Sen üşüdün, biz yandık! Dağlar aman vermedi!

İnsan seli arasında yürümekte zorlanıyorduk. Taceddin Dergâhı’na ancak ikindi vaktinde ulaşabilmiştim. O mahşerî kalabalıktan dolayı hiçbir şeyi göremiyordum. Sadece Kur’ân, tekbir ve duâ sesleri yükseliyordu arşa dalga dalga. Akşam namazını Taceddin Dergâhı’nda edâ ettikten sonra ancak kabrini ziyaret edebilmiştim. Bu esnada annesi Fidan Hanım başta olmak üzere ailesi de ziyarete gelmişti. Güllerle üzeri örtülen kabrinden etrafa bir gül kokusu saçılıyordu. O ne güzel bir kokuydu öyle!

“BİR saniyesine bile hâkim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur.” (Muhsin Yazıcıoğlu)

Tarih: 31 Mart 2009, Salı…

Mekân: Kocatepe Camiî…

25 Mart 2009 tarihinde, Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesi, Çağlayancerit beldesindeki seçim mitinginden ayrılıp Yozgat-Yerköy mitingine iştirak etmek için hareket eden BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarını taşıyan helikopterin saat 16 sularında Sisne ve Kızılöz köyleri arasındaki Keşdağı-Kurudere-Kanlıçukur mevkiinde düş/ürül/mesi sonucu şehit edilen BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun cenaze namazı…

***

Tam 11 yıl oldu! Ama acısı eksilmeyen, yarası her daim tâze bir 11 yıl...

Dün gibiydi. İçimde tarifi imkânsız bir hüzün vardı. Sanki dünya başıma çökmüş, altında kalmış gibiydim. Sabah saat 10 sularında cami avlusuna geldiğimde her yer çoktan dolmuştu. Saat 11’de Meclis’te bir tören düzenleneceği söyleniyordu. Cenaze namazı ise Kocatepe Camiî’nde kılınacak öğle namazının ardından edâ edilecekti.

Cenaze namazının ardından önce BBP Genel Merkezi’nde bir tören daha düzenlenecek, daha sonra da Tâceddin Dergâhı’nda toprağa verilecekti. Bu üç nokta, sevenleri tarafından tıklım tıklım doldurulmuştu.

Caminin kuzey tarafına çıktığımda, Mithatpaşa Caddesi’nden camiye doğru sanki bir insan seli akıyordu. Sanki bütün Türkiye oradaydı. Ülkemizin değişik illerinden gelen Alperenler vakar içinde, grup grup, tekbirler getirerek cami avlusu ve meydana doğru akıyorlardı.

Ankara sokakları tekbir sesleri ile yankılanırken, kadın erkek binlerce insanın gözlerinde yaş, gönüllerinde o benim içimdekinin aynından bir hüzün vardı.

Havanın sıcaklığı bir yana, bu mahşerî kalabalığın yürek yangını âdeta Ankara’da havayı daha da yakıcı hâle getirmişti.

Bu mahşerî kalabalıkla, merhum Yazıcıoğlu’nun kurmak istediği Büyük Birlik Hareketi sanki gerçekleşmiş gibiydi. Her yaştan, her anlayıştan insan, genciyle yaşlısıyla, başörtülüsüyle kot pantolonlusuyla, çarşaflısıyla sarıklısıyla, cübbelisiyle takım elbiselisiyle herkes yan yana, kol kola, gönül gönüle dillerindeki avaz avaz arşa yükselen duâlarıyla yerini almıştı.

***

Çok ilginç pankartlar vardı. Bunlardan aklımda kalan bazıları şöyleydi:

“Artık Sivas’a yaz gelmeyecek. Üşüyeceğiz Koca Reis!”

“Üşüyoruz Koca Reis!”

“Ankara Reis’i üşütme!”

“Sen üşüdün… Biz yandık… Dağlar aman vermedi…”

“Türk ve İslâm âleminin başı sağ olsun!”

“Seni beklemek güzeldi…”

“Soğuk zindanların güneş yüzlüsü, ruhun şâd olsun!”

“Zaman, zamandan fedakârlık zamanı değil, kendini fedâ etme zamanıdır!”

“Başkanım hakkını helâl et bize!”

“Kötülüğe 72 saat dur diyen Muhsin Başkan, seni özlüyoruz…”

“Nasıl ki gülün güzelliği anlatılmaz, senin ki de öyle!”

