
POPÜLER eylemlerin, pohpohlanan ideallerin ve sloganlaştırılan nefretlerin sesini kısma vakti!
Şimdi, ne kadar el üstünde tutulan ya da öyle olduğu sanılan aksiyon geliyorsa aklınıza, rafa kaldırın. Çünkü satırlarım, bütün bunları alaşağı edecek gerçeklerin altını çizmek üzere tasarlanacak. Bilhassa insanı yapay tepelerin zirvesinde, akılsız ellerce alkışlatan hâllerin hepsi hor görülecek.
“İdeal” dediklerinde, yüce bir hissediş akla düşer. Sanki “ideal” ana başlığı altında kollara ayrılan alt gruplar olamazmış gibi… Ne yazık ki, bu “ideal” dedikleri kavram bazen de inanca ve ahlâka son derece zıt olabiliyor. Tabiî topyekûn yok sayamayız. Çünkü bütün insanlığı en biçimsiz hâllerden alıp en nitelikli aşamaları kat ettirerek yepyeni formlara eriştiren idealler de var. Ne var ki, yıkmak ve bozmak üzere bir araya gelmiş militanlarca kulaklarda cızırdayan idealist naralar da var. O hâlde kabul etmek gerekir ki, bir düşünce ya da hedefi değerli kılan, onun “ideal”, “ülkü”, “düstur” gibi ana başlıklara dâhil edilip edilmemesi değil, münferit hâlde incelendiğinde ahlâk ve inançla paralel bir yörüngede ilerlemesidir.
Popüler bir davranış biçimi olarak her şeyi eleştirmek ve her şeye karşı çıkmak, insanın kendini idealist hissetmesine neden oluyor. Çünkü çağdaş dinamikler bu duyguyu körüklüyor. En başta da sorgulamak gibi güzide bir eylem el üstünde tutuluyor, sorgulamanın nihaî varış noktası olarak “karşı çıkmak” ve “eleştirmek” adlı pasif direnişler işaretleniyor. Esasen komik… Çünkü idealist sıfatının bir doğruyu beslemek, büyütmek ve yaymakla kazanılmayacağı absürt bir vasatta yaşıyoruz. Eğer birileri tarafından “idealist” olarak nitelendirilmek ve parmakla gösterilmek istiyorsanız, bir doğruyu sorgulayarak bu amaca ulaşmanız gayet mümkün. Ama asıl komedi, bu sokağı bitirip köşeyi dönünce başlıyor. Çünkü her neyi sorguluyorsanız, sorgulama vetiresinin sonucunu bir eleştiri ya da başkaldırıyla noktalamak durumundasınız. Zira sorgulanan şeyin doğruluğunu yeniden kabul ettiğinizde, idealize edecek bir düşünce hacminiz kalmıyor kâinatta(!). Pek tabiî, bu yargılar işin “bence”si değil, tamamen popüler kabulün daracık ve sığcık zaviyesinden devşirme…
Ne anlattılar, nasıl inandırdılar, bilmiyorum ama sorgulamak bazı alanlarda gerekliyse de ideallerin olmazsa olmazı değildir. Hatta genellikle faydasızdır. Pek çok Batılı filozofun yüzyıllar boyu tekerrür eden bir restleşme hâlinde birbirlerinin fikirlerine muhalif olup sonra tekrar aynı noktaya varmaları gibi katkısız sızlanmalar bunlar. Elbette sorgulamak, karşı çıkmak, “gerektiğinde” eleştirmek gibi düşünce maratonlarına da ihtiyacımız var. Ama bunlar öyle yüceltiliyor ki bir doğruyu anlatmak, yaymak ve zerk etmek gibi idealler sıfır hükmünde sayılırken, sürekli taş atan elleri idealist ilân etmelerse yaygın hâle geliyor. İşin aslı, sıfatların çok bir değeri yok. Ama bu sıfatları yanlış bedenlere giydirdiğimizde, takip edenlerin yol pusulasına da etki ettiğimizden, bir zahmet üzerinde şık durmayanları elimine etmek durumundayız.
Bir eleştiri hastalığına mahkûm ettiler dünyayı. Eleştiren zihinlerin daha üstün olduğuna dair sentetik bir algı geliştirdiler. Herkes herkesi yermekte, herkes her şeyi eleştirmekte ve bu yolla varlığını ispat etmiş gibi bir tatmin duygusu yaşamakta. Bir kaos ortamı dizayn etmenin ve bu yolla aklı ve bilgiyi değersizleştirmenin en iyi yolu, herkesi başkaldıran ve “evet”ten çok “hayır”ı kullanan bir robota dönüştürmekti. Yaptılar!
