HİÇ duymamışlar var
güneşin, denizin, ağacın, otun, böceğin, akşamın ve gündüzün selâmını…
Hakikaten
ömründe hiç yoldaki taşlarla hoşbeş etmemiş, evine çıkan sokakların müdavimi
kumrulara tebessüm etmemiş, saksıda kendiliğinden filizlenen mucizeye hatır
sormamışlar var. Oysa çok tuhaf!
Sürekli
bir şeyler söylüyorlar…
Allah’ın
yarattığı tabiatı suskun ve selâmsız zannedenler var. O zaman bu kısmı bütün bu
yaratılmışların duymayacağı şekilde fısıldayacağım: İnanır mısın, sürekli ve
ısrarla konuşuyor her şey…
Sana
selâm vereni, hatır soranı, tebessüm edeni, yardım isteyeni… Say say bitmez. Tam
öfkeyle kabarıp bütün güzel duyguları katlettiğin bir hiddet ânında ayağını
çarptığın taş, bir denk geliş miydi?
Bir
ikindi namazına durduğunda perdenin incecik ayrımından sızan güneş ışığının
seccâdene serilişi, bir zamanlama sorunsalı mı? Deniz kenarına oturmuş bütün
hüzünlerini yâd ederken sessizliği bozan martıların nidâları, hâlledilmesi
gereken bir konuyu tartışmaya açmalarından mı ibâret? Kabir ziyaretinde
rüzgârın ve ısının ahenkli birlikteliği ve her güzelliğin ardından toprağa
kavuşan yağmur damlaları, birer ekolojik sistem işleyişinden başkası değil mi
yani?
Uykunun
en derin ve ısrarcı olduğu bir sabah ezanı vaktinde delirtircesine kulaklarında
vızıldayan sivrisineğin bütün derdi seni uykundan etmek mi? Bir durakta otobüs
beklerken onca insan içinde gelip de ayakucuna yerleşen sokak köpeği, en
konforlu yer olarak senin durduğun yeri mi seçti?
Ne
zaman bir iyilik yapmak istesen ağaçlar daha bir yeşil değil mi? Ne zaman bir
gönül alsan, rüzgâr başka kokuyor. Annenin babanın yüzüne bir tebessüm konduruyorsun,
o gün iki bulut dost oluyor gökyüzünde, içini neşeyle dolduran bir kontrast
sergiliyorlar.
Sen
bir ibâdetten çıkıyorsun, az ileride iki güvercin, tüylerini kabartmış, sonsuz
bir tatlılıkla gözlerine çarpıyor. Belki karşı binanın cam kenarında bir karga,
ilk kez duyduğun bir tonda tuhaf ama ilgi uyandıran nağmeler yapıyor. “Hadi
canım!” diyorsun, “Hani kargaların sesi kötüydü? Bu ne güzelliktir Ya Rab!”…
Eşine
sevgiyle bir bardak su veriyorsun, mutfağa dönüşünde kelebek karşılıyor seni
kapıda…
Yorgun
argın işten dönüyorsun belki… Bir yaşlıya yol veriyor, bir dilenciye para
uzatıyorsun… O da ne? Karınca ordusu yoluna pusu kurmuş, duruyorsun ister
istemez. Hızla geçip gidiyor iki adım ileriden bir araba… Karıncalar derin bir
oh çekiyorlar. Görev tamamdır! Şimdi gidebilirsin… Sağ sâlim varıyorsun eve…
Akşam
oluyor, tövbe ediyorsun: “Ne kadar sevebildim, ne kadar verebildim yolunda
Rabbim!” Kalbin, bu nedâmetle inceliyor. Birazdan gecenin sessizliğinde neşeyle
bağrışan böcekler başlıyor muhabbete… “Ne hoş!” diyorsun… Biliyor musun, seni
anıyorlar sevgiyle… Selâmlıyorlar…
Allah’ın
bütün mahlûkatı muhabbetle yarattığını bilmiyor musun? Güneş, ikindi namazına
seccâdene serilirken selâmlıyor seni… Karga sana özel bir beste yapmış, haberin
yok! Denizdeki dalgalar bile yaptığın güzelliklerin, iyiliklerin neşesiyle
coşuyor. Annen ne zaman senin evlâtlığınla bahtiyar olsa, gökyüzünde bir şenlik
kuruluyor.
Allah’ın
rahmeti ve selâmı, yarattığı her şeydedir.
Sen
sabah namazına kalk diye gönderir bir sivrisineği. Seni bir kazâdan korumak için
karıncalardan ordular yapar. Sırf gönlün muhabbetle dolsun diye kargaya ilham
eder...
Sürekli,
değişken ve hiç susmayan bir tabiat var. Allah’ın kuluna sevgisi ve muhabbeti,
yüzünü okşayan bir lodostadır bazen. Ötüşen böceklerin verdiği hazdadır… Daha
dinç, daha parlak, daha yeşil ağaçlardadır Rabbin sana olan merhameti…
Selâmı
almak lâzım! Yaratılmış her şeyin selâmını, Yaradan’a hürmetle almak lâzım.
Görmek ve duymak lâzım. Gördükçe, duydukça keşfetmek lâzım bu fısıldayan âlemi…
Allah’ın
selâmı sizinle olsun!