DARÜLBEDAYİ zamanında yahut mütareke
günlerinde ya da ne bileyim, galibiyete iki puan verildiği vakitlerde “Belediye
Başkanı” ifadesi yerine “Şehremini” kelimesi kullanılırdı.
Yani
şehrin emanet edildiği, edilebileceği emin kişi. Emanete hıyanet etmeyecek
güvenilir zat.
İşte
İstanbul’u böyle bir şahsa emanet ettik dostlar son seçimde.
Ne
de olsa kendisi Eyüp Sultan Camiî’nde Yasin-i Şerif okumuştu seçim öncesinde.
Bizden
iki kat Müslümandı ve kırk rekât teravih kılıyordu her gün.
Ya
da ne bileyim, bir gecede yetmiş kez iftar açabilen bir evliyaydı o.
Soy
ismi de “İmamoğlu”...
Daha
ne olsun?!
Bu
mübarek şehre mübarek bir şehremini…
Ne
olduysa seçimden sonra oldu; İmamoğlu’nun ayarı bozuldu, ne bileyim, belki de
fabrika ayarlarına dönmüştür yeniden.
Hani
soy ismi “Müdafa” olan günlerine…
Sonuçta
her şey aslına rücû ediyor.
***
Önce
İBB TV’nin minareli klasikleşmiş amblemini değiştirdi. Eski logonun yerine ne
anlama geldiğini anlayamadığımız gökkuşağı renklerinde bir şeyler dalgalanıyor
ekranın köşesinde.
Elbet
bir anlamı vardır bu dalgalanan şeyin. Ya da LGBT’liler daha iyi anlarlar.
Sorup öğrenmek lâzım.
Belki
kendileri belediye çalışanlarına zorunlu LGBT eğitimi verirken anlatmışlardır.
Eğitim şart!
Yahut
ne bileyim, İl Başkanı Kaftancıoğlu, LGBT yürüyüşlerinde bu renklerden etkilenmiş
de olabilir.
***
Sonra
imamın oğlunu, duaların Türkçe okunduğu ve kadın semazenlerin döndüğü Şeb-i
Aruz töreninin organizasyonunda gördük.
İBB,
düzenlediği bu “alternatif” Şeb-i Aruz törenini kına gecesine çevirmişti
gözlerimizin içine baka baka. 800 yıldır Şeb-i Aruz töreni böyle zulüm
görmemişti.
***
İstanbul
Kovid-19 salgını ile mücadele verirken ve vatandaşlar sefer sayıları azaltılmış
otobüslerde, metrolarda, metrobüslerde omuz omuza, burun buruna işlerine gidip
gelirken Ekrem Başkan camilerin kapatılması için Diyanet’e çağrıda bulunmuştu.
Vatandaşlar
camilerde salgını yaymaktalarmış.
Tabiî
Ekrem Başkan en son camiye seçim öncesinde Yasin-i Şerif okumak için
gittiğinden, cami içinde cemaatin aralarında iki metre mesafe bırakarak, kendi
seccadelerini götürerek ve maskeyle namaz kıldıklarını bilmiyor tabiî.
Durum
böyle olunca da endişe duyuyor cami cemaati için. Hassas adam sonuçta.
***
Bir
ara da İmamoğlu’nu Fatih Sultan Mehmed Han’ın türbesini ziyaret ederken gördük.
Sonuçta Başkan bu şehirde başkanlık yapabiliyorsa, Fatih Sultan Mehmed’in
İstanbul’u fethetmiş olmasına borçlu bunu.
Arada
bir oralarda görünüp hürmetini göstermesi lâzım.
Ancak
bu ziyarette zabıta denetler gibi elleri arkasında bağlıydı Ekrem Başkan’ın.
Sıradan bir vatandaşının cenazesi önünde bile hürmeten eller önde bağlanır.
Ancak Başkan’dan her şeyi bilmesini beklemek de fazla olur kanaatindeyim.
Bu
kadar kusur Sera Kadıgil’de de olur. Hani sabah sabah kulağına ezan okuyan
hocayı kesmeye niyet eden Sera...
***
Duyduk
ki, şimdi de İstanbul Kart üzerinde bulunan cami siluetlerini kaldırmış bizimkisi.
İstanbul Kartlar şimdi dört renk. Yakında yanına üç renk daha ekler ve yine
gökkuşağı renklerini elde ederler.
Yılların
İstanbul Kart’ı üzerindeki, artık klasik olmuş, şehrin simgesi hâline dönüşmüş
minare silueti bir Müslüman evlâdını neden rahatsız eder ki?
Ama
hakkını teslim edelim. İstanbul Kart’a maaşı alınca önden yükleme yapacakmışız,
kartımızı sadece seyahatlerimizde değil, kredi kartı gibi alışverişlerimizde de
kullanabilecekmişiz.
Bankaları
şimdi aldı mı bir telâş? Yüzyılın bu dâhiyane buluşunu ajans ne pazarlar ama!
Üfff, izleyin görün!
***
Geçen
sene bu vakitler, İmamoğlu’nu, Ayasofya Camiî hakkında Yunan basınına açıklama
yaparken izlemiştik. Ayasofya için “Açılmasına gerek yok” şeklinde beyanat
vermişti de komşi’nin eti yağı erimişti, “İşte aradığımız başkan!” demişlerdi.
Zaten
Ekrem Başkan, Ayasofya Camiî’nin açılışına da gelmemişti. Önce bir aralık
“Davet edilmedim” filan diye gevelemiş olsa da davet edilmiş olduğu çıkmıştı
ortaya.
Davet
edilmese bile ezan yeterli değil miydi ki gelmesine? En azından Muharrem İnce
gibi bir köşede kılabilirdi o ilk namazı. Ama o vakit de “dostları” üzülürdü,
olabilemezdi.
***
Ambalaj
ne olursa olsun, önünde sonunda paket açılır ve içindekiler ortaya çıkar.
İki
yılda ortada o cafcaflı paketten eser kalmadı. Mal meydanda. Zihniyet ortada.
Bunlara
kalırsa, bırakın Ayasofya’yı kapatmayı, karşısındaki Sultan Ahmet Camiî’ni bile
müzeye çevirirler. Sonuçta “bunlar dünya mirasına mâl olmuş şeyler”.
***
Şehreminiden,
kendisine emanet edilen şehre yani emanete sahip çıkması beklenir.
Lâkin
şehirde bir sıkıntı olunca kendisi ya Marmaris’te, ya Palandöken’de, ya Hacı
Bektaş Veli’de, ya Malatya’da fink atıyor.
İnsan
çalışmasa da yoruluyor. Hatta kimilerini çalışmamak daha fazla yoruyor. Ekrem
Başkan da onlardan işte. Sık sık dinlenmeye ihtiyaç duyuyor bünye hassas
olunca. Zaten ona tatil de yakışıyor. Bagajda mayosu, güneş kremi ve kayak
takımı hazır her an.
Denizleri
müsilaj sarmış, Küçükçekmece gölünde balıklar, martılar ölüyormuş, derelerden
katran akıyormuş, Haliç’ten yine kötü kokular gelmeye başlamış… Ne gam!
Ajans
çalışıyor, ağaçlar Başkan’ı alkışlıyor ya, kâfi.
Sonuçta
“İstanbul nimet nimet”.
Kalınız sağlıcakla efendim…