Kur’ân’daki ayetlere, Hazreti Muhammed’in sözlerine dayanan İslâm kanunu; İslâm hukuku.”
Şûrâ Sûresi 13’üncü ayette Yüce Rahmân, şöyle buyurmaktadır: “Allah, din olarak Nûh’a emrettiğini, hem Sana vahyettiğimizi, keza İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya emrettiğimizi sizin ferdî ve içtimâî hayatınız için de mutlaka uyulması gereken, değişmez ve değiştirilemez bir şeriat, bir hukuk düzeni kıldı.”
Mezkûr ayet, “şeraa” kelimesiyle başlar. Meali ise, “şeriat ya da hukuk düzeni” olarak verilir. Câsiye Sûresi 18’inci ayette de yine şeriat kavramı geçmektedir: “Sonra Seni de bu konuda İlâhî vahye dayalı bir yola koyduk. Onu izle, bilmeyenlerin arzularına uyma!”
Mealde geçen “İlâhî vahye dayalı yol” tanımı, sair meallerde “İlâhî emre dayalı bir şeriat” olarak da verilmektedir. Fakat yine Diyanet’in bu ayetin tefsirinde şeriatı açıklaması da dikkate değerdir: “Din ve şeriat ilk defa Hazreti Muhammed’e gelmiş değildir; daha önce gelip geçmiş binlerce peygamber vasıtasıyla Allah özü aynı, detayları farklı dinler göndermiş, bir yoruma göre aynı olan öze din (hatta İslâm), farklı olan detaylara, amelî hükümlere, kulluk şekillerine sosyal ve hukukî düzenlemelere de şeriat denilmiştir.”
İslam Ansiklopedisi’nde “şeriat” maddesinin açılımı da şu şekildedir: “Şerîat: İnsanı bir ırmağa, su içilecek bir kaynağa ulaştıran yol. İlâhî emir ve yasaklar toplamı. Ayet, hadis ve icmâa dayanan İlâhî kanun. Din, dinin amele ilişkin hükümlerinin bütünü. Dinin dışa yansıyan görüntüsü ve dünya ile ilgili hükümlerinin tamamı...”
Bütün bu bilgilerden ve çok daha fazlasından yola çıkarak vardığımız serencam, İslâm’ın şeriat kavramından ayrıştırılamaz oluşudur. Daha da tuhaf olanı, bütün inanç sistemleri bir şeriata bağlıdır. Fakat bir kelimeye düşmanlık türetmekle ve asıl anlamı absorbe etmekle, itikadî bir kafa karışıklığı peydah etmek isteyenlerin iyi niyetli olduğunu düşünmek çok saf bir zaviye olacaktır. İnanmak aklın da devrede olduğu, ruh ile kalbi de sentezleyen muhteşem bir insanî eylemdir. Ve akıl der ki, “Allah’a, Dinine, Peygamberine inanan, O’nun hükümlerine ve hukukuna (şeriatına) da inanmış demektir”.
İnanmamak, işte bunları topyekûn reddetmektir. Yani “Allah’a inanıyorum, Müslümanım ama şeriata inanmıyorum” demek, sadece küfür değil, aynı zamanda mantık sürecini baştan aşağı yıkmak demektir.
Şimdi bu cümlenin olduğu gibi kabulü bazı zihinlere sindirilmesi zor bir takviye gibi gelse de sadece imanî ve itikadî perspektifte değil, çokça paganist yaklaşımda referans olarak ileri sürülen “akıl” ve “mantık” kavramlarının gerektirdiği şartlar dikkate alındığında da son derece tutarlı ve doğru bir anlama hizmet etmektedir. İnanç sistemi, İlâhî bir lütuf ve aynıyla İlâhî bir yoldur. Bu yol, insan olarak yaratılanın insan olarak ömür sürme ve insan olarak son nefesi verme mücadelesinde tek güzergâhtır. Her kim Yaradan’ın sistemine bağlı kalmaksızın bir ihsan ve keremle zamana temas ettiği iddiasında bulunuyorsa, hiç hesap etmediği bir yerlerde büyük kayıplar veriyor demektir. Ki bu zayiat, safi insanın kendine ve yakın çevresinin azalarına ziyan getirmekle kalmayacak, Allah’sız tutulan yollarda “iyilik” adı altında icra edilen her bir eylem, insanlığın tamamına faydadan ziyade zarar getirecektir.
Bütün bunlar, “inanmak” gerek şartına bağlı idealar olsa da inanmanın bir bütün olduğu ve dahi Allah-u Teâlâ’ya iman iddiasının belli koşullara bağlı olduğu gerçeğini, hiçbir şahsî düşünce ve özgür fikir eylemi yok edemez.
Allah’a inanmak, O’ndan gelen hükümleri inkâr ile tamam olamaz. Böyle olduğunu iddia edense -en basitinden- Müslüman olamaz. Bu bir ötekileştirme, dışlama ya da yaftalama değil, bir hakikatin beyanıdır. Çünkü İslâm olabilmenin şartları ve koşulları belli olduğu gibi, iman etmiş kabul edilmenin de izlenecek birtakım tarikleri bulunmaktadır. İnsan iman etmek ve İslâm olmakla Rabbinin şeriatında emredilen her bir amele muvaffak olamasa da, bu arzunun, inancın ve gayretin bir kalpte hiç bulunmayışı, imana dair tohumları çürütecektir.
Velhasıl, Allah’ın kanununda katiyetle yasaklanmış eylemlerin faili olmak her ne kadar bizi günahkâr yapsa da küfür, bütün günahlardan daha beter bir insanlık çöküşü olduğundan şeriatın yani Allah’ın kanununun reddedilmesi, günahların en karası olacaktır.