Şehrin kalbi, kalbin şehri: Cami

Evet, yüzümüzü camiye dönmek zorundayız. Yüzümüzü camiye döndüğümüzde şaşırdığımız pusulamız yine bize kıblemizi gösterecektir. Kıble demek, şahsiyet demektir, kimlik demektir. Kimliğimize kavuştuğumuzda yaşadığımız hafıza kaybından kurtulup yarınlara emin adımlarla ve daha güçlü bir şekilde yürüyeceğiz. Camiler şehirlerin kalbi, mümin kalplerin şehirleridir.

Cami

ARAPÇA “cem’” kökünden türeyen “cami” kelimesi “toplayan, bir araya getiren” anlamına gelir.[i] Bu tariften de anlaşılacağı gibi cami, Müslümanların Allah’a ibadet ettikleri mabettir de.

Cami anlamında kullanılan bir diğer kelime de mesciddir. Mescid, Arapçada “eğilmek, tevazu ile alnı yere koymak” mânâsına gelen “sücûd” kökünden “secde edilen yer” anlamında bir mekân ismidir. Secde, namazın rükûnları içinde en önemlisi, Allah’a yakınlığın bir göstergesi, O’na karşı saygılı ve mütevazı olmanın sembolik bir ifadesidir. Bu sebepten namaz kılınan mekânlara “secde edilen yer” mânâsında “mescid” denilmektedir. Hazreti Peygamber’in hadislerinde de “mescid” kelimesi, namaz kılınan yer anlamında kullanılmıştır.[ii]

Batı dillerinde “mabet” karşılığı kullanılan “temple” kelimesinin kaynağını teşkil eden Lâtince “templum”, başlangıçta kâhinlerin kuşların uçuşunu gözetlemek için kullandıkları dikdörtgen şeklindeki yeri belirtmekteyken zamanla “belli bir iş için tahsis edilmiş özel mekân”, daha sonra da “Tanrının evi” mânâsını kazanmıştır. Yunancadaki karşılığı olan “temenos” da “Tanrıya ayrılan kutsal yer” demektir.[iii]

Cami, öncelikle cemaatle kılınan namazlar olmak üzere, Müslümanların Rableri ile aracısız buluştukları ibadet mekânıdır.[iv] Camiler Müslümanların nezdinde “Allah’ın evi”dir. Zira Müslümanlar camileri ibadet edilen bir mekân olmasının ötesinde, günlük hayatın da dizayn edildiği bir hayat merkezi olarak görmüştür. Camiler hayatın merkezinde yer alarak ona tâbi olan Müslümanların hayat çizgilerini ve sınırlarını Yaratıcı’nın emir ve yasakları doğrultusunda şekillendirirken, Müslümanlar, camileri şehrin merkezine konumlandırarak şehri camiye göre imar ve inşâ etmeyi de ihmâl etmemişlerdir. Bu yüzden rahatlıkla İslâm Medeniyeti’ni “cami merkezli bir medeniyet” olarak telâkki edebiliriz.

Hazreti Peygamber’in Medine’de, Mescid-i Nebevî’deki örnek ve önderliğini takip ettiğimizde, Müslümanlar açısından caminin dünyayı daha mamur hâle getirme yolunda kendisinden faydalandıkları en önemli imkânı oluşturduğunu görürüz. Bu durumda cami, öncelikle ibadethanedir ve fakat bunun yanında ihtiyaç ve imkânlar çerçevesinde okul, hastane, hapishane, misafirhane, hazine ve elçi kabul yeridir de.[v]

Yesrib’i Medine yapan unsur: Mescid-i Nebevî

İslâm’ın ilk yıllarında Mekke’de hayat hakkı bulamayan Müslümanlar ilk önce Habeşistan’a hicret etseler de asıl hicret, o zamanki adı Yesrib olan Medine’ye olmuştur. İnsanlık tarihi boyunca süregelen göçler nedeniyle birçok yerde hareketli nüfus değişikliklerine rastlandığı gibi Yesrib de, Milât sonrası 70-132 tarihleri arasında büyük bir Yahudi göçüne ve Milât sonrası 300-450 tarihleri arasında da Evs ve Hazrec kabilelerinin göçüyle ciddî bir nüfus artışıyla karşılaşmıştır. Yesrib, Hicret öncesinde Menat putuna tapan yaklaşık 6 bin müşrik Arap ve 4 bin Yahudi’den oluşan iki ana bloklu bir demografik yapıya sahipti.[vi]