***

Atılan sloganlarsa “Şehitler ölmez, vatan bölünmez”, “Muhsin Başkan ölmedi, kalbimizde yaşıyor”, “Başbuğ Muhsin”, “Muhsin Başkan hakkını helâl et bize”, “Hepimiz biriz, Muhsin Başkan’ın askerleriyiz” şeklindeydi…

Zaman zaman cep telefonumdan TV kanallarının canlı yayınları aracılığı ile cami avlusundaki merasimi de izliyordum. Bu yayınlardan görebildiğim kadarıyla cenaze namazına Devlet Erkânı tam kadro katılmıştı. Zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, eski Başbakanlardan Tansu Çiller, Rahşan Ecevit, emekli Yarbay Korkut Eken, Meral Akşener, Muharrem Şemsek ve Salim Uslu gözüme takılan kişiler arasındaydı.

Cenaze namazını dönemin Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu kıldıracaktı. Bardakoğlu, cenaze namazı öncesi yaptığı kısa konuşmada, “cenaze defnedilinceye kadar geçen sürenin ibadet süresine dâhil olduğunu” söyleyerek, cenazeye katılanlardan “slogan atmak yerine tekbirler getirerek duâ etmelerini” istedi.

Namaz esnasında insanların ağlamalarını ve hıçkırıklarını işitiyorduk. Namazın akabinde kalabalık, Mithatpaşa Caddesi’nden BBP Genel Merkezi’ne doğru akmaya başlamıştı. Cenazede tanıştığım bir hemşerimiz bana, “Cenaze buradan geçecek, bekle” deyince kendimi güçlükle bir kenara atarak cenazenin gelmesini bekledim. Biraz sonra cenazeyi taşıyan araç önümüzden geçiyordu…

İnsanlar hep bir ağızdan tekbirler ve tehliller getiriyordu. Tabutunun üzeri güllerle bezenmiş bir şekilde cenaze aracı önümüzden geçerek parti genel merkezine doğru yol aldı. Merhumun cenaze aracındaki naaşı, nazlı bir gelin gibi önümüzden misk gibi gül kokularıyla geçerken, gözyaşlarımızı tutamamış, hıçkırıklara boğulmuştuk.

Bu esnada ufak tefek arbedeler de yaşanmıştı…

***

BBP Genel Merkezi’nin önüne geldiğimizde, o zaman partinin Genel Sekreteri olan ve o gün Genel Başkan Vekili olarak görev yapan Yalçın Topçu yaptığı konuşmada şöyle diyordu:

“Hoş geldin Sayın Genel Başkanım! Sonsuzluğun Sahibine yapmış olduğun müracaat, yukarıdan tartışmasız kabul edildi. Vuslat Kurultayı burada toplanmış durumda. Ülkenin dört bir yanından 1 milyon yiğit insan kurultayımıza katılmıştır. Bu insanlar çocuklarının süt parasını keserek vuslat kurultayına geldiler. Onların adına, sana ‘Hoş geldin’ diyorum.

Vuslat kurultayının gündemini paylaşacağım…

Siz hep derdiniz ya, ülkenin birliği, vatanın bağımsızlığı… 1 milyon iyi adam, o dediklerinizi gerçekleştirdi. Sevgiyle, iyilikle, cesaretle, vatan sevgisini bilerek, yanınızda, bütün dediklerinizi takip edeceğiz. Söz veriyoruz!

Hoşça kalın Sayın Genel Başkanım, sizi Allah’a emanet ediyorum.”

Ağlıyorduk. Türkiye ağlıyordu…

İnsan seli arasında yürümekte zorlanıyorduk. Taceddin Dergâhı’na ancak ikindi vaktinde ulaşabilmiştim. O mahşerî kalabalıktan dolayı hiçbir şeyi göremiyordum. Sadece Kur’ân, tekbir ve duâ sesleri yükseliyordu arşa dalga dalga.

Akşam namazını Taceddin Dergâhı’nda edâ ettikten sonra ancak kabrini ziyaret edebilmiştim. Bu esnada annesi Fidan Hanım başta olmak üzere ailesi de ziyarete gelmişti.

Güllerle üzeri örtülen kabrinden etrafa bir gül kokusu saçılıyordu. O ne güzel bir kokuydu öyle!

O gün Türk milleti, yiğit bir evlâdını daha bu şekilde Sonsuzluğun Rabbine yollamıştı. Ruhu şâd olsun!

***

Aradan yıllar geçti… Ankara’ya her geldiğimde mutlaka uğradığım kabrinin hâlâ genç ihtiyar her kesimden insanın ziyaretgâhı olduğunu görüyor ve bununla teselli buluyorum.

