
BAYKAR AŞ ve benzeri savunma
sanayii firmalarını bekleyen büyük tehlike nedir?
Ahmet
Hakan’ın CNN Türk’teki “Tarafsız Bölge” programına katılan Selçuk Bayraktar,
“İktidar değişirse önümüzü kesebilirler” dedi.
Sağ
olsun, Selçuk Bayraktar kibar bir delikanlı; olabildiğince nezaket kuralları
içinde bir tehlikeye dikkat çekmek istedi.
Önce
bir soruya cevap verelim: Selçuk Bayraktar ve onun gibi savunma sanayiine çalışan
bine yakın firma, kimin için çalışıyor?
Çok
rahat bir şekilde şunu söyleyebilirsiniz: Öncelikle Baykar AŞ için denilebilir
ki, “Bu bir aile şirketi, tabiî ki kendisine ve ailesine”... Kâr ettikleri
zaman yıllık kârların firma ortaklarına kalacağı aşikâr.
İkinci
bir soru soralım: Baykar, Nurol, BMC ve bunlar gibi savunma sanayiine çalışan
özel firmalar kâr etmezlerse ayakta durabilir ve bu faaliyetleri yürütebilirler
mi? Tabiî ki hayır! Peki, ciddî kârlar elde etmeleri gerekir mi? Tabiî ki
gerekir. Çünkü özel yani devletin olmayan firmaların devamlılığı ciddî bir
kazanç elde etmelerine bağlıdır. Serbest piyasada kâr edemeyen firmalar
yaşayamazlar. Çünkü sürekli kâr elde etmek mümkün değildir. O zaman firmanızı
nasıl ayakta tutacaksınız?
Serbest
piyasada hiçbir firmanın düzenli bir gelir garantisi yoktur. Eğer vatan ve milletinizi
düşünüyorsanız, “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” diyemezsiniz.
Bunların,
devlet memurları gibi, her ay çalışsalar da, çalışmasalar da maaşlarını ayın
15’i gelince banka ATM’sinden alma şansları yoktur. (Hakkıyla çalışıp hakkıyla
maaşını alan devlet memurlarını tenzih ederim.) Böyle olunca, binlerce çalışana
ve diğer sabit masraflarına ödeyecek parayı bulamazlar. Dahası, üretim ve
pazarlama yapabilmek için gerekli olan finansman ihtiyacına hiç girmedik. Sonra
ne olur? Har ay maaşı bankaya devlet tarafından yatırılan insanlar bunu
anlayamayabilir. Bunu kötü niyetle söylemiyorum. Onların böyle bir dertleri yok,
şükür. Olması da gerekmiyor. Güçlü bir devletin memurlarının böyle bir
dertlerinin olmaması lâzım zaten. Bir düşünün, bu ay maaşınızı aldınız, bir
sonraki maaşınızı da zamanında alacağınızı düşünürken hükûmet sözcüsü, “Bir
sonraki memur ve emekli maaşlarını ödeyecek paramız yok” şeklinde bir açıklama
yaptı. Devlet memurlarının ve emeklilerin telâşını tasavvur edin lütfen; hatta
herkes kendi durumunu düşünsün…
Ev
kirası, elektrik, su, doğalgaz ve diğer sabit masraflarınızı ne ile
karşılayacaksınız. Bunları karşıladınız, ne yiyip ne içeceksiniz? Bu daha bir
ay sizi endişelendirmeye yetti. Peki, sonraki aylarda da aynı durumun olma
ihtimâli olursa, kaç kişi bu duruma dayanabilir? Birikimi olanlar bir müddet
dayanabilirler, ancak hiçbir birikim yapma imkânı olmayanlar ne yapacaklar?
Bu
konuyu ciddî şekilde düşünün, ondan sonra bu firmalar hakkında fikir ileri
sürün…
Baykar
AŞ ve benzerleri, elbette kendi firmalarının akıbetlerini düşünecekler, ancak
bu firmaların sahipleri ve çalışanları, kelle koltukta, her an can tehlikesi
altında bu vatan ve millet hiç kimseye hiçbir konuda ihtiyaç duymasın diye
çalışıyorlar. Onların çalışmalarını takdir edip desteklemek gerekmez mi? ASELSAN’ın
mühendislerinin başına gelenlerin bunların başına gelmeyeceğinin garantisi nedir?
