Serhat şehrimiz Edirne

Bu şehirde, güneşin batışıyla ömürden bir gün daha usul usul giderken, bu manzara, yaşanan ve görülen onca güzel şeyin ufuktan yavaşça kaybolması ve kalbin derinliklerine gömülmesinin de sembolüdür adeta.

HİKÂYESİ olan insanlar, görmüş geçirmiş ve bir o kadar da bilgedirler. Kökleri sağlamdır. Yaşanmışlıkları, birikimleri ve tecrübeleri vardır. Bu minvalde geçmişten getirdikleri ve yarına bırakacakları değer ve tecrübeleri olan insanlardır. Böyle değerli insanları bulunca yakından tanımak, dizinin dibine oturmak, dinlemek, anlamak ve tanımak isteriz.

Tıpkı böyle insanlar gibi böyle şehirler de vardır. Bu şehirlerin dili yoktur ki sana ne olup bittiğini anlatıversin; fakat böyle şehirlerin ruhları vardır. Taşı toprağı, havası suyu, tarihî eserleri seninle konuşur. Onu sanki bir insanı tanımaya ve anlamaya çalışırmışçasına dinlersin. Tarihin ara sokaklarında gezerken, dikkatli dikkatli caddelerine bakar, havasını teneffüs eder, müziğini dinler, yemeklerinin tadına bakarsın. Sonra bütün bu yaşadıkların, öğrendiklerin ve algıladıkların neticesinde ruhunda bir ünsiyet veya uzaklık hissedersin.

Edirne, benim için bu ünsiyetin zirvesinde olan şehirlerinden biridir. Her seferinde, “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Beş Şehir’inde geçen şehirlerin altıncısı da Edirne olmalıydı” diye düşündüğüm yerdir bu şehir.

Edirne, ecdadımızın biz zamanlar yurt edindiği, Osmanlı’ya doksan üç yıl başkentlik yapmış, içerisinde Meriç, Arda ve Tunca nehirlerinin birleştiği, neredeyse dümdüz bir ovaya kurulmuş verimli topraklara sahip, Yunanistan ve Bulgaristan’a komşu tarihî bir şehirdir. Eskiler “Şerefü’l-mekân, bil-mekin” derdi. Yani bir yerin şerefi ve kıymeti, orada yaşayan veya yaşamışlardan gelir. Kaybettiğimiz Balkan topraklarıyla aramızdaki Cumhuriyet döneminin sınır şehri olup Avrupa’ya açılan kapımızdır Edirne. “Sınırlar haritalardadır” derler, fakat kalpte sınır olmaz. Bu anlamda Edirne, Balkanlardan bize yadigâr gibidir. Balkan turlarına Edirne’den başlanması bu sebepten olmalı. Bir yüzüyle kaybettiğimiz Balkanlara bakarken, diğer yüzüyle Anadolu’ya yani bize bakan bir hüzün şehridir. Edirne’nin bilgeliği, asilliği, bir o kadar da vakur duruşu, tarihin o ağır yükünü taşımasından olmalı.

Trakya topraklarına şayet yaz aylarında yolunuz düşmüşse, yolların sağında ve solundaki tarlalardan günebakanlar yüzünüze gülümser. İnsanın arabadan inip her birine sarılası gelir. Herkesin içinde benzer duyguları uyandırdığından olmalı ki, arabasını sağa park etmiş hâlde bu güzel manzara karşısında fotoğraf çeken insanlara sık sık rastlamak mümkündür. Her biri güneşin yönüne göre başlarını çevirmiş günebakanlar, kıbleye dönmüş, safları çok muntazam, imama uymuş cemaat timsali… Kemer beste-i ubudiyet içerisinde Rablerine karşı mahcup, içleri doldukça hafif başlarını eğmiş, teslim olmuş bir görüntü…