Medine’de bir diğer dinî grup ise Hıristiyanlardı. Bunlar bir kabileden ziyade dinî bir cemaatti ve 40 kişi kadarlardı.[vii] Hıristiyanlık Arap yarımadasının orta kesimlerinde kısmen etkili olduğu gibi, Mekke, Medine (Yesrib), Taif, Tebük ve Hayber gibi önemli yerleşim yerleri bulunan yarımadanın Hicaz bölgesinde az da olsa yayılma imkânı bulmuştur. Buna rağmen bölgenin merkezî kısımlarında Hıristiyanlık ciddî mânâda etkin olmamıştır. Ancak Roma’nın ve Yahudilerin baskılarından kaçan bazı Hıristiyanlar, Hicaz bölgesinin kuzey kesimlerine, özellikle Hicaz-Suriye (Şam) ticaret yolu güzergâhındaki manastırlara ve köylere yerleşerek çevredeki Arap kabilelerine yönelik misyonerlik faaliyetlerinde bulunmuş ve kısmen başarılı da olmuştur.[viii]

İslâm öncesi dönemde Medine, toplamda Safile, Avali ve Kuba olmak üzere üç bölgeye ayrılmaktaydı. Bu bölgelerden Kuba ve çevresi Yahudilerin meskûn olduğu mahal olup Medine’nin en yeşil, güzel ve mümbit kısmını teşkil etmekteydi. Hazreti Peygamber, Medine’ye geldiği zaman ilk olarak buraya uğramış, hatta buraya yerleşmek istemişti. Ancak Yahudilerden gördüğü olumsuz tavır nedeniyle burada kalmaktan vazgeçmişti. Safile bölgesi ise daha çok Evs ve Hazrec’in meskûn bulunduğu bölge idi. Hazrec daha çok Safile’de, Evs ise Avali ve Kuba’ya yakın bölgelerde iskân ediyordu.[ix]

Hazreti Peygamber, Medine’ye hicretinden sonra burada Mescid-i Nebevî’yi inşâ ettirmişti. Mescid-i Nebevî, o gün için tüm varlıklarını Mekke’de terk edip gelen Muhacirler ile Medineli Müslümanlar olan Ensar tarafından, tüm ekonomik ve bedensel güçlerini harcayarak yapıldı.[x] Bu mescid üç ana kısım olarak inşâ edilmişti. Bu kısımlar müminlerin toplu hâlde namaz kılacakları mescid kısmı, Hazreti Peygamber ve ailesinin kalacağı odalar ve bir de mescidin arka tarafındaki “Suffa” denilen bölmeden oluşuyordu. Suffa, “Ashab-ı Suffa” denilen fakir sahabelerin barınabilmesi ve dinî eğitimlerini alabilmeleri için yapılmıştı.

Görüldüğü gibi bu mescid, daha yapım aşamasında bile çok fonksiyonlu bir yapı olarak tesis edilmişti. Daha sonra da görüldüğü gibi burası hem bir ibadethane, hem de devletin işlerinin yürütüldüğü bir idarî teşkilat olarak hizmet verecekti. Nitekim Mescid-i Nebevî, yüklendiği bu misyonla Müslümanların günlük hayatlarını sevk ve idare eden bir merkez konumundaydı. Bu yüzden Müslümanların günlük resmî ve sivil hayatının yolu bir şekilde camiden geçmekteydi. Bu merkez, Müslümanların birbirleriyle ilişki kurdukları, istişare ettikleri ve paylaştıkları bir sosyal kontrol mekanizmasıydı. 

Yeri gelmişken, burada ortaya çıkan “sosyal kontrol mekanizması” kavramını da açıklamak gerekir. Toplumu denetlemek, düzeni sürdürmek, bireyleri çatışma, sapma ve suç gibi davranışlardan korumak, kısaca, uygun şekilde sosyalizasyon sürecinden geçirmek için uygulanan mekanizmalar demek olan sosyal kontrol mekanizması, sosyolojide bir kavram olarak 19’uncu yüzyılın sonlarından itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Sosyal kontrol, bir toplumun var olmasında ve varlığını sürdürmesinde oldukça önemli bir mekanizmadır.[xi] İşte o dönem Müslümanları da yeni gelen bu dinin hükümleri ile hayatlarını ve fertlerin birbirleriyle olan ilişkilerini Mescid-i Nebevî’de oluşan sosyal hayat sayesinde şekillendirmişlerdi.

