Selçuklu Devlet Kardeşliği: “Çağrı ve Tuğrul”

Tuğrul Bey’in hükümdarlık seçimi ve son derece ahenkli bir tarzda tahta çıkması olağanüstü bir gelişmeydi. Bütün bu müsbet gelişmelerin arka planında yatan temel gerçek Çağrı Bey’di. Rivayete göre Çağrı Bey, kardeşi Tuğrul Bey’i hükümdarlığa teklif edip sultanlık tahtına elleriyle oturtan adamdı. Hâlbuki Çağrı Bey, celadeti ve savaş kabiliyetiyle kendisini göstermiş büyük bir şahsiyetti. Selçukluların mücadelesinde, zaferlerinde ve yükselişinde en az Tuğrul Bey kadar katkı sağlamıştı. Bu davranışı, şüphesiz Tuğrul Bey’in liyakati ile alakalıydı. Bu erdem çağlayanı, tarihe parlak bir kardeş tablosu ve model örneği armağan ediyordu.

İkinci milenyumun başında Maveraünnehr

İSİMLERİ Davut Çağrı ve Mehmet Tuğrul idi. Dünya tarihinin büyük devlet adamlarından Selçuk Bey’in torunlarıydılar. 1010’lu yıllarda, kendilerine bağlı küçük aşiretleriyle beraber Maveraünnehr’in güney kesimlerinde, hayatta kalma mücadelesi veriyorlardı. Bulundukları yer, Doğu Karahanlı hükümdarı İlek Nasr’a aitti. İlek Nasr, genç ve dinamik bu iki Selçuklu beyinden çekindiğinden dolayı, onları kendi ülkesinde istemedi. Askeri baskı yaparak topraklarından uzaklaştırdı.

Çağrı ve Tuğrul Beyler, aşiretleriyle beraber Batı Karahanlı hükümdarı Buğra Han’ın topraklarına geçtiler. Buğra Han da bu iki genç beye önce mutedil davrandı. Topraklarında yaşamalarına müsaade etti. Fakat aslında o da bu iki Selçuklu beyinden çekiniyordu. Onların yakınında bulunmasından ve yaşamasından hoşlanmıyordu. Buğra Han, bu niyetleri doğrultusunda Çağrı ve Tuğrul’u bertaraf etmek için planlar yapıyordu. Nihayet böyle bir plan sonucu Karahanlı hükümdarı, her ikisini de huzuruna davet etti. Görünüşte her ikisine de yönetimde pay vermeyi düşündüğünü ifade etti. Güya her ikisini de onore ediyordu.

Ancak Karahanlı hükümdarının gerçek niyeti bu değildi. Yaptığı davet bir tuzaktı. O, iki Selçuklu beyini bu şekilde yakalayarak ortadan kaldırmak ve onlardan kurtulmak istiyordu. Selçuklu beyleri, Karahanlı hükümdarının kendileriyle ilgili tuzağını bilgi ve sezgileriyle hissettiler. İhtiyatlı olarak karşı bir plan kurdular ve hükümdarın davetine kardeşlerden sadece Tuğrul Bey gitti.

Buğra Han, planladığı üzere yanındakilerle beraber Tuğrul’u gözaltına aldı ve hapsetti. Çağrı’nın üzerine de ayrı bir askeri birlik gönderdi. Çağrı buna hazırlıklıydı. Yanında bulunan küçük ama seçkin bir askeri güçle iki fersah mesafede Tuğrul’u bekliyordu. Kardeşinin hapsedildiği haberini alır almaz derhal harekete geçti ve kendisinin de yakalandığı haberini beklemekte olan Buğra Han’a yıldırım gibi bir baskın verdi. Çağrı Bey’den böyle bir hareketi asla beklemeyen Han neye uğradığını şaşırdı. Yediği darbeden dolayı yenilerek geri çekildi. Zaferi kazanan Çağrı Bey, 130 kadar Karahanlı kumandanını da ele geçirmişti. Bu beklenmedik sonuç karşısında Tuğrul Bey’i serbest bırakmak zorunda kalan Buğra Han, Çağrı Bey’e 10 bin dinar ve çeşitli hediyeler vererek badireden kurtulmuştu. Yani Karahanlı hükümdarı, tam anlamıyla ava giderken avlanmış, hükümdarlık birikimleri sayesinde zor da olsa hayatta kalabilmişti.


