Selam sana Sivas’ım!

Neden senin toprağında doğan suyundan içen ya şair, ya yazar, ya ozan, ya âşık oluyor? Yoksa Yaratan senin toprağına muhabbetin, sevginin özünü kattı da sende doğan insanların birçoğu bu yüzden mi Hakk âşığı, halk ozanı oluyor?

ENGİN karlı dağların yine çiğdeme durdu mu? Yüce dağlarının eteğinde derviş edalı koyunların yayılıyor, çeşitli ıtırlı bitkilerden reyha toplayan serin rüzgârlar göğünde dolanıyor mu? Çocuklar yemek kokuları yayılan sokaklarında soğuktan kızaran yüzleriyle heyecanla bilye, çelik çomak oynuyor mu? Bana bir havadis ver kadan (derdin) alam! Kadınlar toplanıp yufkalar açıyor, gelinlik kızlar bahçelerinde salınıyor mu?

Sivas'ım benim, memleketim, insanlığın tarihi kadar kadim, benim insanım gibi pirüpak, her zerresi aziz sılam!

Bir haber ver hele, göğün yine öyle açık, geceleri yine yıldızların öyle parlak mı? Ben çocukluk anılarımı göğsünün derinlerine gömdüm de geldim. Her sokağında bir anım, her mahallende bakışlarım, duvarlarına yapışan çocuk şarkıları söylediğim sesim kaldı.

Hangi ağaç çocukken ağladığımda yere düşen gözyaşlarımın karıştığı topraktan bitti, hangi taş düşüp dizlerimi yaraladığımda yarama yapışıp benden bir damla kanı alarak sana dönmüştü bilirsin, sakla onları, benden bergüzar sana…

Serin havanda sevdalıların yanık türküleri sıcak esintiler taşır, ozanların sazlarının nağmeleri inlerdi.

Yine eskisi gibi kadınlar güz arefesinde kazanlarla bulgur kaynatıp tatlı sohbetlerle hedik (pişmiş bulgur) seçiyor mu? Akşamın alacakaranlığında çocuklar saklambaç oynuyor mu? Sımsıcak çehrende sert geçen kışların ayazında müzeyyen gelinler gibi alımlı ağaçlar kardan kristalize olmuş görüntüleriyle avize gibi parlıyor mu? Uzun kış gecelerinde sobalarda kestaneler patlatılıyor mu?

Selam olsun ülkemin diğer ucundan! Özlüyorum seni, ne olur ahvalinden bana bir haber ver!

Uzun servi ağaçların ve yağan yağmurdan sonra kuruyan temiz toprağından aslımı hatırlatan toprak kokun burnumda tütüyor. Soğuk sulu çeşmelerin, hormonsuz meyve ve sebzelerin, samimi duruşun, bağrında yetiştirdiğin temiz, hilesiz ve riyasız güzel insanların...

Anadolu'nun anası Sivas’ım! Kırmızı kiremitli küçük evlerden ne büyük ulular yetiştirmişsin. Toprağın samimiyet sularından serinlikler, bağrında doğup büyüyen şairler, âşıklar, ozanlar yayılıyor dünyanın dört bir yanına. 

Gurbet içimi oyarken, senin kekik kokulu sırtlarına dayıyorum hayalimde başımı.

Kalbimden çıkan özlem buğusuna sana yazdığım yazıların tütsülerini katıp bulutlara emanet ediyor, onlarla sana gönderiyorum. Yağan her yağmurda senin için terennüm ettiğim özlemime dair sözler buharlaşsın sokaklarında ve sevdiklerime ulaşsın. Anama, babama, kardeşlerime fısıldasın yağmur ismimi, ayağı tüylü güvercinler selam söylesin bulunduğum yerden.

Neden senin toprağında doğan suyundan içen ya şair, ya yazar, ya ozan, ya âşık oluyor? Yoksa Yaratan senin toprağına muhabbetin, sevginin özünü kattı da sende doğan insanların birçoğu bu yüzden mi Hakk âşığı, halk ozanı oluyor?

Türkülerle yaslanırdım rüzgârda savrulan saçlarıma aldırmadan Servi ağaçlarının gövdesine. Sonbaharda şemşamer (ayçiçeği) tarlalarında zikreden bir grup insanın hep birlikte başını sallaması gibi, şemşamerleri sallayan rüzgâra yüreğimi bindirir, yedi düveni dolanırdım.

Firak da manalıydı, vuslat da manalı sende…

Çocukken nasıl da rengârenk duygularımı Kızılırmak’ın kızıl suyuna bırakırdım. Kim bilir kimlerin ayağını yaladı o sevdalı sular? Benim duygularımın renkleri, senden ayrı kaldım kalalı solgun ve mat, Kızılırmak’ın kızılı da soldu mu? Hele bir haber ver gurban olam! Ellam ki (herhalde) hâlâ öyle kırmızı deli divane…

Beş tepelerin ardında sana emanet anam babam, ben gurbette yaşlanırken sen onları yıpratmadan sakla! Bilirim saklarsın, insanların gibi havan, suyun tertemizdir senin; hile bilmeyen insanın gibi hileli değildir yiyeceklerin.

Bende bir türkü tuturdum bak gene " Sivas ellerinde sazım çalınır" sahi bu sazla akrabalığın kadar kaim olan, sözle bağlantının sebebini şimdi çözdüm. Senden filizler gibi biten, söz ehlinin fazla oluşunun sırrına şimdi erdim. Sen neler gördün nelere şahit olmadın ki, savaş, kıtlık, her bir imtihan yaktı bağrını bilgeleştirdi, kemâlata erdirdi, hal ehli, kâl ehli eyledi. Ve senden, yüzyıllarca birçok âşık türedi.

Fırıncılar etli ekmek yaptıklarında sıcağı soğumadan, çay demle, belki gelirim. Madımak yapmayı da unutma.  Kim bilir nane, narpız, toplayan köylülerden bir bakır bakraç ayran alır, ahir ömrümü yine senin üzerinde geçiririm. Beklide bir gün varlığımı yollarına döşer, gelip senin müşfik, dağ çiçeklerinden rayihalar sunan koynuna gizlenir, son uykuma senin kollarında dalarım kim bilir.