Seninle iyiyim

“Seninle İyiyim”, deneme-şiir tarzında bir kitap. İki romanı daha olan Gülnur Gündoğan, kitabına yüreğini dökmüş alabildiğine. Tarih boyunca anlatılagelen aşkı tarif etmiş kendi kaleminden. Yalnızca aşk faslı yok; ayrıca kitapta yolculuğunu, acısını, kaybını da dokumuş ince ince.

“Aşk derdiyle hoşem, el çek ilacımdan tabib!/ Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır.” (Fuzûlî)

***

AŞK denen belâdan çokça cefâ diye bahsedilir. Kelimenin kökü olan “ışk”, sarmaşık demek olan “aşeka” kelimesinden gelmektedir. Sarmaşık nasıl sardığı her yeri istila ederse, aşk da girdiği kalbi ve vücudu öylece istila ettiğinden, şiddetli sevgiye “aşk” denmiştir.

Binlerce yıldır şuaranın ilham kaynağıdır aynı belâ. Sultanı köle, köleyi sultan etmiştir; nicesinin aklını alıp mecnuna çevirmiştir. Ne onunla yapabilir insan, ne onsuz…

Adamı yakar bu belâ. Pişmesini bileni pişirir sonra, sonra oldurur. Yanmadan pişilmez, pişmeden olunmaz; olmadan insan, insan olmaz. Vâkıa şu ki, yanmasını, pişmesini, olmasını bilmeli insan. Sabrı yâr etmeli yarasına. Rabbini bilmeli bir de insan öncesinde; çünkü aşk dediğin, yücelerden gelip de düşer sol yanına. İsteyince olmaz da, istemediğin an gelip buluverir seni. Şükrü bilmek gerek bir de sabrın yanında. Bu belânın cefâsına şükredersen, farkına varırsan sahip olduğunun, sana verilenin seni götüreceği yer vuslattır sonunda. Kötü iken iyi olmasını bileceksin; açken tok olmasını, susuz iken kanmasını… Cefâsına sabrettiğin aşkın sefâsı gelip seni bulur elbet.

Cefâ diye gördüklerin pişirmektedir seni belki, bilemezsin; belki aşkına düştüğünü zannettiğin değildir gerçek aşkı bulacağın kişi. Belki yanındaki sadece bir handır gitmekte olduğun, hasretiyle yandığın aşk yolunda bir lahza soluklandığın. Belki Aşkın Sahibi sana gerçek aşkı sunmadan evvel aşk için pişmeni diliyordur, pişiyorsundur belki şu an cefâ ile. Bilemezsin, belki şükrün ölçülüyor, belki sabır öğretiliyordur sana. Belki yüreğine yazılanı bulamamışsındır henüz. Belki kendisiyle iyi olacağın birini bulamamışsındır…

“‘İyi misin?’ dediği her anda ‘Seninle iyiyim’ diyebiliyorsam, ondan da aynı cevabı alabiliyorsam, aynı sorum karşısında evet, iyiyim. Karanlıkların ortasında mücadele ederken yenilmeme rağmen, mutlu olacak sebeplerimi kendimce yok saymama rağmen, çaldığım kapıların kapanmasına rağmen aslında ben çok iyiyim.”[i]

Hani diyor ya şair “Cânıma bir merhaba sundu ezelde çeşm-i yâr’[ii]diye, hani o ezeldeki yâri arayıp durduğunu dile getiriyor ya, işte böyle âşıklar yok mudur şu âlemde? Ya da böyle bir âşık-ı sâdık olma yolunda ömür çürütenler, kendinden geçenler ve kaçanlar kendinden, kaçmaya çalışanlar, olmak muradında olanlar, varmak, pişmek istidadında olanlar? Peki ya nereye kadar? Ya belki olmuyorsa bir yerden sonra kaçmak? Ya yakalanmak gerekliyse bir yerden sonra aşka? Ya yakalandığınızda bulacaksa sizi aşk? Ya diriltecekse sizi ölmeye yüz tutmuşken?

“Kaçmakla olmuyormuş. Elbet yakalanmak da gerekmiş. Yakalanmak, aşkın içinde oyun oynayarak hayata devam etmekmiş bir dönem. Oyun kaçmakla başlarken, yakalanmakla da yanmak oluyormuş. Mecalim kalmadığını düşünürken, beni yeniden dirilten sevgili, seninle iyiyim!”[iii]

Sevdanız kutlu olsun!

Aşkınızın hamurunda inanç varsa, mahcubiyet kutsal, sevdanız kutludur Yaratan katında. Utana sıkıla seversiniz ya hani, mahcup, mahzun, çocuksu alabildiğine ve art niyetsiz… Hani duâ düşer ya sol yanınıza sevda düştü mü bir defa… Hani aşktan, sevdadan yanıp dönersiniz ya kıbleye, secdelere kapanırsınız ya gözü yaşlı… Sevdanız kutlu olsun!

