Selefiliğe rahmet okutacak bir CIA projesi: Medhalilik

Said Raslan’ın Medhalilik anlayışı üzerine dersler verdiği bu merkeze, Suriye’den, Cezayir’den, Fas’tan, Libya’dan, Nijer’den, Nijerya ve Avrupa’dan öğrenci kılıklı milisler toplanıyor. Öyle anlaşılıyor ki, Amerikan istihbaratı DAEŞ’ten daha büyük bir ordu hazırlıyor. Bu Ordu’nun tek hedefi Türkiye ve bölgede onunla beraber çalışan Mağrip ülkeleri olarak Tunus, Cezayir ve Fas!

BATI emperyalizmi, İngilizler döneminde İslâmîyet’in içine sızacak ciddî projeler geliştirdiler. İngilizler bu projelerden birini Hint Müslümanları arasında, diğerini de Mısır’da hayata geçirdi.

Hint Müslümanları arasında Cemaleddin Efganî, Mısır Müslümanları arasında da onun öğrencisi olan Muhammed Abduh’u parlattılar. Bu meseleler başka bir yazı konusu olacak kadar geniş olduğu için geçiyorum...

***

Gelelim maksadımıza…

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalizm bayrağını ele geçiren ABD, CIA içinde oluşturduğu elit yapılarla İslâm düşüncesi içerisine, İngilizlerin bıraktığı yerden sızdılar. Böylelikle Pakistan’da Kadiyanilik, Irak’ta Kesnezanilik, Türkiye’de Fetöcülük gibi hain ve işbirlikçi yapılar kurdular.

Bu yapıların temel görevi, vasat düzeyde İslâmî bilgisi olan, ancak hırsları tavan yapmış kullanışlı kişiler üzerinden İslâm’ın o ülkedeki temel mîrası olan dini gelenek ve değerleri yıpratmaktı. Bu amaca ulaşmak için hedef ülkedeki kurumlar, bu hain yapılarla iltisaklı hâle getiriliyor ve bu hain yapılar devlet kurumlarına ve öncelikle ordu ve polis teşkilâtına sızıyorlardı.

Arkasından dinî mahfilleri, sivil toplum örgütlerini ve basın-yayını ele geçirerek hedef toplumu algılara açık bir hâle getiriyorlardı. Daha sonra, toplumsal direnişi felç edecek bir biçimde harekete geçerek o ülkeyi ya işbirlikçi hâle getiriyor yahut da askerî bir darbe ile efendilerine bağlıyorlardı.

Nitekim Irak ordusunda baskın olan Kesnezani örgütü, Körfez Savaşı’nda Saddam’ın görünüşte muhteşem olan ordusunu bir gecede hain bir emir ile ABD’ye teslim etti. Bu hainler, ordu içinde kritik yerlerde olan adamları üzerinden, “Direnmeyi bırakın, teslim olun! Gelenler ırza, namusa dokunmazlar, size özgürlük getirecekler” diyerek koca Irak’ın direncini çöle gömdüler.

Böylelikle Amerika, elini kolunu sallayarak Irak’ı işgal etti ve sonrasında yüz binlerce masum öldüğü gibi, Müslümanların ırz ve namusları da düşmanın ayakları altında kaldı. Irak uyandı ama ba’de harabi’l-Basra...

Amerika 1990’da, Birinci Körfez Savaşı’nda güya Kuveyt’i Irak’ın elinden kurtarmak için Körfez’e geldiğinde, İslâm topraklarında Hıristiyan postalı görmek istemeyen şuurlu ve hassas Araplar tepki vererek Amerika askerlerinin bu topraklara ayak basmasının mahrem beldeleri kirletecek bir hareket olduğunu söylediler.

ABD, bu toplumsal direnişi kırarak sosyolojik tabanı kendisi ile uyumlu bir hâle getirmek işini hemen CIA’ ye havâle etti. Zaten Körfez istihbaratını yöneten arka plânda CIA olduğu için, daha önceden elde ettiği kifâyetsiz bir muhteris ve son derece acul bir tip olan Rebii el-Medhali’nin imajını parlatmaya karar verdi.

***

Bu herif-i nâşerif, ilk başta Mısır’da İhvan Hareketi ile düşüp kalkıyor ve Seyyid Kutub’un sâdık bir öğrencisi ayağına yatıyordu. Amacı, Körfez’de İhvan’ın baş temsilcisi olmak idi. Bu beklentisine karşılık, niteliğe çok önem veren İhvan, bu adamı çok fazla dikkate almadı.

Mâkâm ve mevkie itibar ve imaja aç olan Medhali, Suudi Arabistan’da kâh Mekke, kâh Medîne’de Suud Kraliyeti’nin sâdık bir hizmetçisi gibi bekleyip durdu.

Medhali’nin aradığı fırsat, nihâyet ayağına geldi. Körfez’de kendisine meşru bir sosyolojik zemin arayan Amerika, Suud istihbaratı üzerinden Medhali’yi ulu’l-emr yani siyâsî otorite kavramına getirdiği yeni yorum ile öne çıkardı.

Kargaları bile güldürecek bu yorum biçiminde CIA aklı, Medhali’yi, işbirlikçi otoriteyi tebcîl edecek bir sistem kurmaya teşvik etti. Telkin, örtülü bir biçimde CIA’den geliyordu. Bu noktada Amerikan istihbaratının oynadığı oyunun şifresi şuydu: Bir İslâm ülkesi veya bölgesini her hangi bir güç ele geçirecek olursa o güç, “ulu’l-emr” yani “otorite” olarak tanımlanıyordu.

