
EPEYDİR yoğun kış şartlarının yanında genelde ülkemizde,
özelde İstanbul’da yaşayan ahalinin şehir yönetiminin baş sorumlusu Büyükşehir
Belediye Başkanı yüzünden yaşadığı menfi durumlar ve olanlardan bîhaber Başkan zâtın
hâl-i pürmelâli konuşuluyor.
Cümlenin şahit olduğu, başta İstanbul olmak üzere belli
bir hizbin ellerindeki şehirlerde “belediyecilik” hizmetleri, o beldede yaşayanlara
maddî ve manevî eziyet veriyor. Doğrusu, fazla şaşırmadım. Alışılageldiği üzere,
o hizbin cemaziyelevvelini bildiğimizden dolayı, yine zeytinyağı misâli su
yüzüne çıktılar. Meşhur “algı” kabiliyetlerini kullanıp, amiyane tabirle
pişkinlik gösterip, keşmekeş olmuş beldeleri ve aleni hâllerini örtbas ederek,
bir şey olmamış gibi suçu üstlerinden atıp (!) kabahati karşılarındakilerde bildiler.
Atalar tabiri ile “hem kel, hem fodullar”…
Beşerî toplumlarda mesuliyet mâkâmındaki her
âdeme/sorumluya, sorumluluğunu hatırlatan kaideler bütünü ve o yerin idare
mekanizmasının işleyişi ile alâkalı görevliler mevcuttur. Devlet, şehir, köy ve
aile birer kurumdur. Bu kurumlardaki organizmayı yönetenler; gerek fertler,
gerekse kurumlar arasında tesanüdü sağlayan birinci derecede liderler veya başlar/başkanlardır.
Bu sorumluluk/yetki mâkâmındaki zevattan adaletle hareket etmesi, adil olması,
her türlü meşakkati göğüslemesi beklenir.
Devlet, şehir, köy gibi kurumların yönetiminden mesul liderlere
yol gösteren irşadî düstur, kimi uzun bir zaman diliminde meydana gelen töre, ancak
genellikle semavî dinler veya beşerî inançlar bütünüdür.
Kur’ân’da bize hidayet ve rahmet kapısı olan mesuliyetle
alâkalı birçok ayetten sadece biri dahi meramımızı arz etmiş olacaktır: “Sen (tevhide) davet et. Emrolunduğun gibi
dosdoğru ol. Onların hevalarına/arzularına uyma. Ve de ki, ‘Ben, Allah’ın
indirdiği tüm kitaplara iman ettim. Sizin aranızda adaletle (hükmetmekle)
emrolundum. Allah, Bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz
bize, sizin amelleriniz size aittir. Bizimle sizin aranızda hüccet (karşılıklı
delil getirip tartışmak) yoktur. (Çünkü hak, apaçık ortadadır.) Allah hepimizi
bir araya toplayacaktır. Dönüş O’nadır.” (Şura, 15)
Müslüman milletimizin her türlü ihtiyacını
karşılayacak, görev alan zevata mesuliyeti hatırlatan serlevha düstur, Hazreti Muhammed’in
(sav) gül bahçesindeki bir hadîsi de yolumuza ışık tutmaktadır: (İbni Ömer, “Resûlullah’ı
şöyle buyururken dinledim:) ‘Hepiniz çobansınız,
hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve
sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur.
Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr,
efendisinin malının çobanıdır, o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle
hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.’”
Tarihin serencamını özetlemiş layihalar da devlet
adamlarının, yetkili mâkâmlardaki diğer âli zevatın işinin ehli olması, deruhte-i
mesuliyet sahibi olması şarttır. Bu konuda romanlara, tarihî vakalara şahit
olunmuştur. Günümüzde en çok şikâyete konu olan hususların başında, işin ehline
verilmediği, adam sendecilik, adam kayırma, partizanlık, eş dost gözetilmesi
gibi gayr-ı ahlâkî hâller gelmektedir. Baş tacımız Kur’ân ve Hazreti Muhammed
(sav), biz mümin kullara, işin ehli yani lâyık olana verilmesini emrediyor.
Görev yerlerinin emanet olduğu, bu emanetlere riayet edilmesi, uyulması
emrediliyor.
Kur’ân’da mealen buyuruluyor ki, “Allah size, mutlaka
emanetleri (işleri) ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz
zaman adaletle davranmanızı emreder” (Nisa, 58).
