BİR takvim yılını daha bitirdik. Bu yazı yayınlandığında
2020 bitmiş, 2021’in ilk dakikalarını, belki de ilk saatlerini görmüş olacağız
inşâallâh. Pazar’dan Pazartesi’ye geçmek, Mart’ı bitirip Nisan’ı görmek,
sonbahardan sonra kışa ulaşmak neyse, 31 Aralık’tan sonra 1 Ocak’ı yaşamak da
aynı aslında…
Bizler, çok şükür ki yılbaşı partilerinde buluşmuyor,
içkinin dibine vurup dağıtmıyor, kırmızı hediyeler almıyoruz birbirimize.
Çamları, anlamsız Noel ağaçlarına çevirip, üzerine de Noel Baba’nın süslü
paketler bırakmasını beklemiyoruz. Her gece başımızı yastığa koyduğumuzda,
biten günün muhasebesini, her maaş günü yeni ayın ödeme programını, her mevsim
yeni dönemde ne ekip biçeceğimizi düşündüğümüz gibi, bir takvim yılını bitirip
yeni bir yıla gireceğimizde de hem biten yılın muhasebesini, hem de gelen yılın
plânlarını yapıyoruz.
Şartlar ne kadar zorlasa, ticârî tuzaklar ne kadar
bizi içine çekmeye çalışsa da yılbaşı gecesinin bizim için anlamı, ertesi günün
resmî tatil olması dolayısıyla daha uzun süre ailece bir arada vakit geçirmeye
bahane olması. Bir de her bayram, her zafer, her kutlama gecesinde zevkle seyrettiğimiz
görsel şölen var tabiî; havaî fişek gösterileri…
Genel çerçeveden bakınca, insanlık ve ülkemiz adına
iyi, mutlu, güzel bir yıl geçirdiğimizi söyleme imkânı yok maalesef. Epeyce can
sıkıcı olayın bir araya toplandığı bir yıl oldu. Çığ ve deprem felâketleriyle
başlayan 2020, Kovid-19’un acımasız sonuçlarıyla tamamlandı. Araya
sıkıştırdığımız seller, yeni depremler, ekonomik kaos plânları da cabası…
Maalesef gündemimiz, sıkıntılar, acılar ve onları nasıl bertaraf edeceğimiz
oldu yıl boyunca.
Çalışamadık, üretemedik uzunca sürelerle. Bazen
korkudan, bazen yasaklardan kapandık evlerimize. Dünya genelindeki toplam
ağırlığının 1 gram bile olmadığı söylenen bir virüs, bizi en sevdiklerimize
sarılabilmekten alıkoydu. Eş, dost, arkadaş bir kafede oturup hasbihâl edemez
oldu. Tatil plânlarımız ötelendi, bayram coşkularımız törpülendi, okullu olma
heyecanımızın anlamını aldı götürdü o melun virüs.
Bütün bu bireysel sıkıntıların devlet ekonomisi
üzerinde de etkisinin olmayacağı düşünülemezdi elbette. Dünyanın en güçlü
devletleri bile ekonomik bir buhrana sürüklenip sağlık sistemlerinin iflâsını
seyrederken, prangalarından henüz kurtulabilmiş devletimiz de hatırı sayılır
bir krizi yönetmek zorunda kaldı.
Ama hakkını yemeyelim, sadece hüsran değildi
bitirdiğimiz yıl. Ayasofya’nın müze olmaktan kurtarılması, Karadeniz’deki
doğalgaz keşfi ve Azerbaycan zaferi bile yeter 2020’nin eksilerini artıya çevirmek
için. Devlet, devlet olma görevini hiçbir şartta unutmadı. Her türlü zorluğa
rağmen yatırımlarını devam ettirdi. Dünyanın virüsten başını kaldıramadığı
dönemde hastaneler, yollar, köprüler, barajlar, fabrikalar açıldı birbirinin
ardı sıra. Devletimiz, acıların arasında şükrümüzü arttırmanın yollarını
gösterdi bize.
Ve şimdi yeni bir yıl! Yeni umutlar, yeni sorunlar,
yeni çözümlere gebe... Önümüzde de devâsa bir devlet bütçesi ve ayakları yere
daha sağlam basan bir Türkiye var. Umutlu olmalıyız, zira umutlu olmak için çok
fazla gerekçe var önümüzde.
Artık kısır siyâsî çekişmelerden kurtulup Türkiye’nin
geleceğini geciktirmekten kurtulmalıyız. Millî menfaatler etrafında birlik
olup, bizi kendine rakip olanların değirmenine su taşımaktan vazgeçmeliyiz. Kişilerin
ve iktidarların geçici, devletin bâki olduğu gerçeğini aklımızdan
çıkarmamalıyız. Umudumuzu büyütmek ve diri tutmak için daha çok çalışmalıyız. Daha
verimli düşünmeli, daha çok üretmeliyiz.
Herkes elinden gelenin en iyisi için çalışırsa
altından kalkamayacağımız sorun olmaz. Belediyenin temizlik işçisi sokağını
daha iyi süpürür, esnaf müşterisini kandırmaz, öğretmen öğrencisine daha iyi
öğretir, doktor hastasına daha iyi bakar, sanayici daha katma değerli ürünler
üretir, müteahhit hileye kaçmazsa, sorun çözülür! O zaman iktidar da daha
şevkle çalışır, bendeniz de internet üzerinden okuduğunuz bu yüzüncü yazımın
üzerine iki yüzüncü, üç yüzüncü yazıları yazmayı bir borç bilirim.
Nice mutlu ve umutlu yarınlara…