Şer kapıları kapanıp kâr kapıları açılırken

Aziz okuyucu, Türkiye ile Suriye arasında hüküm süren soğuk havanın birdenbire mutedil bir hâle dönmesi, yakın zamanda karşılıklı temas ve anlaşmaların bizi bu sahada da beklediği yönünde ümitvar kılıyor. Türkiye’nin Suriye ile anlaşması, ABD’nin Suriye’deki varlığını hükümsüz kılacaktır. Coni, bu beyanların ve karşılıklı olumlu adımların bir anlaşmaya dönüşmemesi için her türlü adımı atacaktır, ama nafile!

AZİZ okuyucu, malûmundur ki, yazılarımda en sık vurguladığım husus, Türkiye’nin bir cihan devleti olabilmesinin temel şartının beka hattı olarak tabir edilen hattı, Türkiye’nin bekasını tehdit etmekten çıkmasına bağlı olmasıdır. Bu hat istikrara kavuşmadan bize huzur ve sükûn haramdır. Beka hattı bana göre, Tovuz-Tebriz- Trablusgarp hattıdır.

Türk Devleti, özellikle 15 Temmuz 2016 yılından beri, bütün enerjisini, bu hat üzerinden kendi güvenlik ve istikrarına gelecek bölücü tehditleri bertaraf etmeye harcadı ve harcamaya da devam ediyor. Güzel olanı şudur ki, bu süreç içerisinde Türkiye küresel siyâsî ortamın uygunluğunu ve kendi millî silah kapasitesinin yeterliliğini çok iyi değerlendirerek bu yolda çok önemli mesafeler kat etti.

Suriye’nin kuzeyine yönelik operasyonlarla Elbab, Afrin ve Telabyad bölgelerinde güvenlik cepleri oluşturan Türkiye, bütün riskleri göze alarak düşmesine ramak kalan Trablusgarp’ı da büyük bir maharetle emperyalizmin ağzından aldı. 

2016 Temmuz’undan beri sürekli operasyonlar yaparak saha deneyimi kazanan ve ürettiği yüksek teknoloji ürünü silahların operasyon kabiliyetlerini de bu şartların gereğine göre geliştiren Türkiye, bu birikimini 27 Eylül 2020 yılında Karabağ Savaşı vesilesiyle Azerbaycan’a taşıdı. Öyle ki, 44 gün süren bu savaşta Türk tipi silah ve savaş yöntemiyle savaşan Azerbaycan ordusu, Rus tipi silah ve savaş yöntemiyle savaşan Ermeni ordusunu, 30 yıllık yığınaklanmasına rağmen sahadan silip süpürerek parlak bir zafere imza attı. 

Ermenilerin 14 Temmuz 2020’de Tovuz’a saldırarak Azerbaycan’ı ve dolasıyla Türk beka hattının Kafkas kapısını tehdit eden küstah saldırıları, 27 Eylül 2020’de başlatılan Vatan Muharebesi ile durduruldu. 44 günlük bu savaşta Azerbaycan, Karabağ’ın Hankendi ve Hocalı bölgeleri hariç diğer bölgelerini ele geçirdi. Bu savaştan üç yıl sonra yine Kafkaslardaki siyâsî ortamın uygun bir zamanında, kahraman Azerbaycan ordusu, Dağlık Karabağ çetesini bir günlük bir operasyonla çil yavrusu gibi dağıtarak teslim olmak zorunda bıraktı ve  23 Eylül 2023’te büyük bir nümayişle Hankendi’ne girdi. Böylelikle Batı emperyalizminin bir asırdan uzun bir süredir Türklere musallat ettiği Ermeni terörünün de sonu gelmiş oldu.

Türkiye ve Azerbaycan, bu hatta Ermenileri bir barış anlaşmasına mecbur bırakarak Zengezor kapılarını açmak için özel ve ısrarlı bir çaba içinde mücadeleye devam etmektedir. Ermenilerin Zengezor ve Kazak bölgelerindeki bazı Azerbaycan yerleşim yerlerini anlaşmayla teslim etmesiyle birlikte hızlanan bu süreç, dış güçlerin aleyhte tutumlarına rağmen olumlu bir sonuca oldukça yakın bir aralıkta seyretmektedir.

