Sen varken niçin empati?

Bizim medeniyetimizin en büyük değerlerinden biri istişare, biri de sohbettir. Padişahlar başta olmak üzere, herkesin “musahip” denen sohbet arkadaşı, sohbet dostu vardı. Bu güzelliklerin tadını neden çıkarmıyoruz? Ne istediğimizi, ne sevdiğimizi, karşımızdakine nasıl davranmamız gerektiğini “Sen bana sor, ben de sana sor” formülüne dönüştürsek daha iyi olmaz mı? Gelin, hep beraber birbirimize “Sensiz asla!” diyelim, olsun bitsin!

ÇOK istirham ediyorum, benimle empati yapmayın! Söz, ben de sizinle yapmayacağım! Siz benimle, ben sizinle niçin empati yapıyoruz ki zaten, değil mi? Birbirimizi anlamaya çalışacakmışız... Anlasak ne olacak, anlamasak ne? Hele hele sizinle iletişimiz de varsa…

Yine bir “akıntıya ters kulaç atma” misali hayat sorgulamasına girdiğimin farkındayım. “Bu da ne saçmalıyor?” diye yazıyı burada bırakanların olma ihtimali az değildir böyle durumlarda. “Empati” gibi tabulaştırılmış bir konuyu bile sorgulama cesareti gösterenlerle devam ederiz biz de. Zira derinlerde ciddi meseleler var.

“Empati yapmak” deyince neyi anlıyoruz? “Birinin yerine kendini koyup, onu anlamak” şeklinde bir ifade sanırım yanlış olmaz. Mesela, müdür çalışanını anlayacak, otobüs şoförü yolcuyu anlayacak, yolcu otobüs şoförünu anlayacak. Tamam, empati yaptık, gayet güzel... Sonra ne olacak? Otobüs şoförü yolcuyu veya yolcu otobüs şoförünü anladı ve ona göre karşısındakine davrandı; müdür empati yaptı ve ne şekilde anladıysa o şekilde de elemanı hakkında karar verdi, belki işini azalttı veya arttırdı… Beklediğimiz bu mu şimdi? Böyle olması işimizi gördü mü? Eğer cevabınız “Evet!” ise gelsin problemler o zaman...

Ramazan’da uçakla İstanbul’a döneceğimde iniş saatinin iftara denk gelmesi nedeniyle beni havaalanından alacak arkadaş için empati yaptım. İftar yapıp gelse, en yakın lokantadan gelmesi halinde bile ben havaalanında 20 dakika bekleyecektim. İftar yapmasa, havaalanında bu kez o aç aç iftar sonrası 15-20 dakika bekleyecek. Cesur bir karar verdim ve empati yapmayı bıraktım. Arkadaşıma iniş saatimin bilgisini verip beni almasını söyledim. İndiğimde arkadaşım oradaydı; iftarını yapmış, karnı toktu. İftarı nasıl ve nerede yaptığını sordum, meğer benim bilmediğim ama onun arkadaşının çok yakında bir yeri varmış, orada halletmiş. Kendi kendime “İyi ki empati yapmamışım” demek durumunda kaldım. Çünkü bir insan empati yaparken kendi bildikleri ve kendi hissettikleri kadar empati yapıyor. Sizin bildiklerinizin ve hissettiklerinizin tamamını hissedebilir veya düşünebildiklerinizin tamamını düşünebilirsem, o zaman empati yapayım, ancak tabiî böyle bir şey olmadığına göre, “empati yapma” denilen şey hikâye!

“Peki, bunun yerine ne öneriyorsunuz?” diye sorabilirsiniz. Bunun cevabını şu birkaç meseleyi de söyledikten sonra vereyim…

Sizinki gibi bilgim olmayarak, hissetmeyerek ve düşünemeyerek empati yaptım; peki, sonra ne yapıyorum? Bu empati sonucunda sizinle ilgili birtakım kararlar veriyorum. Arkadaşımla ilgili örnekte, “Şu lokantada yemeğini ye, şu saatte havaalanına gel, ben seni 20 dakika orada beklemiş olacağım” diyecek, dolayısıyla o kişiye ve kendime birçok zarar verecektim. Aynen bu şekilde, empati yapma sonucunda kendimizce birçok abuk subuk kararlar veriyoruz.