Bu otorite, ister kâfir olsun ister Müslüman, hiç fark etmiyor. Yorum mâkâmındaki imam, “kimin hak ve kimin bâtıl olduğunun bilinemeyeceğini” telkin ediyor ve halka, “Bırakın, savaşsınlar! Yönetimi kim ele geçirirse ona itaat edelim. Bize düşen şey, hareket etmeden beklemek ve galip olan otoriteye itaat etmektir” diyordu.

Müminlerdeki mücadele rûhunu imha eden bu anlayışın temelinde, Tevhîd’in yerine baştaki yöneticinin getirilmesi amacı yatıyordu.

Bu her yönüyle arızalı hareket, kısa zamanda Suudi Arabistan’da örgütlendi ve arkasından diğer İslâm ülkelerine yayılmaya başladı. Bunlar da yine tıpkı bizdeki hain FETÖ örgütü gibi, ülkede bir imam usûlüne göre yapılanıyorlardı.

Meselâ Mısır’da İhvan’a karşı örgütlenen bu akım, “Sait Raslan” diye bir adamın imamlığında yürüyor. Bu adamın görevi, Sisi’yi meşrulaştırmak ve ona karşı yönelen muhalif hareketleri engellemektir.

Bu hareketin hâkim olduğu ülkelerdeki fikrî sistem şu şekildedir: Eğer bir İslâm ülkesinde yönetim Amerika’nın ve onun çıkarlarının yanındaysa, bu yönetim, itaat edilmesi gereken meşru bir yapıdır. Ona karşı çıkmak ise Hâricîlik ve bidat yandaşlığıdır.

Şu hâlde ulu’l-emre itaat etmeyen kim olursa olsun, onun Hâricîler gibi kanının dökülmesi ve bidatçiler gibi kellesinin alınması caizdir.


Rebii el-Medhali

Hatırlarsanız, FETÖ denen alçak da Ecevit gibi lâik bir adamı üstü örtük bir biçimde de olsa ulu’l-emr ve otorite saymıştı.

Yine hatırlarsanız, bu hain, Mavi Marmara olayında ulu’l-emr olarak İsrail’i göstermiş ve İsrail’e danışılmadan bir iş yapılmasının caiz olmadığına dair bir tür fetva vermişti.

Bu Medhalî hareketin şu anki en büyük düşmanı Türkiye ve onun başındaki lider olan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Özellikle Türkiye’nin Suriye, Akdeniz ve Libya’daki girişimlerinden sonra Medhalî hareketin imamları, Türkiye’yi hedef alan muazzam bir kara propagandaya giriştiler. Türkiye’yi Hâricî bidatçi, zındık ve kâfir olarak niteleyip, başındaki Erdoğan’ı da hemen öldürülmesi gereken bir Hâricî ve bidatçi göstermeye çalışıyorlar.

Bunlar Libya’ da bütün cami ve mescitlerde örgütlenmiş bir yapı olarak çalışıyorlar. Bu hainlerin Libya’daki imamı, aslında bizdeki Diyanet’in muadili olan bir kurumun başındaki Muhammed el-Abanî’dir. Bu zât doğrudan Suudi Arabistan’daki Medhali’ye bağlıdır.

Refii el-Medhali, Libya’ya yönelik verdiği fetvâda, Libya halkının Hafter’i otorite saymasını ve onun safında savaşmasını tavsiye etmiştir. Şu anda Libya’nın her bölgesindeki cami ve mescitlerde Medhali’nin adamları, Hafter’in meşrû olduğu tezini işlemekte ve Erdoğan ile Türkiye’nin Hâricî-bidatçi ve imha edilmesi gereken bir yapı olduğunu telkin etmektedirler.

Türkiye, sanırım son zamanlarda bu meseleye uyandı ve kendisiyle birlikte hareket eden Zilatan gibi kentlerde, Kent Konseyi’ndeki akil adamlarının bildirileri ile bu işbirlikçi vaizleri bölgelerden çıkarmaya başladı. Ne var ki, henüz Trablus’taki Merkezî Yönetim’e bu konuda nüfûz edilmiş değil.

Oysa karşımızdaki yapı, bizi sadece Libya’ da ablukaya almıyor, Türkiye’deki mülteci kamplarına sızarak bu kamplarda Esad’ın otorite olduğunu, onunla savaşmanın bâtıl mı, hak mı olduğunun bilinemeyeceğini, o yüzden onunla savaşmak yerine sonucu beklemenin daha iyi olduğunu ifade eden telkinler yapıyorlar.

İşin daha vahimi ise, bu hain hareketin Afrika’da Mısır’ı merkeze alan ve Mısır’dan örgütlenen büyük bir yeni fitne koparacağı görülüyor!

 

Said Raslan

Amerikan istihbaratı, Mısır’da ateşli bir Türkiye ve Erdoğan düşmanlığı üzerine kurguladığı Said Raslan’ı parlattıkça parlatıyor. CIA’nin “Yeni Bağdadî” olarak tasarladığı bu adama darbeci Sisi, görünüşte bir mescit tahsis etmiş. Oysa bu mescit, hakikatte bir CIA üssüdür!

Said Raslan’ın Medhalilik anlayışı üzerine dersler verdiği bu merkeze, Suriye’den, Cezayir’den, Fas’tan, Libya’dan, Nijer’den, Nijerya ve Avrupa’dan öğrenci kılıklı milisler toplanıyor. Öyle anlaşılıyor ki, Amerikan istihbaratı DAEŞ’ten daha büyük bir ordu hazırlıyor. Bu Ordu’nun tek hedefi Türkiye ve bölgede onunla beraber çalışan Mağrip ülkeleri olarak Tunus, Cezayir ve Fas!

***

Evet, büyük şeytanın tezgâhı, bizi Afrika ve Akdeniz’den süpürmek. Görelim bakalım, bütün tuzakları bozan Rahmânî irade, bu bâbda bize neler gösterecek.

Vesselâm…