Ancak hâlâ üşüyoruz.

Bu nasıl bir aymazlıktır ki, olayın üzerinden 11 yıl geçmesine rağmen, bu olay tam olarak çözülememiştir.

Bir sürü senaryo dilden dile dolaşmakta ama hiçbirinden tam bir doğru çıkamıyor. FETÖ’nün eli olduğu ayan beyan belli ama gerçek failler her nasılsa bir türlü bulunamıyor. Olay ânında radarlar susturuluyor. İki jet, helikopterin yanından geçerek onu türbülansa sokuyor… O kadar ki, şehit olan insanların otopsilerinde, kanlarında jetlerden kaynaklanan şekilde karbonmonoksit bulunuyor.

İsmail Güneş, bir saat boyunca telefonla yardım istiyor. Hâlâ feryatları kulaklarımızda çınlıyor…

Ama nedense bir helikopterin enkazına üç gün boyunca ulaşılamadı. Bulunmadı. Buldurulmadı! Gözümüzün içine baka baka o güzel insanların ölmeleri beklendi.

O kadar çok iddia vardı ki… En ilginci de, Vatan gazetesinin 26 Mayıs 2012 tarihli haberinde belirtilen ve BBP Genel Merkezi tarafından Özel Yetkili Malatya Savcılığına iletilen belgelerde yazılan bilgilerdi.

Bu belgelere göre, kazanın olduğu 25 Mart 2009 tarihinde, saat 17:42’de enkaz bölgesinde “J” kodlu iki askerî helikopter görünmüştü. 25 Mart tarihli sistem kayıtlarında Yazıcıoğlu’nu taşıyan helikopter büyük bir nokta, diğer iki helikopter ise küçük beyaz noktalar şeklinde kayıtlara girmiş.

Yazıcıoğlu’nun helikopteri 15:03’te düştükten sonra, 17:42’de “J” kodlu helikopter, enkaz bölgesinin 300 metre uzağına iniş yapmış ve 17:49’da kalkarak Güney Kıbrıs yönüne gitmiş.

Kayıt ve görüntülere göre enkaz bölgesine 17:47’de ikinci bir helikopter daha inmiş. Ancak bu helikopterin ne zaman kalktığına dair herhangi bir bilgi kayıtlarda yer almıyormuş. Modülde, Yazıcıoğlu’nun helikopterinin Çağlayancerit’ten kalkışından itibaren düştüğü yere kadar sistemde takip edildiği de yer almış.

Haberde, savcıya bu helikopterlerle ilgili çok sayıda belge ve telsiz konuşmalarına ilişkin bilgi de verdiği iddia edilen gizli tanığın, savcıya ifade verdikten sonra tehdit edildiği de yazıyor.

İşin diğer ilginç tarafını Haşmet Babaoğlu, Sabah gazetesinde, 8 Nisan 2013 tarihinde yazdığı yazısında dile getiriyor. Babaoğlu soruyor:

“Helikopter düştükten sonra hayatta olan ve saat 19:04'e kadar tam 16 kez aranan ve 12 kez telefon görüşmesi yaptığı kesinleşen İsmail Güneş’in otopsi raporunda çenesinin kırık olduğu söyleniyor. Oysa eşi, ‘konuşmasında hiçbir anormallik olmadığını’ ve rahmetli Güneş’in böyle bir şeyden söz etmediğini belirtiyor.

Dahası... 600 metre uzakta bulunan ve 19:04’e kadar hayatta olduğu kesinleşen Güneş’i, 17:42’de enkazın 300 metre uzağına inen J kodlu arama helikopterinin personeli nasıl olup da göremedi?”

Ya da Güneş’in çenesini ve kaburgalarını kim kırıp 600 metre aşağıya gönderdi?

***

Kaza kırım ekibi olarak olay yerine gidenler, helikopterin parçalarını söküyorlar. Mahkemede “Neden söktünüz?” sorusuna, “Zevk için, hatıra olsun diye” şeklinde cevap verenlerin, daha sonra 15 Temmuz işgalci darbe girişimi sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kaldığı Marmaris’teki oteli basıp Erdoğan’ı yakalamak ya da infaz etmek için giden ekibin içinde olduklarını öğrendik.