Bu güzel manzarayla birlikte yolun sağında ve solundaki dokuma, iplik, ayçiçeği ve diğer üretim fabrikalarının eşliğinde girersiniz şehre. Sizi tarihî Kırkpınar yağlı güreşlerinin sembolize edildiği bir güreşçi heykeli karşılar. Bir kilometre sonra şehrin meydanındasınızdır. Yüksekçe bir tepeye konumlanmış muhteşem Selimiye Camiî adeta yeni bir gelin güzelliğiyle karşınızdadır. Oldukça geniş bir avlu içerisinde bir külliyenin konumlandığı yer itibariyle, Mimar Sinan’ın, mimarlıktaki ustalığının yanı sıra iyi bir şehir ve bölge plânlamacısı olduğunu da görmek mümkündür. “Ustalık eserim” dediği, seksenli yaşlarında yapımına başladığı bu güzel yapı bütün heybetiyle karşınızdadır. Öyle bir yerdedir ki, şehrin neresine giderseniz gidin bu güzel yapıyı görmek mümkündür. Normalde dört minareli olan bu cami, şehrin bazı yerlerinden bakıldığında iki minareliymiş gibi görünür. Edirne ile bütünleşmiş, adeta buranın sembolü hâline gelmiştir.

İkinci Selim tarafından inşâsına karar verilen bu görkemli sanat eseri, mühendisliğin, estetiğin ve mimarinin bütün güzelliklerinin sergilendiği, içinde sırlar ve semboller barındıran bir inci tanesidir. Mermer, taş, çini, ahşap ve sedef süsleme sanatlarının bir gergefte nakış nakış işlendiği ve orada sergilendiği bir şaheser görünümündedir. Tek kubbeli oluşu Allah’ın birliğini, beş pencereli oluşu İslâm’ın beş şartını, otuz iki kapısıyla otuz iki farzı sembolize etmektedir. Bunların dışında birçok şehir efsanesini duymak ve dinlemekte mümkündür.

Caminin hemen yanındaki Arasta Çarşısı ziyaretçilerin uğrak yeridir. Şehirden ayrılırken hediyelik eşyalar, oraya ait meşhur badem ezmesi ve Kavala kurabiyesini buralardan temin edebilirsiniz.

Şehrin merkezi adeta bir sit alanı hüviyetindedir. Selimiye’nin ihtişamı, etrafında bulunan diğer camileri gölgesinde bırakmıştır. Hemen yakınlarındaki Eski Cami, Muradiye Cami ve Üç Şerefeli Cami de en az Selimiye kadar güzeldir. İçlerine girildiğindeki manevî atmosfer ise anlatılmaz, sadece yaşanır. Eski Cami için Kâbe’yi hatırlattığı, Üç Şerefeli Cami için Kudüs’e benzetildiği ve Muradiye Cami’nin bir Mevlevî sembolü olduğu söylenir.

Şehrin içerisinde birçok çeşme ve şadırvanla karşılaşmak mümkündür. Edirne, tarihî eser zenginliği bakımından metrekareye en çok tarihî eser düşen şehirlerimizden biridir. Adeta bir açık hava müzesi görünümündedir. Bu eserleri gezerken tarihin bilinmeyenleri içinde bir yolculuk yaparsınız. O zamanlara ait atmosferi teneffüs eder, iliklerinize kadar hissedersiniz. Canlı ve cansız bütün varlıkların dili ve duygusu olduğuna inanan benim gibi insanlardansanız, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.


Edirne, Osmanlı dönemine ait bütün sanat eserlerini o dönemin mimarisine ve sanat eserlerinin özelliklerine ait fikir alabileceğiniz muazzam bir yerdir. Bunların içinde Beyazıt Külliyesi (Sağlık Müzesi) o dönemin tıp eğitimine ve ders ortamlarına tarihî bir yolculuk yapacağınız şekilde düzenlenmiş, mankenlerle canlandırmalarının yapıldığı görülmeye değer bir müzedir. Yemekhaneleri, dönemin şartlarına göre hazırlanmış ilaç laboratuvarlarını, alternatif tedavi yöntemlerinin uygulandığı şifahaneleri görebilirsiniz. Özellikle akıl hastalıklarının su sesi, müzik ve sanatla tedavi edildiği görüntüler görülmeye değer.