Bilindiği gibi Medine’nin eski ismi Yesrib’dir. “Şehir” anlamına gelen “Medine” ismi, aslında daha önceleri bile kullanılsa da[xii] Hazreti Peygamber’in hicretinden sonra şöhret bulmuştur. Bu bağlamda Medine’nin İslâm’ın kurumsallaşması ve şehirleşme açısından bir başlangıca tekabül ettiğini, Medine (Şehir) ve cami arasındaki ilişkinin birbirini süreç içerisinde beslediğini görmeliyiz. Medine’nin şehir ortamı giderek badiyeden kendisini farklılaştırarak göstermiştir. Hazreti Peygamber, Kendi ümmetini cami merkezli olarak şehir hayatının gerekliliklerine hazırlamıştır. Şehrin adab ve kurallarını sürekli uyarılarla yerleştirmeye çalışmıştır.[xiii]

Hazreti Peygamber’in Medine’de yaptırdığı bu mescid, müminler için tatlı bir su kaynağı, bir hidayet rehberi, bir sığınak ve karargâh olmuştur. [xiv]



İslâm’da ilk eğitim ve öğretim faaliyetleri Mekke döneminde Dârülerkâm’da başlamış, Medine’de Mescid-i Nebevî’nin inşâsından sonra da eğitime önem verilmişti.


Mescid-i Nebevî’nin sosyal hayattaki işlevleri

Mescid-i Nebevî, Hz. Peygamber döneminde yapılması ve üstlendiği işlevleri nedeniyle örnek bir mabetti. Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Nebevî’nin sosyal hayattaki işlevlerini şöyle sıralayabiliriz.

Mabet olarak Mescid-i Nebevî

Mescid-i Nebevî, elbette günlük namazların cemaatle kılınabilmesi amacıyla yapıldı. Zira dinimizde namazların cemaatle camide kılınması gerek sevap bakımından, gerekse sosyal yönden büyük bir önem taşır. Ashabdan bazısı, farz namazları evlerde kılıp camiye gitmemeyi Hazreti Peygamber’in sünnetini terk etme olarak yorumlamıştır.[xv] 

Mescid-i Nebevî’nin bir mabet olarak en önemli özelliği, burada sadece erkeklerin değil, kadınların da ibadet edebilmesidir. Hazreti Peygamber döneminde kadınlar da mescidlere gelip ibadet ederdi. Buharî’ye göre, “Rasûlüllah (sav) sabah namazını kıldırdığı zaman mümin kadınlar örtülerini örterek orada hazır bulunurlar, daha sonra da evlerine dönerlerdi ki (hava karanlık olduğu için) onları kimse tanıyamazdı”.[xvi]

Okul olarak Mescid-i Nebevî

İslâm’da ilk eğitim ve öğretim faaliyetleri Mekke döneminde Dârülerkâm’da başlamış, Medine’de Mescid-i Nebevî’nin inşâsından sonra da eğitime önem verilmişti. Eğitim mekânları olarak Mescid-i Nebevî kullanılmıştır. Bir mabet olmasının ötesinde Mescid-i Nebevî, müderrisi Rasûlullah ve talebeleri de O’nun güzîde Ashabının olduğu bir eğitim-öğretim kurumu, bir medreseydi.[xvii]

Günde beş vakit kendisinde cemaatle namaz kılınan bu mescid, Asr-ı Saadet insanı için bir medreseydi. Allah Rasûlü, Ashabını burada yetiştirdi. Onları ruhî ve aklî bir terbiye ile burada terbiye etti. Namazın tatbikatını onlara burada gösterdi. Zaman zaman onlara vaaz ve nasihat edip sorularına cevaplar verdi. [xviii]

Abdullah bin Amr bin Âs’ın (ra) rivayet ettiğine göre, bir gün evinden çıkıp mescide giden Hazreti Peygamber (sav), orada halka olmuş iki toplulukla karşılaşmıştı. Bunların birinde Kur’ân okuyor ve Allah’a dua ediyorlardı. Diğerinde ise ilim öğreniyor ve öğretiyorlardı. Sevgi ve rahmet dolu bakışlarıyla onlara ilgi gösteren Resûl-i Ekrem, “Her biri hayır üzeredir. Şunlar Kur’ân okuyor ve Allah’a dua ediyorlar; Allah dilerse onlara verir, dilerse vermez. Bunlar ise ilim öğreniyor ve ilim öğretiyorlar. Ben de ancak bir muallim olarak gönderildim” buyurdu ve onların halkasına katıldı.[xix] 

Eğitim-öğretim faaliyetleri için mescidde toplanılmasına “meclis” denilmişti. Bundan dolayıdır ki Hazreti Peygamber’in Mescid-i Nebevî’deki derslerine “meclisü’l-ilm” denilmişti. Yine bu dersler esnasında Hazreti Peygamber’in etrafında iç içe daireler şeklinde oturan sahabelere de “halka” denilmişti.[xx] Sırf ilim öğrenmek için mescidde kalan ve sayıları zaman zaman 400’e kadar çıkan[xxi] kişilere de Ashab-ı Suffa denilmişti. Zaman zaman bu eğitim halkalarına Ubâde bin Sâmit gibi sahabeler de ders veriyor, böylece Efendimize yardımcı oluyor ve mescidde Kur’ân ve okuma yazma öğretiyorlardı.