Memnuniyetle ifade edebiliriz ki, beka hattımızın Ermenistan tehdidi altındaki Kafkas kapısı, artık bu tehdidin ortadan kalktığı bir kapı hâline gelmiştir. Üstelik bu muhataralı bölge, Zengezor ekonomi koridoru gibi bir ticaret hattıyla bir asırdır götürdüklerini bir yılda verebilecek bir fırsat alanına dönüşmek üzeredir.

Türkiye’nin beka hattında ikinci ve en önemli gedik, Kuzey Irak gediğidir. ABD denen terör laboratuvarı devlet, Birinci Körfez Harekâtı’ndan sonra PKK adlı kukla yapısını Suriye’den Kuzey Irak’a taşıyarak Çekiç Güç illüzyonu ile bu yapıyı Türkiye’nin istikrar ve güvenliğine musallat etti. Türkiye’nin o günkü imkânlarıyla bu bölgedeki terör yuvalanmalarını silip süpürecek bir askerî kapasitesi ve kendine özgü bir silah sistemi yoktu. Buna rağmen bu aşamada terör örgütüne karşı yapılan cansiperane harekâtlar görece başarılar sağlamış ancak kesin sonuçlu bir etki üretmekten oldukça uzak kalmıştı. O bölgede bu kukla örgütün bir çıban başı gibi durması Türkiye’nin kolaylıkla kabullenip hazmedeceği bir durum değildi.

15 Temmuz ihanetinden sonra ordu içindeki hainleri temizleyen Türkiye, terörle mücadelede yeni bir harekât tarzına geçerek “Bul, yok et, yerleş” ilkesine göre adım atmaya başladı. 2017 yılından itibaren Kuzey Irak’a özgü bir mücadele paketi olarak başlatılan Pençe-Kilit Harekâtı içte de, dışta da diğer operasyonlarımız gibi dikkat çekmedi. Belli sayıda bir personel ile başlatılan ve sarp bir coğrafyanın karış karış taranmasına yönelik bu operasyonlar, zaman açısından ucu açık bir süreçti ve temelinde sabır ve sebat yatıyordu. Ancak geldiğimiz durum itibarıyla görüldü ki terör örgütünü çözen ve belini büken asıl harekât, bu harekâttı.

Askerî operasyonlardan finansal operasyonlara

Aziz okuyucu, 2017 yılında başlatılan ve hâlâ süren bu harekât silsilesini bendeniz tarihimizdeki önemli bir operasyon ile eşleştiriyorum. Cennet-mekân padişahımız Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı elçilerini kazığa geçiren ve Eflak-Boğdan bölgesini talan eden Kazıklı Voyvoda’yı ele geçirmek için özel bir yeniçeri birliği kurar. Bu birlik, bu vampir caniyi, yanlış hatırlamıyorsam 12 yıl boyunca takip eder. Vampirin sığındığı kaleleri muhasara eden bu birlik baskıyı öyle artırır ki bu takipten bunalan vampirin sevgilisi intihar eder. Sonunda o aslan birlik, bu caniyi yakalayarak imha eder. Devletin uzun, sürekli ve aralıksız bir mücadele yöntemiyle Kazıklı Voyvoda’yı imha eden o asil geni, bugün itibarıyla Pençe-Kilit Harekâtı’nda tecellî etmiş görünmektedir. Yeniçerilerin Karpatlar gibi çetin bir dağlık ve ormanlık bölgede giriştikleri o harekât, bugün ondan daha çetin bir coğrafya olan Kuzey Irak dağlarında gerçekleşmekte ve Türk Devleti’nin adil eli, Kazıklı Voyvoda’nın bu bölgedeki hain vârislerinin gırtlağını sıkmak üzeredir. Çok yakın bir zamanda bu mücadelenin zafer tuğlarının göğe yükseldiğini hep beraber göreceğimizden asla şüphem yoktur.