Dahası, Suriye, Libya ve Karabağ’da elde edilen başarılarda bu firmaların
katkıları hâlâ hafızamızdaki tazeliğini sürdürüyor…
Dünyada
bu tür firmalar nasıl ayakta duruyorlar? Biraz araştırdığımızda karşımıza çıkan
örneklerden biri olarak Elon Musk’un şirketi SpaceX’in
dünya genelinde bir internet projesi kapsamında başlattığı Starlink Projesi, ilk
başta ABD Hükûmeti’nden 1 buçuk milyon dolar yardım alarak bu işe başladı. Daha
sonra ne tür destekler aldığını bilemiyoruz. Bu firma malûm, tepemize 42 bin
tane uydu yerleştirdi. Dünyada bu tür firmaların hepsinin arkasında büyük
devletler veya büyük firmalar vardır.
Konumuza
dönersek, Kıbrıs Barış Harekâtı ve sonrasında yaşadığımız ambargolardan neler
çektiğimizi bu vatanın evlâtları çok iyi bilirler. F-35 ambargosu hariç, bugünlerde
“Size ambargo uygularız” diyen ve bunda başarılı olan bir ülke neden yok acaba?
Veya tersinden sorarsak, “Size ambargo uygularız” dedikleri zaman gecelerimiz
uykusuz mu geçiyor, yoksa “Hangi ambargoyu uygularsanız uygulayın” diyen bir
Hükûmetimiz mi var? İşte bu rahatlık hem bu özel firmalar, hem de TUSAŞ,
Havelsan, Roketsan ve ASELSAN gibi devlet iştirakleri sayesindedir. Bu özgüveni
ve bu firmalara her türlü desteği sağlayansa Devlet ve siyâsî iradedir. Burada
başta Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Ak Parti hükûmetlerinin
hakkını teslim edelim. Daha önceki hükûmetlerde bu irade ve dirayeti neden
göremedik, hiç düşündünüz mü?
Selçuk
Bayraktar Beyefendi’nin “İktidar değişirse önümüzü kesebilirler” dediği günden
beri kaç gün geçti, iktidara aday muhalefet partilerinin herhangi birinden, “Olur
mu öyle şey? Bu savunma sanayii firmaları bizim kırmızı çizgimizdir! Biz
gelirsek AK Parti hükûmetlerinden daha fazla destekleyeceğiz onları. Bugün
yapılamayan şeylerin de yapılabilir hâle gelmesi için daha fazla kaynak
aktaracağız, daha fazla destekleyeceğiz” gibi bir söz işittiniz mi? Yoksa “Sükût
ikrardan gelir” düsturu üzere kulaklarının üzerine yatıp üç maymunu mu
oynuyorlar?
Bugüne
kadar yapmadıkları açıklamaları eğer bundan sonra yaparlarsa, hiçbirinin bir kıymet-i
harbiyesinin olmayacağı aşikârdır.
Yoksa
bu firmaların ve memleketini seven bu milletin her ferdinin düşündüğü bu
endişeler, onların endişesi değil mi?
Biraz
insaflı olalım, şu an var olan muhalefet partilerini bir kenara bırakarak, 2001
yılında kurulup 2002 yılında seçimleri kazanarak iktidara gelen AK Parti gibi
yeni bir partinin yerine bir başkasının iktidara geldiğini düşünelim: “AK Parti
iktidarlarında yapılan bütün yatırımları gereksiz ve lüzumsuz görerek bütün yatırımları
durduruyoruz” deyip durdurursa? Yine bu partinin hükûmet sözcüsünün “AK Parti
iktidarına yakın kamu ve özel şirketlere el koyuyoruz” deyip bir de, “Müzakere filan yapmıyoruz.
‘Bunlar artık kamunundur’ diyor ve devam ediyoruz” diye eklese, neler olur
acaba?
Sayın Bayraktar’ın diğer bir serzenişi olan, “Kimseden istenmeyen
sertifikalar bizden istendi” sözüne odaklanalım ve kamulaştırma konusunu
tarihimizden hazin iki örnekle açıklamaya çalışalım…
Hürkuş ve Demirağ örnekleri çok şey hatırlatıyor!