Çocuğumuzu anlamak için hangi veriyi kullanıyoruz? Kendi çocukluğumuzda yaşadıklarımızı... İyi de, kendi çocuğumuz bile olsa kaç tane ortak yanımız var ki? Ne annemiz babamız aynı, ne zamanlarımız, ne eğitimlerimiz, ne teknoloji, ne de çevrelerimiz... Eminim kişisel mânâda tek ortak yanımız soyadlarımız…

Yanlış, eksik, imkânsız empati: “Zarar”

Engellilerle ilgili empatinin yanlışını o kadar çok yaşadım ki... Bilmeyenler için söyleyeyim, ben kör biriyim. Birçok dostum, arkadaşım, tanıdığım veya tanımadığım beni anlamak için gözünü kapatıyor ve o an neler düşünüyor, neler hissediyorsa benim de onları düşündüğüm ve hissettiğim sonucuna varıyorlar. Hatta bazen engellilerle ilgili toplantılarda salonun ışıkları kapatılıyor ve katılımcılar körleri anlamaya çalışıyorlar. Tabiî o an görmemeye başladıkları için iki adım bile atamıyorlar. Benim de onlar gibi karanlıkta ve görmeyerek iki adım atamayacağımı sanıyorlar. Yanıldıkları bir durum var: Ben 11 yaşımdan beri körüm ve karanlıkta yahut daha bariz bir tabirle “görmeyerek yapma” konusunda kendimi ciddi şekilde eğittim.

Ayrıca 1 dakika sonra göreceğini bilerek birşeyler yapmakla ömür boyu görmeyeceğini bilerek birşeyler yapmak, birbirinden farklı şeyler. Bu şekilde empati yapanlar, körlere ne eğitim, ne iş, ne evlilik, ne de toplumsal hayata katılım imkânı veriyorlar. Zannediyorlar ki bu, “diri diri mezarda durmak” gibi bir şey. Tabiî ki öyle bir şey yok!

Peki, ne öneriyorum? Empati yerine “açık iletişim”… Kendiniz bizzat varken, empati yapmaya ne gerek var? En iyisi size sorarım... Sizin söyleyeceğiniz şeyleri küçümsemeyeceğime ve ayıplayamayacağıma dair güven verirsem, siz de her şeyi açık açık söylersiniz. Böylece daha doğru şeyi yapmış olmaz mıyız? Müdür empati yapmasın, elemanıyla açık açık konuşsun mesela. Yolcu şoförle, şoför de yolcuyla açık açık konuşsun. Engelliler için empati yerine, kendileriyle konuşsak daha iyi olmaz mı?

Bu “empati” meselesinde, ne yalan söyleyeyim, biraz kibir, biraz kendini üstün görme, başkalarını gütme hissi bulunuyor gibi geliyor bana. Bir bakkal, bir cumhurbaşkanı için empati yapsa doğru olur mu? Ama tersini herkes doğru bile kabul ediyor olabilir. Empati yapan, karşısındakini anladığını kabul edip onun hakkında karar veriyor. Ailede ve kişisel ilişkilerde, kuruluş veya ülke yönetimlerinde hep öyle oluyor. Karşısındakini iyi anladığını zannedenler birtakım icraatlar yapıyor, fakat bunların çoğu yeni sorunlara yol açıyor. 19. yüzyıl felsefî akımlarında da böyle değil miydi? Maalesef dünyayı kasıp kavurdular, modernizm denen gayri insanî tutum ve davranışları başımıza sardılar. Yine maalesef, hâlâ tesirlerinden kurtulamadık.

Amacımız kimseyi rencide etmek, haksız çıkarmak değil. Doğru bir şeyler yapılmasını istiyoruz, o kadar! Aklımızın erdiği kadarıyla bunun çaresi “açık iletişim”. Karşımızdakiyle sohbet eder, kararı karşılıklı iletişim halinde veririz.

Bizim medeniyetimizin en büyük değerlerinden biri istişare, biri de sohbettir. Padişahlar başta olmak üzere, herkesin “musahip” denen sohbet arkadaşı, sohbet dostu vardı. Bu güzelliklerin tadını neden çıkarmıyoruz? Ne istediğimizi, ne sevdiğimizi, karşımızdakine nasıl davranmamız gerektiğini “Sen bana sor, ben de sana sor” formülüne dönüştürsek daha iyi olmaz mı? Gelin, hep beraber birbirimize “Sensiz asla!” diyelim, olsun bitsin!