Türkiye, PKK’nın Kuzey Irak’taki etkinliğini ve dolayısıyla Irak üzerindeki baskı ve tehdidini büyük ölçüde kırınca, Irak’ta yeni iktidar olan Sudanî yönetimi, bu fırsatın ülkesi için bir nimet olduğunu çok iyi değerlendirdi. Bu bağlamda Türkiye’nin kendisine uzattığı dostluk elini tutmakta tereddüt etmeyerek Başkan Erdoğan’ın Irak ziyareti vesilesiyle 29 ayrı anlaşmayı hayata geçirdi. Bu anlaşmalar ile Türkiye, PKK’yı ilk defa Irak’a “yasaklı bir örgüt” olarak kabul ettirdi ve PKK’nın belini kıracak olan müşterek harekât merkezini kuran anlaşmayı imza altına aldı. Bu anlaşmanın asıl amacı, PKK’nın Irak topraklarında bir terör örgütü olarak varlığını sürdürmesinin sonlandırılmasıdır.

Türkiye, Irak’ta terör sonrası için de muazzam bir adım atarak hem kendisini, hem de Irak’ı kanatlandıracak olan Kalkınma Yolu Projesi’ni dört ülkenin katılımıyla imzaladı.

Ermenistan devlet terörünü bitirerek bunun yerine Zengezor ticaret hattını ikmâl eden Türkiye, bütün kararlılık ve ciddiyetiyle bu meselenin takibindedir. Çok değil, bu yılın içinde güçlü bir süpürme harekâtı icra ederek başımıza musallat edilen bu terör belâsını, bir daha geri dönemez hâle getirecek ve terör baronlarının leşlerini efendilerinin önüne atacaktır. Türkiye’nin istikrarını, zamanını, enerjisini ve ekonomik kaynaklarını kırk yıldır sömüren bu terör çöplüğü de kırk yılda götürdüklerini birkaç yılda geri getirerek tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır. Türkiye bu operasyon sonrası Irak’ta da Kalkınma Yolu kapısını açarak beka hattının ikinci tehdit kapısını kazanç kapısına çevirecektir.

 

Sınır güvenliğinde asayiş berkemâle erecek

Aziz okuyucu, Türkiye’nin asıl büyük derdi ve beka hattının asıl iltihaplı uzvu Kuzey Suriye’dir. ABD buraya kendi laboratuvarında ürettiği DEAŞ bahanesiyle gelerek PKK’nın Suriye kolunu kendi habis amaçları için bir kara ordusuna dönüştürme faaliyetine girdi. Suriye sahası ABD, Rusya, İran ve Türkiye’nin varlık gösterdiği bir saha olarak tam bir siyâsî kaos alanı hâlindedir. Bu kaosun en çok etkilediği ülke ise Türkiye’dir. Türkiye orada beka sebebiyle varlık gösterirken diğer ülkeler uzak çıkarlarını temin etme peşindedirler. Bu durumda Türkiye’nin bu bölgede savaş dâhil her şeyi göze alacağı açıktır. Şimdilik Ermenistan sorununu ve kısmen de Irak sorununu çözen Türkiye, var gücüyle Suriye sorunu üzerine odaklanmış görünüyor.

Türkiye geçen yıldan beri bu konuda Rusya ve İran ile müzakereler yürütmüştür. Bu konuda özellikle Rusya ile bir mekik diplomasisi yürüten Türkiye, gelinen süreçte bu gayretlerinin meyvelerini yemeye başladı. Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüştükten sonra bu meseleyle ilgili olarak verdiği beyan, bu sorunun çözümünü içeren ipuçlarıyla doludur. Fidan, “Suriye ile ilgili Rusların ve bizim tarafın başardığı en önemli şey, Rejim ile Muhalifler arasında savaşın şu an itibariyle devam etmiyor oluşudur. Astana süreçleri başka formatlar şu anda bunu mümkün kılıyor. Bu sessizlik dönemini Suriye rejimi, yurt dışına kaçmış gitmiş milyonlarca insanı geri getirip ülkeyi yeniden yaparak fırsat olarak değerlendirmeli. Rus meslektaşlarımızla yaptığımız görüşmelerde bunun altını çizdim. Suriye’nin kendisi için yapması lâzım bunu. Mültecilerin geri dönmesini önemli görüyoruz. İktidarı, muhalefetiyle bütünleşik bir hâle gelmiş Suriye’nin, PKK terörü ile mücadelede önemli aktör olacağını düşünüyoruz. İsrail’in operasyon yapıyor olması, çeşitli milis gruplar meseleyi daha karmaşık hâle getiriyor” diyerek Suriye’ye bir zeytin dalı uzatmıştı.