Bu iş öyle yerlere vardı ki artık doğruyu inkâr etmekle kalmıyor, doğruyu söyleyeni de dokuz köyden kovuyorlar. Onuncu köyde de yollara dinamit döşüyorlar.
Bunlar hakikaten hamasi hâller! İçi kof, dışı süslü, yararsız bir görsel şölen… Anlama ve bilgiye ulaşmada trafiği tıkayan beyhude bir kalabalık… İnsan sorgular, eleştirir ve akıl yürütür elbette. Fakat bir “idealizm” silahı verdiler insanların eline, gözünü kapayan bütün çevreyi tarıyor. Ölenlerin içinde çok kıymetli bilgi ve doğrular mevcut. Demek ki, gerçekten bir ülkü üzere hareket etmek isteyen herkes, işe sorgulamakla başlayacaksa da eleme sistemini devreye sokmak zorunda. Rastgele etrafı talan etmekle idealist olunamaz ama pek tabiî anlam katili olunabilir.
Bir popüler hareket biçimi de “her şeyi menfi görmek”. Korkarım biz, bütün dünya olarak büyük bir aşk acısı çekiyoruz. Öyle ki, âşığın sevgilisinden ayrıyken güneşi karanlık, denizi serap, suyu faydasız, gülü kokusuz, kalabalıkları niteliksiz varsayması gibi bir karamsarlıkta yaşayıp gidiyoruz. Bu müptezel hâlimizle iyiye ve güzele dair ne varsa ayaklar altında çiğniyoruz.
Somut örneklerle konuyu pekiştirmek yerinde olacaktır…
Biri cami avlusunda kedileri besliyor, bunu gören bir çift göz ise bu letafeti “gösteriş” adı altında kirletiyor. Bir esnaf ikindi vakti camiye gidiyor, buna denk gelen bir pesimist ise “Adam camiye gidiyor ama kim bilir ne kul hakları yiyordur” gibi önyargılarla durumu, zuhur edenin zıddında bir anlama lâyık görüyor. Biri ihtiyar ve bakıma muhtaç annesine-babasına bakıyor, bunu duyan bir çirkin kulak, “Ne menfaati var acaba?” diye sorgulamaktan utanç duymuyor. Kim dürüstlüğü savunuyorsa, “Dürüstlüğü savunan, en çok yalan söyleyendir” zırvasıyla muhatap ediliyor. Biri çıkıp ahlâkı anlatmaya kalksa, “ahlâk bekçisi” taşlamasıyla karşılanıyor ve muhakkak “ahlâksız” olarak yaftalanıyor. Ve bütün bunları tetikleyen şey, popülaritenin insanı ancak böyle var hükmünde kabul etmesi ve insanın kendi “var”sızlığını ancak bu yolla ekarte edebilmesinden başkası değil. Her şeyi kötü ve yanlış ilân etmekle insan, idealist bir sorgulama evresine girdiği hususunda kandırılıyor.
Bir diğer yandan bu kötüleme ve değersizleştirme eyleminin sahibindeki öz benlik çatışması da bu hezeyanların birebir müsebbibi. Çünkü hiçbir değerle kendini yüceltemeyen kişi, bir şeyleri aşağı çekmekle kendini daha yukarıda hissediyor. Hâlbuki baktığı manzaranın hiçbir değişime uğramıyor oluşuyla bu eylemlerinin de boşa çıktığını anlamaması olanaksız. Ama ne de olsa idealizm diye bir perde çekmişler gözlerine, artık kendinden başkasını görmeyecek kadar karanlıkta bırakılmış.
Velhasıl, “ideal” dediğimiz şey kaosu tetiklemekten ziyade, bir yerlere anlam eklemesi yapmaya vesile olmalı. O hâlde gerçek ülkü, Hakk’ın ve doğrunun yayılmasında ufak da olsa bir katkı sağlayabilmektir. Hem bu öyle bir ideal ki, çok zaman alkışlanan, el üstünde tutulan sahte idealler gibi rağbet görmeyecek ama buna rağmen kişi varını yoğunu bu şiar uğruna tüketecektir.