Ayrıca tarihî kervansarayları çarşı olarak kullanılmakta, taş köprüleri yıllara meydan okurcasına topluma hizmet etmektedir. Karaağaç eski tren garı ve mahallesi ise kafe ve çay bahçeleriyle tarihe yolculuk yapabileceğiniz mekânlardandır. Edirne evleri ve müzeler görülesi daha nice yerlerden. Bu güzel yapıları gördükten sonra estetik ve sanat zevki bu kadar yüksek bir milletken nasıl estetikten yoksun, ruhsuz, zevksiz bir nesle dönüştüğümüz konusunu da düşünmeden edemeyip benim gibi hayretler içerisinde kalabilirsiniz. Sadece topraklarımızı değil, manevî ve estetik zevklerimizi de kaybetmişiz anlaşılan.

***

Edirne’de birçok tarihî eser, hayatın içinde varlığını sürdürdüğü gibi hizmet etmeye devam etmektedir. İçinde yaşamın ve canlılığın sürmediği terk edilen yapıların zaman içerisinde varlıklarını sürdüremedikleri ve daha çabuk yok olduklarını görüyoruz. Galiba binaların da insanlar gibi ruha ihtiyaçları var. Gezdiğim ve gördüğüm birçok yerde, bir sütunu, bir duvarı kalmış tarihî yapıların koruma altına alındığına şahitlik ediyorum. Bu tür durumlarda aklıma hep şu soru geliyor: “Yıkılana ve dağılana kadar neredeydik?” Kaybettiğimiz yerlerdeki eserlerimiz için bile içimiz yanarken şu an içinde yaşadığımız şehirlerdeki bu tarihî duyarsızlık sizce de çok can sıkıcı değil mi?

Şehirler medeniyet taşıyıcılarıdır. Bu nedenle tarihimize ve tarihî eserlerimize sahip çıkmak boynumuzun borcudur. Geçmişi olmayanın geleceği de olmayacaktır.

***

Eğer acıkmış iseniz, Meriç boyunda, söğüt gölgesindeki lokantaların birinde, Edirne tava ciğer yiyebilirsiniz. “Ben ciğer sevmem” diyenlerdenseniz, satır et de tercih edebilirsiniz. Bu kadar tarih ve doğa gezisinin neticesinde, biraz da deniz havası almak isterseniz, bu konuda da Edirne sahilleri imdadınıza yetişecektir. Sahile doğru giderken, sizlere yol boyunca sağlı sollu, adeta yemyeşil bir halı görünümündeki çeltik (pirinç) tarlaları eşlik edecektir. Burada, Türkiye pirinç üretiminin yüzde 50’sinin bu verimli topraklardan elde edildiği bilgisini öğreneceksiniz. Yol boyu çeltik fabrikalarına da rastlayacaksınız. Yeşilin her tonuna doymuş gözlerle artık denizin yolunu tutabilirsiniz. Muhteşem manzarasıyla Gökçetepe Millî Parkı, Enez, Erikli sahilleri, İbrice koyu, Sultanice yazlıkları ve pansiyonları iyi bir tatil yapma ihtiyacınızı karşılayacaktır. Bu bölgeler ve tertemiz Saroz Körfezi, çok fazla keşfedilmemiş olmasından dolayı sakinliği ve her türlü organik köy ürünlerini bulabileceğiniz pazarlarıyla sizi ağırlayacaktır. Balık sevenler, damak zevklerine uygun taze deniz ürünlerini burada bulabilirler.

Güneş her yerden güzel batar. Fakat Edirne, muhteşem gün batımlarının yaşandığı, benim de hayranlıkla seyrettiğim ender yerlerden biridir. Bu şehirde, güneşin batışıyla ömürden bir gün daha usul usul giderken, bu manzara, yaşanan ve görülen onca güzel şeyin ufuktan yavaşça kaybolması ve kalbin derinliklerine gömülmesinin de sembolüdür adeta.

Yanınızda sevdikleriniz ve bir bardak da çayınız varsa, daha ne olsun be ya!