Şehremini

İnsan çalışmasa da yoruluyor. Hatta kimilerini çalışmamak daha fazla yoruyor. Ekrem Başkan da onlardan işte. Sık sık dinlenmeye ihtiyaç duyuyor bünye hassas olunca. Zaten ona tatil de yakışıyor. Bagajda mayosu, güneş kremi ve kayak takımı hazır her an. Denizleri müsilaj sarmış, Küçükçekmece gölünde balıklar, martılar ölüyormuş, derelerden katran akıyormuş, Haliç’ten yine kötü kokular gelmeye başlamış… Ne gam! Ajans çalışıyor, ağaçlar Başkan’ı alkışlıyor ya, kâfi.

DARÜLBEDAYİ zamanında yahut mütareke günlerinde ya da ne bileyim, galibiyete iki puan verildiği vakitlerde “Belediye Başkanı” ifadesi yerine “Şehremini” kelimesi kullanılırdı.

Yani şehrin emanet edildiği, edilebileceği emin kişi. Emanete hıyanet etmeyecek güvenilir zat.

İşte İstanbul’u böyle bir şahsa emanet ettik dostlar son seçimde.

Ne de olsa kendisi Eyüp Sultan Camiî’nde Yasin-i Şerif okumuştu seçim öncesinde.

Bizden iki kat Müslümandı ve kırk rekât teravih kılıyordu her gün.

Ya da ne bileyim, bir gecede yetmiş kez iftar açabilen bir evliyaydı o.

Soy ismi de “İmamoğlu”...

Daha ne olsun?!

Bu mübarek şehre mübarek bir şehremini…

Ne olduysa seçimden sonra oldu; İmamoğlu’nun ayarı bozuldu, ne bileyim, belki de fabrika ayarlarına dönmüştür yeniden.

Hani soy ismi “Müdafa” olan günlerine…

Sonuçta her şey aslına rücû ediyor.

***

Önce İBB TV’nin minareli klasikleşmiş amblemini değiştirdi. Eski logonun yerine ne anlama geldiğini anlayamadığımız gökkuşağı renklerinde bir şeyler dalgalanıyor ekranın köşesinde.

Elbet bir anlamı vardır bu dalgalanan şeyin. Ya da LGBT’liler daha iyi anlarlar. Sorup öğrenmek lâzım.

Belki kendileri belediye çalışanlarına zorunlu LGBT eğitimi verirken anlatmışlardır. Eğitim şart!

Yahut ne bileyim, İl Başkanı Kaftancıoğlu, LGBT yürüyüşlerinde bu renklerden etkilenmiş de olabilir.

***

Sonra imamın oğlunu, duaların Türkçe okunduğu ve kadın semazenlerin döndüğü Şeb-i Aruz töreninin organizasyonunda gördük.

İBB, düzenlediği bu “alternatif” Şeb-i Aruz törenini kına gecesine çevirmişti gözlerimizin içine baka baka. 800 yıldır Şeb-i Aruz töreni böyle zulüm görmemişti.

***

İstanbul Kovid-19 salgını ile mücadele verirken ve vatandaşlar sefer sayıları azaltılmış otobüslerde, metrolarda, metrobüslerde omuz omuza, burun buruna işlerine gidip gelirken Ekrem Başkan camilerin kapatılması için Diyanet’e çağrıda bulunmuştu.

Vatandaşlar camilerde salgını yaymaktalarmış.

Tabiî Ekrem Başkan en son camiye seçim öncesinde Yasin-i Şerif okumak için gittiğinden, cami içinde cemaatin aralarında iki metre mesafe bırakarak, kendi seccadelerini götürerek ve maskeyle namaz kıldıklarını bilmiyor tabiî.

Durum böyle olunca da endişe duyuyor cami cemaati için. Hassas adam sonuçta.