Mescidde barınan ve sayıları zaman zaman 400’e kadar çıkan (Kettânî, II, 232-233) Ashab-ı Suffa, vakitlerinin büyük bir kısmını öğrenimle geçiriyordu. İçlerinden bir kısmı sırf bunun için ticaret, zanaat ve tarım gibi işlerden çekilmiştir.

Mescidde eğitim ve öğretim sadece erkeklere münhasır değildi; kadınlar için de Mescid-i Nebevî’de ayrı bir gün tahsis edilmişti. Kadınların dinî konulardaki geniş kültürleri, kendilerine Hazreti Ömer gibi sertliğiyle tanınan bir halifeye çekinmeden itiraz edebilme cesareti vermiştir. Nitekim Hazreti Ömer, mehirlere sınırlama getiren kararından bir hanımın itirazı üzerine vazgeçmiştir.

Hükümet binası olarak Mescid-i Nebevî

Hazreti Peygamber, yaşadığı dönemde hem dinî, hem de İslâm devletinin başkanı olması hasebiyle siyâsî bir liderdi. Onun döneminde dinin de, devletin de tek resmî binası Mescid-i Nebevî idi ve devlet idaresinin merkeziydi.

Rasûlullah ve ondan sonra da Râşid Halifeler orada otururlar ve devlet işlerini oradan yönetirlerdi. Orası aynı zamanda devlet şûrasının toplandığı meclis durumundaydı. Ümmetin meseleleri orada gündeme getirilir, ümmetin önüne çıkan problemler ele alınır, hakkında nass vârid olmayan konular Kitap ve Sünnet ışığında münakaşa edilirdi. Müslümanlar arasındaki ihtilaflar ve dâvâlar mescide getirilir, Hazreti Peygamber de bu dâvâları mescidde çözüme ulaştırırdı.[xxii]

Resmî kabul yeri olarak Mescid-i Nebevî

Mesciddeki minber o zamanlar devletin bir sembolü idi ve sadece Mescid-i Nebevî’de bulunmasına izin verilmişti. Medine’ye gelen heyetler mescidde karşılanır, orada ağırlanır ve kendileriyle orada konuşulur, sohbet edilirdi.[xxiii] Rasûlullah (sav), Müslüman olmak ve İslâm’ı öğrenmek üzere gelen heyetlerle mesciddeki “Üstüvânetü’l-Vüfûd” (Elçiler Sütunu) denilen bir direğin yanında görüşürdü.[xxiv] Bu sütun, Hazreti Peygamber’in mescide girip çıktığı kapının solundaki sütundur. Daha sonra Ashabın büyükleri de burada toplanmayı âdet hâline getirince, sütun, “Meclis-i Kılâde” diye de anılır oldu.

Karargâh olarak Mescid-i Nebevî

Hazreti Peygamber savaş kararlarını genellikle Mescid-i Nebevî’de verirdi. Asker orada toplanır, sancaklar orada verilir, cephe komutanları orada tayin edilir, askerî emirler orada kararlaştırılırdı.[xxv] Bu kararını da minberden ilân eder ve açılan deftere savaşa katılacak gönüllülerin adlarını yazdırmalarını isterdi. Orduya bizzat kumanda edeceği zaman mescidde iki rekat namaz kılar, zırhını giyerek dışarı çıkar ve kapıya getirilen atına binip seferi başlatırdı.

Bir yere “seriyye” dediğimiz öncü birlikler göndereceği zaman da seriyyenin kumandanına talimatları mescidde verirdi. Sefer dönüşünde kumandanlar olup bitenler hakkında Efendimize yine mescidde rapor verirlerdi.