Çağrı ve Tuğrul beylerin başarısı ise liderliğin, bilginin, sezginin ve ihtiyatın yanında öne çıkan “kardeşlik dayanışmasının” bir başarısıydı.

İki kardeş Selçuklunun içine düştüğü bu sıkıntılı hâl yeni değildi. Her ikisi de çok küçük yaştayken, babaları Mikail Bey, gayrimüslim Türklerle yapmış olduğu bir savaşta şehit düşmüştü. Yetim kalan Çağrı ve Tuğrul Bey’in büyütülmeleri ve eğitilmeleri, tamamıyla dede Selçuk Bey’in yükümlülüğünde olmuştu. Daha önce Oğuz Yabgu Devleti’nin subaşılığını (ordu başkomutanlığı) yapmış olan Selçuk Bey, bütün bilgi, tecrübe ve bulgularını diğer aile fertlerinin yanı sıra Çağrı ve Tuğrul beylere aktarmıştı. Hatta babaları olmadığı için onlarla daha fazla ilgilenmişti.

1009’da Selçuk Bey hayatını kaybedince, iki genç Selçuklu dedelerinden de mahrum kalmıştı. Ancak doğuştan gelen yeteneklerini dedelerinden öğrendikleriyle birleştiren kardeşler, kısa zamanda önemli mesafe kat etmişlerdi. Artık onlar, Selçuklu aşiretinin önünde bey ve lider namzeti olarak temayüz etmişlerdi.

Çağrı ve Tuğrul Bey, 990 ve 991’de doğmuşlardı. İkiz değillerdi, fakat aralarında yaş farkı olmaması dolayısıyla da ikiz gibi hareket etmişlerdi. Çocukluktan itibaren her işlerinde beraber olmuşlar, her zorluğu ve mutluluğu beraber karşılayıp paylaşmışlardı. Onların bu yakınlığı ve birbirlerine olan bağlılıkları gerçekten emsalsizdi. Selçuklu ailesi içinde bile başka bir örneği yoktu. İkisinin birbirini tamamlayan lider özelliklere sahip olduğu, tarihi kaynaklar tarafından belirtilmektedir. Lider özellikli iki insanın bir araya gelerek meziyetlerini birleştirmeleri, ortaya iki siluetli fakat tek icralı, güçlü bir lider kimliğini ortaya çıkarıyordu. Çağrı ve Tuğrul, iki ayrı insandı, fakat gayeleri, idealleri, hedefleri, planları ve güçleri açısından “bir lider” konumundaydılar.

Horasan’da doruğa ulaşan kardeşlik

Çağrı-Tuğrul kardeşliği bu olayla kalmamıştı. Onların yaşadığı her yıl, tarihe damga vuran bir olaydı. Mesela 1016 yılında iki kardeş, yine büyük bir karar vermişler ve tarihi bir olaya imza atmışlardı. Buna göre Tuğrul Bey, aşiretin yaşlıları, çocukları ve kadınlarını alarak korunaklı bir yere çekilmiş, Çağrı Bey de yanında 3 bin kişilik yiğidiyle 3 bin kilometrelik bir sefere çıkmıştı. Horasan, İran ve Azerbaycan’ı geçerek Anadolu’ya kadar uzanan bu seferde Çağrı Bey, kendisinden çok daha fazla güçlü orduları yenerek büyük işler gerçekleştirmiş, dönüşte de Gazneliler Devleti’nin topraklarından geçerken Gazneli Mahmud’un olağanüstü tedbirlerine rağmen yakalanmadan geriye dönmeyi başarmıştı. Bu, Selçukluların Anadolu’yu ilk keşif seferiydi.