***

Bir ara da İmamoğlu’nu Fatih Sultan Mehmed Han’ın türbesini ziyaret ederken gördük. Sonuçta Başkan bu şehirde başkanlık yapabiliyorsa, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethetmiş olmasına borçlu bunu.

Arada bir oralarda görünüp hürmetini göstermesi lâzım.

Ancak bu ziyarette zabıta denetler gibi elleri arkasında bağlıydı Ekrem Başkan’ın. Sıradan bir vatandaşının cenazesi önünde bile hürmeten eller önde bağlanır. Ancak Başkan’dan her şeyi bilmesini beklemek de fazla olur kanaatindeyim.

Bu kadar kusur Sera Kadıgil’de de olur. Hani sabah sabah kulağına ezan okuyan hocayı kesmeye niyet eden Sera...

***

Duyduk ki, şimdi de İstanbul Kart üzerinde bulunan cami siluetlerini kaldırmış bizimkisi. İstanbul Kartlar şimdi dört renk. Yakında yanına üç renk daha ekler ve yine gökkuşağı renklerini elde ederler.

Yılların İstanbul Kart’ı üzerindeki, artık klasik olmuş, şehrin simgesi hâline dönüşmüş minare silueti bir Müslüman evlâdını neden rahatsız eder ki?

Ama hakkını teslim edelim. İstanbul Kart’a maaşı alınca önden yükleme yapacakmışız, kartımızı sadece seyahatlerimizde değil, kredi kartı gibi alışverişlerimizde de kullanabilecekmişiz.

Bankaları şimdi aldı mı bir telâş? Yüzyılın bu dâhiyane buluşunu ajans ne pazarlar ama! Üfff, izleyin görün!

***

Geçen sene bu vakitler, İmamoğlu’nu, Ayasofya Camiî hakkında Yunan basınına açıklama yaparken izlemiştik. Ayasofya için “Açılmasına gerek yok” şeklinde beyanat vermişti de komşi’nin eti yağı erimişti, “İşte aradığımız başkan!” demişlerdi.

Zaten Ekrem Başkan, Ayasofya Camiî’nin açılışına da gelmemişti. Önce bir aralık “Davet edilmedim” filan diye gevelemiş olsa da davet edilmiş olduğu çıkmıştı ortaya.

Davet edilmese bile ezan yeterli değil miydi ki gelmesine? En azından Muharrem İnce gibi bir köşede kılabilirdi o ilk namazı. Ama o vakit de “dostları” üzülürdü, olabilemezdi.

***

Ambalaj ne olursa olsun, önünde sonunda paket açılır ve içindekiler ortaya çıkar.

İki yılda ortada o cafcaflı paketten eser kalmadı. Mal meydanda. Zihniyet ortada.

Bunlara kalırsa, bırakın Ayasofya’yı kapatmayı, karşısındaki Sultan Ahmet Camiî’ni bile müzeye çevirirler. Sonuçta “bunlar dünya mirasına mâl olmuş şeyler”.

***

Şehreminiden, kendisine emanet edilen şehre yani emanete sahip çıkması beklenir.

Lâkin şehirde bir sıkıntı olunca kendisi ya Marmaris’te, ya Palandöken’de, ya Hacı Bektaş Veli’de, ya Malatya’da fink atıyor.

İnsan çalışmasa da yoruluyor. Hatta kimilerini çalışmamak daha fazla yoruyor. Ekrem Başkan da onlardan işte. Sık sık dinlenmeye ihtiyaç duyuyor bünye hassas olunca. Zaten ona tatil de yakışıyor. Bagajda mayosu, güneş kremi ve kayak takımı hazır her an.

Denizleri müsilaj sarmış, Küçükçekmece gölünde balıklar, martılar ölüyormuş, derelerden katran akıyormuş, Haliç’ten yine kötü kokular gelmeye başlamış… Ne gam!

Ajans çalışıyor, ağaçlar Başkan’ı alkışlıyor ya, kâfi.

Sonuçta “İstanbul nimet nimet”.

Kalınız sağlıcakla efendim…