Bazı kişilerin ise yine o hain darbe girişimi esnasında Yunanistan’a kaçan ve diplomatik temaslar sonucu Yunanistan’dan Türkiye’ye iade edilen askerler arasında olduğunu da…

Artık ortalıkta dolaşan, “Bir Perşembe akşam vefat edersiniz, bir Cuma günü cenazenize ulaşırlar” içerikli hain video kayıtları da cabası…

Bu ne demekti?

Oysa helikopter, 25 Mart Çarşamba günü saat 16:00 sıralarında düşmüş, resmî olarak enkaza 47 saat sonra, 27 Mart Cuma günü 15 sularında ulaşılmıştı. Olayda Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte 5 kişi daha şehit edilmişti...

O günlerde, “Yazıcıoğlu’nun yaşadığı, ayağının kırık bir vaziyette olduğu ve helikopterin düştüğü bölgeye ekiplerin intikal ettiği, hastaneye kaldırılacağı” bilgisi resmî ağızlardan açıklanmış, sonra yine resmî ağızlar tarafından bunun yanlış bilgi olduğu söylenmişti.

Yine o günlerde iddia edilip de sonradan bir daha duyamadığımız şey, “Yazıcıoğlu’na sağ iken ulaşıldığı ve bir yerlerde sorgulanıp tekrar olay yerine getirildiği”… Yine daha sonraları bu iddiaya ilişkin görüntülerin olduğu vesaire…

Sonra bir sürü senaryo atıldı ortaya. Barnabas İncili meselesinden tutun, Ergenekon Dâvâlarında gizli tanıklığa kadar… Artık bu yalanlardan, komplo teorilerinden bıktık! Umarız bir gün gerçekler ortaya çıkar da gerçek failler ve onları azmettirenleri hesap verirler.

Olayla ilgili onlarca kitap yazıldı. İddialar iddiaları kovaladı. Ama gerçek, hâlâ sır perdesinin altında gün yüzüne çıkmayı bekliyor.

***

Ruhun şâd olsun Reis! Ruhunuz şâd olsun ey İsmail Güneş, Erhan Üstündağ, Yüksel Yancı, Murat Çetinkaya ve Binbaşı Kaya İstektepe!

Yargı görevini yapamadı ama millet olarak sizleri unutmadık ve her zaman duâlarımızdasınız.

O günlerin acısıyla kaleme aldığım bir şiirimi sizinle paylaşmak isterim:

 

Üşüme Reis

Kara bir gün kara haberin geldi

Bir hançer saplandı döşüme Reis

Keş dağları seni bizlerden çaldı

Sanki bir çığ düştü başıma Reis

Beklemek çok zordu, zaman donmadı

Dağlar çetinleşti, tipi dinmedi

Yüreğimde yanan ateş sönmedi

Düştüm çâresiz bir küşüme Reis

Zikre dalmış her şey, Tevhid çekiyor

Papatyalar donmuş güne bakıyor

Açan kardelenler boyun büküyor

Bahar günü gelen kışıma Reis

Soğuktu zindanlar, soğuktu C Beş

Gökyüzü kaybolmuş, boğuktu C Beş

Yine çok soğuktu Berit ile Keş

Nerden geldik biz bu hışıma Reis

Kekikli koyaklar ölüm kokuyor

Yaslı güvercinler Yasin okuyor

Hayâl pencereme duman çöküyor

Ayrılık giriyor düşüme Reis

Ne hazin bir vedâ, ne yaman hicran

Sokaklarda tekbir, dillerde Kur’ân

Bir birlik sevdâsı kalplerde vuran

Mani olamam gözyaşıma Reis

Acı hatırası olsa da dünün

Bugün Yaratana kavuşma günün

Duâlarla örttük üstünü senin

Nur içinde uyu, üşüme Reis!

***

 

Bu yazıyı geçen hafta yazacaktım. Ama virüs salgını yüzünden ertelemiştim. Salgın hâlâ dünyayı kasıp kavuruyor. Bizde de maalesef yayılıyor. Lütfen Hükûmet’in ve uzmanların çağrılarına kulak verelim! Evde kalalım, mecbur olmadıkça dışarı çıkmayalım. İnsanları provoke etmeye yönelik yalan haberlere itibar etmeyelim. Sağduyulu olursak virüsü yeneriz. Eğer paniğe kapılır, sağduyumuzu kaybedersek, o zaman virüs değil, bizler kendi kendimizi mahvederiz.

Ayrıca bu sıkıntılı günlerde Devletimizin başlattığı ve bizim için gerekli olan “Millî Dayanışma ve Yardımlaşma Seferberliğini” de cân-ı gönülden destekliyoruz.

Biz bize yeteriz Türkiye’m!