Hastane olarak Mescid-i Nebevî

Mescid-i Nebevî askeri hastane olarak da kullanılmıştır. Hendek Gazvesi’nde yaralanan Sa’d bin Muâz için Mescid-i Nebevî’de bir çadır kurulmuştu.[xxvi]

Misafirhane ve imarethane olarak Mescid-i Nebevî

Mescid, yabancıların sığınağı, misafirlerin konağı, yoksul ve zayıfların da barınağıydı. Her sınıftan insan, orada ihtiyacını giderecek, kendini ruhî itminanına ulaştıracak şeyleri bulabilirdi.[xxvii]

Hazreti Peygamber, dışarıdan gelen misafirlerini de Mescid-i Nebevî’de kabul etmiştir. Bu arada birçok bedevi (badiyede yaşayan köylü) de Hazreti Peygamber’i farklı sebeplerle ziyaret etmiştir.[xxviii] Medine dışından gelen insanlar ve özellikle kalabalık gruplar Mescid-i Nebevî’de misafir edilmiştir. Hatta onlara savaş gösterileri yapılmış, şiirler söylenmiştir.

Asr-ı Saadet’te mescidlerde bazı sahabeler yemek yemiştir. Yine mescidde aç olan muhtaçlara yiyecek verilmiştir. Bu amacı temin amacıyla Peygamberimiz, fakirlerin yemesi için mescidin direklerine hurma salkımları astırırdı.

Mescid-i Nebevî’de nikâh merasimlerinin yapılması

Hazreti Peygamber, nikâhların mescidlerde ilân edilmesini istemiştir.[xxix] Nikâh merasimlerinin orada yapılmasını özellikle tavsiye etmiştir.[xxx] 

Halk günü mekânı olarak Mescid-i Nebevî

Hazreti Peygamber döneminde mescidin konuşmalar, uyarılar, sohbetler, dert dinleme ve çözüm bulma mekânı olduğunu hadislere bakarak rahatlıkla anlayabiliyoruz.

Hazreti Peygamber burada bir yandan arkadaşlarının sorduğu sorulara cevap verirken, öte yandan onları mescid etrafında şehir adabı ve sağlıklı ilişkiler konusunda da eğitiyordu. Bunun olabildiğince geniş katılımlı yaygın eğitim olduğunu söyleyebiliriz.

Mahkeme olarak Mescid-i Nebevî

Mescid, çok az da olsa bir mahkeme salonu gibi vazife görürdü. Karar neticesinde hasımlar İslâm’ın emrine boyun eğer, haklarına ve karara razı olarak gönül rızası ile çekip işlerine giderlerdi.[xxxi]



Cami sayesinde birbirinden haberdar olup birbirini destekleyen müminler topluluğunun kuracağı medeniyetin de yine Tevhid ilkesinden kaynaklanan ve dünya insanlık ailesine mutluluk veren bir nizam olacağı aşikârdır.


Cami şehrin kalbidir

Yesrib Medine’ye dönüşürken şüphesiz onu şehir kılan en büyük unsur, Mescid-i Nebevî’dir. Mescid-i Nebevî daha sonra kurulan ve yeninde imar edilen tüm İslâm şehirlerine örneklik ve öncülük etmiştir. Medine sonrasında gelişen İslâm şehir mimarisi cami merkezli bir mimarî olarak vücut ve şahsiyet bulmuştur. Bu yönüyle cami adeta şehrin kalbi durumundadır. Zira bir mekânı şehir yapan tüm unsurlar bu caminin etrafına konumlandırılmıştır. Kadim şehirlerde camiler geniş bir alan içinde inşâ edilirken ticaretin merkezi olan bedestenler, eğitim merkezi olan külliyeler, sağlık merkezi durumundaki şifahaneler ve bir şehirde olmazsa olmaz diyeceğiniz tüm mekânlar bu cami etrafında yapılandırılmıştır. Sonra da bir halka şeklinde mahalleler yani insanların oturdukları evler…

Cami merkezli şehir mimarisinin öncelikli anlamı; insanın hedeflediği insanı kemâle erdirme sürecinin ve insanın farklı boyutlarıyla kavranması, irfanî düzeyin yükseltilmesi ve bunların hepsinin insanın maddî ve manevî tüm ihtiyaçlarının düşünülerek yapılmasıdır. Özellikle bu tür cami inşâlarının şehirlerde olduğunu hemen bir not olarak kenara iliştirmeliyiz. Zira küçük yerleşim yerlerinde kalıplaşmış ve gelenekselleşmiş din anlayışı ve pratiklerinin kendi ortamında bir külliye mantığını barındırmadığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte, tarih boyunca camilerin yanında kendi mütemmim cüzleri olan ve bazı ihtiyaçları karşılamak üzere kurumlar geliştirilmiştir.[xxxii]

Cami ile şehir arasındaki ilişki, aynı zamanda din ile hayat arasındaki kopmaz bağın insanı hayata ve öte dünyaya hazırlamanın bir göstergesidir.[xxxiii] Cami, kalbin vücuttaki tüm kanı bünyesinde toplaması gibi ritmik bir rutinle beş vakit ve her vakit insanı ve hayatı kendisinde toplar, temizler, arındırır ve şehrin kılcallarına geri yollar.[xxxiv]