Selçuklular, Maveraünnehr’de, bölgedeki siyasi güçler arasında büyük bir yaşama mücadelesi verdiler. Bu mücadelelerin büyük bölümünde yetenek ve bilgileri sayesinde ayakta kalmayı bildiler. Ancak bölgede büyük devlet otoritesinin kalmaması yüzünden 1035 yılında Maveraünnehr’den Horasan’a geçtiler. Horasan, Gazneliler Devleti’nin hâkimiyeti altındaydı. Gazneliler, bölgenin en disiplinli ve en güçlü devleti görünümündeydi. Bütün bu kararlarda ve yeni bölgeye geçişte Selçuklu kardeşlerin birlikteliği sıkı bir şekilde devam ediyordu.

Horasan’a geçiş, Selçuklular için yeni ve zor bir hayatın başlangıcı oldu. Selçuklular, Gazneli hükümdarı Mesud’dan tebalığa kabul edilmelerini istediler. Ancak Mesud bunu kabul etmedi. Bundan sonra Selçuklularla Gazneliler arasında müthiş bir mücadele başladı. Horasan’ın çeşitli merkezlerinde cereyan eden mücadelelerde Selçuklular, Gaznelileri Nesa ve Serahs’ta beklenmedik şekilde yendiler. Bütün bu savaşlarda Selçuklu süvari gücünü büyük çapta Çağrı Bey idare etti.

Selçuklular karşısında durumun çok kritik bir noktaya geldiğini gören Gazneli Mesud, 1039 tarihinde bütün ordu gücünü toplayarak Selçuklular üzerine yürüdü. 1039 yılı, iki taraf açısından da tam bir seferberlik ve savaş yılı oldu. Bir ara Selçuklu liderleri durumu görüştü. Çağrı Bey haricinde hepsi batıya, Azerbaycan taraflarına göç etmelerinin daha uygun olacağı fikrini ileri sürdüler. Çağrı Bey, Gaznelilere karşı mücadeleye devam etmenin doğru olacağını, sonuçta Selçukluların bu savaşı kazanacaklarına inandığını söyledi ve bunda ısrarcı olarak diğerlerini de ikna etti.

Çağrı ve Tuğrul Beylerin başarısı, liderliğin, bilginin, sezginin ve ihtiyatın yanında öne çıkan “kardeşlik dayanışmasının” bir başarısıydı. 

Selçuklular, Gaznelilerle olan amansız savaşlarını devam ettirdiler. Bu mücadelede Çağrı Bey’in celadeti ve kurmay kabiliyeti, Tuğrul Bey’in aklıselim ve sükûneti ile birleşti. Sonuçta Horasan’ın Dandanakan sahasında tarihî Selçuklu şaheseri ortaya çıktı. Yani Selçuklular, kendilerinden kat kat büyük Gazne ordusuna karşı büyük zaferi kazandılar. Bu durum, kamuoyu açısından inanılmaz bir başarıydı. Zira Gazneliler, Irak’tan Hindistan ortasına uzanan büyük bir devletti. Devrin en güçlü Müslüman Türk devletiydi. Selçuklular ise henüz tâbi devlet statüsünü kazanamamış, bir aşiret gücünden ibaretti. Savaşın Selçuklularca kazanılmasında hızlı ve hareketli Selçuklu süvari gücünün payı büyüktü. Ancak bundan belki de daha önemli olanı, kumanda merkezindeki sevk ve idareydi. Tabiî ki bunu sağlayan manivela güç de Çağrı ve Tuğrul beraberliğinin ortaya çıkardığı bütünleşmiş kardeş liderliğidir.