“Gönlüme sevda düştü. Sevda ki, aşktan daha mukaddes… Aşk ki, kavuşunca biter dedikleri… Bende yanan aşk mı, sevda mı, bilinmez. Benden yâr olur mu, olmaz mı; sevgiliden bana olur mu, olmaz mı, bilemedim. Sevdim; çârem çünkü sende. İşte bu kadarım ben! Şairlik de var hamurumda, yazarlık da. Huzurlu olduğum yer iki kahve mercan bunu bilir. İnancım şüpheye düşmesin tek dileğim.”[iv]

Aşk dediğin bir zehre benzer kimi zaman, korkutur insanı. Bir defa sol yanınıza düştü mü, hayatınızın bütün gidişatını değiştirecektir çünkü. Fırtınalı bir denizken durgun bir göle çevirir kimini. Kimine fırtınalar getirir hiç bilmediği. Kimini Karun eder, kimini sultan, kimini mecnun, kimini dilenci…

“Sana olan mecnunluğumdan önce durgumdum, dalga vurmazdı limanlarıma. Kapanmıştım her şeye. Karanlık dünyamda, köhne bir çukurun kenarında yaşamaya mecburdum. Vazgeçmiştim çoğu şeyden, kendimden bile... Vazgeçemediğim tek şey, sigaramın eşliğinde kitaplarımdı. Anlamsız da olsa sayfalarca karalamamdı. Sen geldin, bahara döndüm, çiçeklerim açtı. Sen geldin, karanlıklarım gitti de güneşim ortada peyda oldu. Bana mı gelmiştin? Benim olmaya mı gelmiştin? Zihnimin derin kuytularında saklanan tonlarca soru vardı. Korkuyordum.”[v]

“Susmak…/ Susmak… / Korkudan ölünceye kadar…” diyor bir şiirinde Ümit Yaşar Oğuzcan. İnsanın hayatının bir yerinde bir şeyler gelip oturur sol yanına. Gelip biri giriverir de gözbebeğinden, yüreğine kuruluverir habersizden. İşte insanın o anlardaki kararsızlığı, emin olamaması yok mu, o heyecanı, o ürkekliği, o kaçışı kendinden bile… Lakin nereye gidebilir, nereye kaçabilir ki insan kendinden? Ne kadar uzaklaşabilir? İçinde susturmak için çabaladığı sesler kemirir durur beynini. Sol yanını kavurur alev alev. Kaça kaça yine kendine varır insan, yine kaçtığına koşar da farkında değildir. Susar, susar, susar… Korkudan ölünceye kadar…

“Korkuyordum. Seni sevmekten korkuyordum. Sana bağlanmaktan, sana kör kütük tutulmaktan korkuyordum. Bakışlarındı beni kendine hapseden. Duruşundu büyüleyen. Parça parça anlatmaya kalksam yeter mi sanıyorsun cümlelerimi? Harfler kelimelerden, kelimeler cümlelerden, cümleler paragraflardan firar eder de bir yarası kalır en derin izinde. Sana ait ne varsa bir bir kendimde buluyordum. Elimi uzatsam gelecekmişsin gibi, ‘Git!’ desem gidecekmişsin gibi… Araf’taydım. Cennet dediğim sen varken yanımda, cehenneme sırtımı dönmüştüm. Yanındaki her kimse zebaniydi seni benden kaçıran ve beni sevme ihtimaline karşılık yüzümde tebessüm çiçekleri açıyordu.”[vi]

Belki de incitmekten korkarak sevdiği içindi bütün incinmekliği insanın. Gerçekten buydu belki de bütün korkumuz: “Ya incitirse sevgim onu? Ya istemeden, bilmeden yakarsam canını? Ya gözyaşını akıtırsam? Ya kıyarsam farkında olmadan? Heyhat!”

“Kaçtım, kaçtım, kaçtım… Varışlarımın sana olduğunu bile bile kaçtım. Cehenneme düşmeye korktuğum için kaçtım. Sana acılar yaşatmaktan korktuğum için kaçtım.

Olmadı! Nefesim durdu, gülüşüm durdu.”[vii]

“Seninle İyiyim”, deneme-şiir tarzında bir kitap. İki romanı daha olan Sayın Gülnur Gündoğan, kitabına yüreğini dökmüş alabildiğine. Tarih boyunca anlatılagelen aşkı tarif etmiş kendi kaleminden. Yalnızca aşk faslı yok; ayrıca kitapta yolculuğunu, acısını, kaybını da dokumuş ince ince.

Gülnur Gündoğan

4 Ağustos 1990’da, Balıkesir’de dünyaya geldi. 2013’te Balıkesir Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. 2014’te Balıkesir Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde yüksek lisans eğitimine başladı. 2001’in Ekim’inde vücuda getirdiği roman türünde ilk kitabı “Aşk Beni Bulur”, Bahar Yayınları’ndan çıktı. 2013-2014 eğitim-öğretim yılında, özel bir kurumda Türkçe öğretmeni olarak görev yaptı. İkinci romanı “Gül ve Sevda”, Liva Yayınları’ndan 2014 yılında çıktı.



[i] Seninle İyiyim/ Gülnur Gündoğan

[ii] Fatih Sultan Mehmed’in vezirlerinden Ahmed Paşa

[iii] Seninle İyiyim/ Gülnur Gündoğan

[iv] Seninle İyiyim/ Gülnur Gündoğan

[v] Seninle İyiyim/ Gülnur Gündoğan

[vi] Seninle İyiyim/ Gülnur Gündoğan

[vii] Seninle İyiyim/ Gülnur Gündoğan