Mahallenin işleyişinde camilerin, aynı zamanda insanların şehirlere adapte ve şehrin dokusuna uygun sosyalleştirme görevlerini üstlendiklerini söyleyebiliriz. Sadece camilere giriş çıkış değil, cenaze, düğün, dua, merasim, gündelik sorunlar ve yardımlaşma gibi sosyallikler çerçevesinde şehirli yaşam ve birliktelikler ikâme edilmeye çalışılır. [xxxv] Cami sayesinde birbirinden haberdar olup birbirini destekleyen müminler topluluğunun kuracağı medeniyetin de yine Tevhid ilkesinden kaynaklanan ve dünya insanlık ailesine mutluluk veren bir nizam olacağı aşikârdır. Çünkü mescidler zamanı ve erkânı belli ibadetlerin ifa edildiği yerler olmaktan öte, müminlerin kaynaştığı sosyal etkileşim alanlarıdır. Buradaki buluşmalar müminler açısından yıpratıcı dünya gailelerinden kurtuluş ve dinginliğin zirvede yaşandığı anlardır.[xxxvi]

Cami ve toplumsal bellek

Şehirlerin toplumsal belleği, orada yaşayan insanların geçmişle bağ kurmalarını temin eder. Bu bağlamda toplumsal belleğin tarihsel sürekliliğini sağlama bakımından yine camilerin ön plâna çıktığını görmekteyiz. Camiler, tarihe dair tüm anlatıların belki somut olarak bedenlendiği ve geçmişin bir film gibi canlandığı mekânlardır. İnsanların geçmişe dair anlatımları, belleklerde camiler üzerinden somutlaşmaktadır.[xxxvii]

Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konuda söylediği şu sözler ne kadar da manidardır: “Medeniyetimizin sembol şehirlerinin hemen hepsi yine sembol bir cami, medrese ve külliye ile anılır, böyle hatırlanır. İstanbul’u Sultanahmet’siz, Süleymaniye’siz, Edirne’yi Selimiye’siz, Bursa’yı Ulu Cami’siz düşünemeyiz. Mardin denilince, Erzurum, Konya, Kayseri denilince aklımıza önce her biri ayrı güzellikteki medreseleri, camileri gelir. Ankara’yı Hacı Bayram Veli Camiî ve türbesi olmadan anlatmak mümkün değildir. Merhum Turgut Özal’ın gayretleriyle tamamlanan Kocatepe Camiî de yakın dönemde Ankara’yı anlatan sembol eserlerden biridir. Hamdolsun, dönemimizde Beştepe Millet Camiî ve Melike Hatun Camimizin de kısa sürede başkentimizin timsalleri arasına katıldığını görüyoruz.”[xxxviii]

İslâm muarızları da bu gerçeğin farkında olduğu için maalesef her fırsatta camilere olan düşmanlıklarını ifşa etmekten geri duramazlar. Camilerin ruhunu cemaat ve onların ibadetleri oluşturduğu için, sırf bu ruhu öldürmek ve bu mekânları sadece taş sütunlar hâline getirmek yani ruhsuzlaştırmak adına fetih sembolü olan camiler başta olmak üzere selatin camilerin de müzeye çevrilmesini isterler. Ezandan rahatsız olurlar ve “Neden bu kadar cami var?” diye sorgularlar. Zira bilirler ki, cami demek, tarih demektir. Cami demek, o mekânın İslâm’ın mülkü olduğunu belirten devasa bir tapu senedi demektir. Bu camiler tarihin ihtişamını bugünlere taşıdıkları için birilerinin inkâr etmek istedikleri tarihi, kötüledikleri geçmişi savunan bu yapıların dilini kesmek, sözünü susturmak istemeleri de boşuna değildir. Geçmişlerini ve kimliklerini bir şekilde gizlemeyi başarıp içimize bizden birileriymiş gibi karışanlar, camiyi, cemaati, minareyi, kubbeyi, ezanı ve salâyı görünce ellerinde olmadan içlerindeki kini kusar ve kendilerini ele verirler.



Geçmişte medeniyetimizi cami merkezli kurmuştuk. Bu medeniyet, temellerini Kur’ân’dan, imandan, ahlâktan, ibadetten ve ilimden almış ve bu sağlam temeller üzerine her sayfası iftihar vesilesi olan bir tarihi bize miras bırakmıştır. Ne zaman ki bu temellerden uzaklaştık, gücümüz de, huzurumuz da bizden uzaklaştı.