Kardeşlikte tarihe geçmiş harikulade manzara

Selçuklular, 1040 Dandanakan Zaferi’ni kazandıktan sonra başkent seçtikleri Nişapur’da bir kurultay topladılar. Kurultayda Tuğrul Bey “sultan” seçildi.  Selçuklu ailesinden amca Musa Yabgu, Aslan Yabgu’nun oğulları ve diğer Selçuklu şehzadeleri bulunmaktaydı. Bunların hepsi de hükümdar adayıydı. Hiçbiri buna itiraz etmezken, Tuğrul Bey’in sultanlığı ittifakla kabul edilmişti.

Türklerde hükümdar seçimi, bir numaralı yöneticinin tahta çıkışı genelde kolay olmamıştır. Tahta çıkış, çoğu zaman olağanüstü buhranlarla gerçekleşmekteydi. Yani Tuğrul Bey’in hükümdarlık seçimi ve son derece ahenkli bir tarzda tahta çıkması olağanüstü bir gelişmeydi. Bütün bu müsbet gelişmelerin arka planında yatan temel gerçek Çağrı Bey’di. Rivayete göre Çağrı Bey, kardeşi Tuğrul Bey’i hükümdarlığa teklif edip sultanlık tahtına elleriyle oturtan adamdı. Hâlbuki Çağrı Bey, celadeti ve savaş kabiliyetiyle kendisini göstermiş büyük bir şahsiyetti. Selçukluların mücadelesinde, zaferlerinde ve yükselişinde en az Tuğrul Bey kadar katkı sağlamıştı. Bu davranışı, şüphesiz Tuğrul Bey’in liyakati ile alakalıydı. Ancak bunun yanı sıra pek çok devlet büyüğünde olmayan erdemlilik, Çağrı Bey’in gönlünde adeta coşkun bir pınar çağlayanıydı. Bu erdem çağlayanı, tarihe parlak bir kardeş tablosu ve model örneği armağan ediyordu.


Batı kültüründe ortaya konulan bir kardeşlik öyküsü: Yüzük Kardeşliği

Batılı yazar Frances Walsh Tolkien’in yazdığı “Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği” romanı, yönetmen Peter Jackson tarafından 2001 yılında filme alındı. Film, üç serili, uzun metrajlı bir yapıt oldu. Filmin konusuna göre Hobitler, cüceler ve genel halk, orta zamanların dünyasında kötü ve şeytanî güçlere karşı savaşıyorlardı. Hobit Frodo ve yanındaki bir grup, kötü güçlerden kurtulmak için ellerindeki büyülü yüzüğü Doom dağındaki ateşe atmak için mücadele veriyorlardı.

Bu mücadele sırasında doğan kardeşliğe yazar, “Yüzük Kardeşliği” nitelendirmesini yapıyordu. Bu kardeşlikte Yüzük Kardeşleri, özellikle iki Hobit, birbirinden şüphe duyuyor, birbirini gözlem altında tutuyor, hatta kavga bile ediyorlardı. Ancak yine de kardeşlikleri devam ediyor ve sonuçta beraberce hedefe varıp halklarını kurtarıyorlardı. Filmin bize göre öğretici hedefi “kardeşlik” kavramıydı. Bu kavram, hayal mahsulü bir destandan yola çıkarak film yapılıyor ve Batı insanının kimliğine yerleştirilmek isteniyordu.

Geçmişimize baktığımızda, bunun Türk-İslam medeniyetinde müthiş bir karşılığı olduğunu gördük. Üstelik gurur duyacağımız, örnek alacağımız Çağrı ve Tuğrul Beylerin kardeşliğinin Yüzük Kardeşliği’nden daha farklı meziyetlerle tebarüz ettiğini idrak ettik. Bu iki kardeşin beraber yaşadıklarını, zor olayları beraber yendiklerini, birbirlerine olan sevgi bağlarının bir an bile eksilmediğini, her daim sıkı birlikteliğin devam ettiğini biliyoruz. Bütün bunların yanında gözden ırak tutulmayacak nokta ise, Çağrı ve Tuğrul Beylerin, tarihin berrak bir gerçeği olmasıdır. Oysa Yüzük Kardeşliği bir hayal…