İlk örneğimiz, ülkemizin ilk uçağını yapan Vecihi Hürkuş… Bu milletin bir
kahraman evlâdı ve ilk düşman uçağını düşüren Türk pilotu olan Vecihi Hürkuş’a
ne oldu sahiden? Tek başına ilk Türk uçağı olan Vecihi K6 uçağını 1925 yılında
üreten Vecihi Hürkuş’un uçağına el konuldu ve kamulaştırılarak kendi parası ile
ürettiği uçak elinden alındı. Pes etmedi Hürkuş, aylarca çalışarak ürettiği
diğer uçak Vecihi K14 ile tek başına trenle Çekoslovakya’ya götürdü ve “Dünya
standartlarına uygundur” sertifikasını alarak geri döndü. Çekoslovakya’dan
takdirler eşliğinde kendi uçağı ile uçarak yurda dönen Vecihi Hürkuş’un bu başarısı
karşısında gördüğü muameleyi iyi hatırlamak lâzım. Almanya’da 4 yıllık okulu 2
yılda bitirmeyi başaran Vecihi Bey’in diplomasını ülke yönetimi, “İki yılda tayyareci
olunmaz” diyerek kabul etmedi. Bir sürü engellemeye rağmen bıktırılamayan
Vecihi Hürkuş’un şirketi ve en son ürettiği dört adet uçak da yine
kamulaştırıldı. İlk yaptığı uçağı kamulaştırılan Vecihi Bey’in son ürettiği uçakları
da kamulaştırıldı ve ortadan kaldırıldı.
Hürkuş’a bakıp Bayraktar’ın sözlerini düşünerek, “Varsaydığımız şekilde
sonraki hükûmet maddî desteğini çekse de kendilerine ve kalitelerine güveniyorlarsa ihracata
yönelsin ve ayakta dursunlar” mı diyorsunuz? O zaman size havacılık tarihimizin
ikinci kahramanını ve ikinci hüznünü anlatalım.
Sayın Nuri
Demirağ, kendi döneminde ülkenin en zenginiydi. Teşbihte hata olmaz, günümüzün
Koç Holding’i...
Nuri Demirağ, Mühürzâde Mehmed Nuri, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları inşaatının
ilk müteahhitlerindendir. Türkiye’nin 10 bin kilometrelik demiryolu ağının bin
250 kilometrelik bölümünün inşâsını gerçekleştirmiş ve bu nedenle
kendisine Mustafa
Kemal Atatürk tarafından
“Demirağ” soyadı verilmiştir. Cumhuriyet döneminin sayılı zenginleri arasına
girmiş ve hayırseverliği ile tanınmış bir iş adamıdır.
Türkiye’de
ilk uçak fabrikasının kuruluşu, ilk sigara kâğıdı üretimi, ilk yerli paraşüt
üretimi gibi ilkleri gerçekleştiren, İstanbul
Boğazı üzerine
köprü ve Keban’a büyük bir baraj
yapılması düşüncelerini ilk kez gündeme getiren kişidir. Özellikle havacılık
sanayiinde başarıları ile anılır.
Beşiktaş’taki uçak fabrikasında üretilecek uçak ve
planörlerin plânını Türkiye’nin ilk uçak mühendislerinden Selahattin Reşit Alan çizmiştir.
1936’da ilk tek motorlu uçak üretilir ve “Nu.D-36” adı verilir. 1938’de “Nu.D-38” adlı çift motorlu altı kişilik
yolcu uçağı yapılır. Nu.D-38, 1944 yılında dünya havacılığı yolcu uçakları arasında
A sınıfına alınır. Nuri Demirağ’a ilk uçak siparişini 1938 yılında Türk Hava Kurumu (THK) verir.
Nuri
Demirağ, havacılık alanında çalışmalarını 1939’da Türkiye’nin ilk yerli paraşüt
üretimini gerçekleştirerek devam ettirir. 1941’de tamamen Türk yapımı ilk uçak,
İstanbul’dan Divriği’ye uçar. Nuri Demirağ’ın oğlu ve Gök Okulu’nun ilk
mezunlarından olan Galip Demirağ, bu uçuşta pilottur.
THK
tarafından sipariş edilen 65 planör kısa sürede teslim edildikten sonra, “Nu.D-36”
adlı 24 eğitim uçağı tamamlanmış, deneme uçuşları İstanbul’da gerçekleştirilmiştir.