Camilerin günümüzdeki durumu

Geçmişte medeniyetimizi cami merkezli kurmuştuk. Bu medeniyet, temellerini Kur’ân’dan, imandan, ahlâktan, ibadetten ve ilimden almış ve bu sağlam temeller üzerine her sayfası iftihar vesilesi olan bir tarihi bize miras bırakmıştır. Ne zaman ki bu temellerden uzaklaştık, gücümüz de, huzurumuz da bizden uzaklaştı. Şimdi şehirlerimiz kapitalizmin mabetleri hâline gelen AVM’ler etrafında konumlandırılarak kentlere dönüştürülüyor. Camiler bir kenara itilmiş ve işlevlerinin bir kısmını yaşadıkları konum kaybından dolayı yerine getiremiyor.

Her şeye rağmen, dinin insan ve toplumlardaki nüfuz gücü sebebiyle özellikle günümüzde daha da önem kazandığını belirtmemiz gerekir. Çünkü şehirlerin bütün mahallelerindeki kılcal damarlara kadar ulaşabilmek, kültürel dönüşüm ve şehirleşme bu sayede olabilecektir. Bununla birlikte mahallenin dağılması, şehirlerin kontrolsüz büyümesinin günümüzde cami ve şehir arasındaki pozitif ilişkileri bazı zafiyetlere uğrattığını da görebiliriz.[xxxix]

Yukarıda bir nebze bahsini ettiğimiz sosyal kontrol mekanizması, şehir ve cami ilişkisinde daha belirleyici bir faktör olarak her dönem etkinliğini korumuştur. Günümüzde de bu etkiyi hissedebiliriz. Özellikle günümüz şartları ve sosyal hayat göz önünde tutulduğunda, aslında bu kontrol mekanizmasının önemi daha iyi kavranacaktır. Sosyal kontrolün özellikle sivil güçlerce ve sivil alan içerisinde yapılabilmesi hem daha önemli, hem de daha etkilidir. Sosyal kontrol söz konusu olduğunda mahalle, aile, komşuluk, akrabalık, ahlâkî ve dinî yapılanmalar kendisinden söz ettiren mekanizmalardır. Bu konuda önemli sivil yapılardan birinin de cami olduğunu belirtmek gerekmektedir. Camiler tüm içerdikleri unsurlar ile birlikte (imam, cemaat, sosyal organizasyonlar) bu kontrolün kapsamının genişlemesinde kendilerini gösterirler. Mahallenin temiz tutulmasından ahlâkın korunmasına, dertlilerin görüp gözetilme sinden paylaşıma kadar tüm sorunların cami dolayımından geçerek çözüme kavuşabil diklerinin mebzul miktarda tarihsel örnekleri mevcuttur. Fakat günümüzde camilerin bu etkinliğinin önünde bireyselleşme, mahalle ve komşuluk ilişkilerinin çökmesi, ailedeki sorunlar birer engel olarak durmaktadırlar. Bununla birlikte gelecekte aile, komşuluk ve mahalleden başlayarak bu sorunların hallinde yine camileri etkin kılmanın zorunluluğu belirmektedir.[xl]

Evet, yüzümüzü camiye dönmek zorundayız. Yüzümüzü camiye döndüğümüzde şaşırdığımız pusulamız yine bize kıblemizi gösterecektir. Kıble demek, şahsiyet demektir, kimlik demektir. Kimliğimize kavuştuğumuzda yaşadığımız hafıza kaybından kurtulup yarınlara emin adımlarla ve daha güçlü bir şekilde yürüyeceğiz. Camiler şehirlerin kalbi, mümin kalplerin şehirleridir.

Tüm insanlığa nefes aldıracak yeni bir hayatı cami ve ilim merkezli olarak yeniden bizim kurmamız ve şehirlerimize ruh üflememiz gerektiğini biliyoruz. Tüm insanlık ailesini huzura kavuşturacak ve ahirette ebedî mutluluğa erdirecek erdemlerle bütün dünyayı buluşturmak zorundayız. Camiyi şehrin ve hayatın merkezi, cami içinde anlatılan hakikatleri de fikirlerimizin ve eylemlerimizin merkezi yapabildiğimizde insan huzur bulacak dünya değişecektir.[xli]

 



[i] Ahmet ÖNKAL, Nebi BOZKURT, CAMİ, TDV İslâm Ansiklopedisi,  cilt: 7, s: 46-56, İstanbul, 1993

[ii] Mustafa Ağırman, Hz. Muhammed Devrinde Mescid ve Fonksiyonları, s. 22., 2010

[iii] Güç, agm.