Türkiye belli ki bu meseleyi çözme konusunda Rusya ile mutabık kalmış durumdadır. Ukrayna cephesinde oldukça zor bir yaz geçirecek olan Rusya, Suriye’deki kendi muhtemel boşluğunun Türkiye tarafından doldurulmasına kerhen de olsa razı gibidir. Nitekim Putin’in Suriye özel temsilcisi Lavrentiev, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed ile görüşmesinden sonra Türkiye ile Suriye ilişkilerine yönelik tüm girişimleri desteklediklerini belirterek, “Arabuluculukların başarısı için koşulların her zamankinden daha uygun olduğunu görüyoruz. Rusya müzakereleri ilerletmek için çalışmaya hazırdır. Amaç, Suriye ile Türkiye arasındaki ilişkileri yeniden tesis etmeyi başarmaktır” şeklinde bir beyan vermiştir. Lavretinev’in sesi bir anlamda sahibinin sesi olduğu için, her platforma Türkiye münafereti ile dolu demeçler veren katil Esed, bu beyanı müteakiben, “Suriye, ülkenin tüm toprakları üzerindeki egemenliğiyle terör ve terör örgütleriyle mücadeleyi temel alan, Suriye-Türkiye ilişkilerine yönelik tüm girişimlere açıktır” diyerek Türkiye ile masaya oturacağının sinyalini vermiştir.

Esed’in bu kararının arkasında İsrail’in Lübnan’a ilişkin işgal arzusunu yürürlüğe koyma kararı yatmaktadır. Bunun bir adım öte hedefi ise Suriye’dir. Suriye bu tehdide karşı koyamayacağına göre, onun toprak bütünlüğünün asıl garantörü olan Türkiye ile anlaşmak zorunda olduğu bir gerçektir.

Aynı konu, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın, “Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlayacak ve garanti edecek Türkiye ile ilişkilerimizi normalleştirecek tüm inisiyatif ve girişimlere açığız” sözlerinin Başkan Recep Tayyip Erdoğan’a hatırlatılıp “Suriye ile diplomatik ilişkiler kurulur mu?” sorusuna Erdoğan, “Kurulmaması için hiçbir sebep yok. Geçmişte nasıl birlikteysek yine aynı şekilde birlikte hareket ederiz ve Suriye’nin içişlerine karışmak gibi bir derdimiz olamaz. Suriye halkı bizim kardeş halklar olarak beraber yaşadığımız bir topluluk. Biz Suriye ile ilişkilerimizi geçmişte çok çok canlı tuttuysak, ailece görüşmelere varıncaya kadar, biliyorsunuz, Sayın Esed’le biz görüşmeleri yaptık. Yarın olmaz diye bir şey kesinlikle mümkün değil, yine olur” sözleriyle cevap verdi.

Aziz okuyucu, Türkiye ile Suriye arasında hüküm süren soğuk havanın birdenbire mutedil bir hâle dönmesi, yakın zamanda karşılıklı temas ve anlaşmaların bizi bu sahada da beklediği yönünde ümitvar kılıyor. Türkiye’nin Suriye ile anlaşması, ABD’nin Suriye’deki varlığını hükümsüz kılacaktır. Coni, bu beyanların ve karşılıklı olumlu adımların bir anlaşmaya dönüşmemesi için her türlü adımı atacaktır, ama nafile!

Artık bölgedeki ve dünyadaki her devlet anladı ki, ABD denen nevzuhur devlet, reşit bir devlet değildir; ipleri tamamen İsrail’in elindedir. ABD onun din kılığına sokulmuş bâtıl, saçma ve saplantılı ideolojisinin peşinde sadık bir kelp gibi koşuşturmakta ve o Firavun’a Hamanlık etmektedir. Ama vakit, Yüce Allah’ın, Hazreti Musa’nın elindeki asâ ile bu firavunların boynuzlarını kırma vaktidir!

Vesselâm…