THK’nın
siparişi olan ve son olarak İstanbul’dan Eskişehir’e uçan uçakların teslimi
için Eskişehir’de bir kez daha test uçuşu yapılması talep edilir. Selahattin
Reşit Alan, 1938’de Nu.D-36 uçağıyla iniş yaparken, çevredeki hayvanlar hava
alanına girmesin diye pistte açılan hendeği görmez ve hendeğe düşer. Reşit Alan,
bu kazada vefat eder. Bu kazadan sonra THK siparişi iptal eder. Nuri Demirağ,
mahkemeye verdiği THK ile yıllar süren bir mahkeme sürecine girer. Mahkeme THK
lehine sonuçlanır. Ayrıca uçakların yurt dışına satılamaması için bir de kanun
çıkartılır. Bu yüzden sipariş alamayan fabrika, 1950’li yıllarda kapanır. Beşiktaş’ta
üretilen uçakların uçuş deneme testleri ve Gök Okulu için yapılan pistler,
hangarlar, üzerlerindeki bütün yapılı binalar, o yıllarda dünyanın en büyük
havalimanı olan Amsterdam Havalimanı büyüklüğündeki bütün kurulu tesisler
istimlak edilip kamulaştırılır. Bu havalimanı, günümüzdeki Atatürk
Havalimanı’dır.
İspanya,
İran ve Irak’tan alınan siparişler engellenir; elde kalan uçaklar hurdacıya
satılır. Nuri Demirağ dâvâyı kaybettikten sonra, hükûmet üyeleri ve dönemin Cumhurbaşkanı İsmet
İnönü’ye
mektuplar yazarak yanlışlığın düzeltilmesi için yaptığı girişimlerde bulunur,
ancak başarısız olur ve dönemin en zengini Nuri Demirağ, iflâs ettirilir. Bu
ikinci hazin havacılık macerası da böylece sonlanmış olur.
Bu iki örnekten sonra başa dönelim ve Baykar AŞ özelinde,
desteklenmeyecek savunma sanayii firmalarını bekleyen en büyük tehlikeyi
tasavvur ederek sonlandıralım.
Maddî destekten yoksun bırakılan ve yurt dışına satış yapması
yasaklanan firmalarda çalışan, konusunda uzmanlaşmış binlerce mühendis ve işçi,
geçim kaygısı ile dünyanın dört bir yanına çil yavrusu gibi dağılmak zorunda
kalabilir. Onlarca yılda toplanan ve yetiştirilen bunca kalifiye eleman,
geçimlerini sağlamak için her biri birbirinden alâkasız olan ayrı firmalara
dağılabilir. Ve on yılları alan bu birikim, bu insan envanteri tarumar olabilir.
Diyelim ki başarısız bir dönem geçiren yeni hükûmet yıkılıp da
yerine yeni ve millî hedeflere odaklanmış, sanayiye destek veren bir hükûmet
kuruldu, o hükûmet yeniden savunma sanayiine destek vermeye başlasa da bugünkü
seviyeye gelmek dahi mümkün olmaz. Ne kadar destek verirseniz verin, bugünkü
seviyeye ancak 10-15 senede gelinebilir. Kaldı ki, atı alan Üsküdar’ı geçmiş
olacaktır. Böyle bir tökezleme, nereden baksanız ülkeye 20-25 yıl kaybettirir!
2023 yılında hangardan çıkması plânlanan Millî Muharip
Uçağımızın Hava Kuvvetleri’ne teslimi 2029 yılında plânlanmaktadır. Bu plânda
aksama olmazsa, bütün Hava Kuvvetleri ihtiyaçlarının Millî Muharip Uçak ile
yenilenmesinin muhtemelen 2040 yılını bulacağı öngörülmektedir.
Bu plân bugünkü desteklerin devam etmesi durumunda ilerler. Aksini
siz düşünün! Biz hep havacılıktan ve havacılıkla ilgili konulardan bahsettik, siz
diğer alanları, Atak ve Gökbey helikopterlerini, SİDA’ları, insansız kara
araçlarını, yerli savunma sistemlerini, akıllı mühimmatları ve diğerlerini de
düşünün! Allah göstermesin!
Bugün sizi çok fazla endişelendirdim. Aslında aylardır zihnimi
kemiren bu endişelerimi Selçuk Bayraktar üzerinden sizinle paylaşmış oldum.
Düşünmek bile istemiyorum!
“Allah Vekîl” diyelim…