[iv] Nesimi YAZICI, Mescidden Medreseye İslâm Eğitim-Öğretim Tarihine Panoramik Bir Bakış, Din ve Toplum Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 2, Sayfa:7, 2013

[v] Yazıcı, 2013:7

[vi] Mustafa SAFA, Hicret Öncesi Medine’de (Yesrib’de) Sosyal ve Dini Hayat, Toplum Bilimleri Dergisi, Temmuz - Aralık 2012, 6 (12), s. 198

[vii] M. Mahfuz SÖYLEMEZ, İslâm Öncesi Dönemde Medine, Siyer Dersleri-2, Medine Dönemi, Malatya Büyükşehir Belediyesi Yayınları No: 46, Mart - 2019

[viii] Zekiye Sönmez, Necrân’da Hıristiyanlık ve Hz. Muhammed’in Necrân Din Adamlarıyla Münasebetler, s.125, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 26 (2017/2)

[ix] M. Mahfuz SÖYLEMEZ, İslâm Öncesi Dönemde Medine, Siyer Dersleri, Malatya Büyükşehir Belediyesi Yayınları No: 46, Mart - 2019

[x] Mustafa TEKİN, İslâm Şehrinin Merkezi Olarak Cami, Din ve Toplum Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 2, Sayfa:21, 2013

 

[xi] Elnur AZİMLİ, Ali COŞKUN, Sosyal Kontrol ve Din: Dinin Dindar Bireyler Üzerindeki Kontrol Gücü, Aydın İnsan ve Toplum Dergisi Yıl 9 Sayı 1 - Haziran 2023

[xii] Medine kavramı sanıldığının aksine geç döneme yani Hz. Peygamber dönemi ve sonrasına ait olmayıp çok daha eski bir tarihe dayanmaktadır. Hatta milattan önceye kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Nitekim hem Yunanlı ünlü coğrafyacı Batlamyus hem de Stefan tarafından kullanılmaktadır. Her ikisi de “Medinta” adını kullanmaktadırlar. Bu da Medine’nin tarihini milattan önceye kadar geri götürmektedir. Bununla birlikte aynı zamanda Yesrib adının da kadim bir tarihi olduğu anlaşılmaktadır. (Söylemez, agm., s. 11)

[xiii] M. Tekin, agm.

[xiv] Mustafa AĞIRMAN, İslâm Medeniyetinde Cami, Siyer Dersleri-2, Medine Dönemi, Malatya Büyükşehir Belediyesi Yayınları No: 46, s: 53, Mart - 2019

[xv] Nesâî, “İmâmet”, 50; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 46

[xvi] Buhari, Salat 13

[xvii] AĞIRMAN: 53, 2019

[xviii] Mustafa AĞIRMAN, İslâm Medeniyetinde Cami, Siyer Dersleri-2, Medine Dönemi, Malatya Büyükşehir Belediyesi Yayınları No: 46, s: 53, Mart - 2019

[xix] İbn Mâce, Sünnet, 17; Dârimî, Mukaddime, 32

[xx] Buhârî, “ʿİlim”, 8

[xxi] Kettânî, II, 232-233

[xxii] AĞIRMAN: 53, 2019

[xxiii] AĞIRMAN: 53, 2019

[xxiv] Murat Kaya, Mescid-i Nebevi’den 111 Hatıra, Erkam Yayınları, 2020

[xxv] AĞIRMAN: 53, 2019

[xxvi] Buhârî, “Ṣalât”, 59; Müslim, “Cihâd”, 67

[xxvii] AĞIRMAN: 53, 2019

[xxviii] M. Tekin: 22

[xxix] Tirmizî, “Nikâḥ”, 6

[xxx] Kütüb-i Sitte Terc. c. 6, s. 51

[xxxi] AĞIRMAN: 53, 2019

[xxxii] M. Tekin: 25

[xxxiii] M. Tekin: 25

[xxxiv] Cemalettin GEZGİÇ, Şehrin Kalbi Camiler, Diyanet Aylık Dergi, s.16-17, Eylül 2020

[xxxv] M. Tekin: 23

[xxxvi] KESLER:32

[xxxvii] M. Tekin: 26

[xxxviii] https://arsiv.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/cami-sehrin-kalbi-cemaat-de-susudur-623641

[xxxix] M. Tekin: 23

[xl] M. Tekin: 24

[xli] Cemalettin GEZGİÇ, Şehrin Kalbi Camiler, Diyanet Aylık Dergi, s.16-17, Eylül 2020