Bu ayetin emanet ve adalete riayet emri ebedî ve genel
bir düstur olmakla beraber, güzel bir nüzul sebebi de vardır. Hazreti Peygamber
(sav), Mekke’yi fethedince, Kâbe’ye bakan Osman Bin Talha kapıyı kilitlemiş, Kâbe’nin
üzerine çıkmış ve anahtarı vermeyi reddederek, “Senin peygamber olduğunu
bilseydim onu verirdim” demişti. Hazreti Ali, anahtarı ondan zorla ondan almış ve
kapıyı açmıştı. Hazreti Peygamber içeri girerek iki rekât namaz kıldı ve
çıkınca amcası Abbas, anahtarın ve şerefli bir görev olan bakıcılığın kendisine
verilmesini istedi. İşte bu münasebetle ayet nazil oldu. Efendimiz, Hazreti Ali’ye
anahtarı eski vazifeliye vermesini ve ondan özür dilemesini emretti. Bu olay
Osman Bin Talha’nın da Müslüman olmasına sebep teşkil etmişti.
***
“Biz emaneti (dinin emir ve yasaklarını) göklere, yere
ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan)
korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab, 72)
“Müminler övülürken, emanetlerine (dinin emir ve
yasaklarına) riayet ederler ve verdikleri sözleri yerine getirirler.” (Müminun,
8)
Müminlerin “bir işi yaparken de aralarında istişare
ettikleri, birbirlerine danışarak yaptıkları” bildiriliyor (Şura, 38).
Yine hadîs-i şeriflerde, “İş ehli olmayana (lâyık
olmayana) tevdi edildiği [verildiği] zaman kıyameti bekle!” diye buyuruluyor.
“Emanete riayet edilmezse, zekât zorla verilirse, ilim
dine hizmet için değil de para ve mâkâm için öğrenilirse, kişi hanımının meşru
olmayan arzusunu yapmaya çalışırsa, ana babasına isyan ederse, fâsık ve ehil
olmayanlar iş başına getirilirse, kötülüğünden korkup zalime hürmet edilirse,
gayrımeşru ilişkiler, çalgılı içkili yerler çoğalırsa, yeni nesil önceki
âlimleri kötülerse, o zaman çeşitli belâya maruz kalırlar.” (Bezzar)
Yazımıza başlık olan İstanbul şehrinin şahs-i manevîsinde
diğer beldelerde de “el-emin” sıfatına yakışmayan, bu mesuliyetten bîhaber, bu
yükü taşıyamayan, verilen vazifeyi suiistimal eden, yalan ve algı metotları ile
hakikati tersyüz eden görevlilerin hâl-i pürmelâlini “Bekri Mustafalar” ismini
verdiğimiz örnekle açıklayalım…
Bekri Mustafa, yoksul bir mahallede, Küçük Ayasofya
Camiî’nin önünden geçmektedir. O sırada musallada bir tabut vardır fakat namazı
kıldıracak imam ortalarda yoktur. Cemaatin beklemekten canı sıkılır ve başında
kavuğu, sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’ya, onu hoca zannederek
namazı kıldırmasını söylerler. “Yok, ben hoca değilim” dese de dinlemezler ve
zorla öne geçirirler.
Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun
örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar. Cemaat, onun ölüye ne
söylediğini merak eder. Bekri Mustafa gülerek cevaplar: “Sen şimdi aramızdan
ayrılıp ahirete gidiyorsun. Eğer orada bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa, ‘Bekri
Mustafa Ayasofya’ya imam oldu’ de, onlar dünyanın ahvalinin ne olduğunu
anlarlar.”
Bir işe diplomalı veya unvanlı kimse değil, o işi
hakkı ile yapabilen kimseler getirilmelidir. Adam kayırmak, adama göre iş
vermek uygun değildir. Her zaman işe göre adam seçmelidir. O eleman o işe
lâyıksa o iş ona verilmeli, lâyık değilse lâyık olanını aramalıdır.
Devlet, şehir, kasaba, köy veya aileyi yöneten kişi,
Allah’ın verdiği nimeti hak bilip Hazreti Muhammed’in (sav) gül bahçesi sözlerinden
ibret ve ders almalıdır. Vesselâm…
***
Mübârek üç ayların başlangıcı ve ilk Cum’a sında idrak edeceğimiz mübârek Regaip Kandilinizi tebrik eder, iki cihan saadeti dilerim.