Şehirleri köylüler mi istilâ etti?

Bir nesil önce şehre göç etmiş, kısa zamanda para kazanmış ve bir üst gelir grubunun oturduğu semtlere taşınmış göçmenlerin hayat tarzı, eğlence biçimleri ve nezaketsizlikleri, halk arasındaki tâbir ile “sonradan görmelikleri”, şehirlerimizin köyleştiğinin alâmet-i fârikasıdır.

CUMHURİYET döneminin en önemli projesi, Anadolu halkını Batılı anlamda modernleştirmekti. Bunu yapabilmenin en kestirme yolu da kırsalda yani köylerde dağınık hâlde yaşayan halkı şehir merkezlerinde toplamaktı.

Şehirlerde toplanan halka kolayca ulaşılacak, kalabalıklar arasında -moda tâbir ile söyleyecek olursak- “mahalle baskısı”ndan kurtulan bireyler[i] kolayca modernleştirileceklerdi. Bu proje, büyük bir iştiyakla uygulandı.

Gerçekten de genç Türkiye Cumhuriyeti’nde uygulanan politikalar sayesinde köyler hızla boşaldı. Başta İstanbul olmak üzere şehirlerimiz büyük bir göç dalgası ile köylüler tarafından istilâ edildi. Artık ülkemizde nüfusun büyük bir çoğunluğu şehirlerde, hattâ metropol şehirlerde yaşıyor. Bugün itibariyle bu oran resmî rakamlara göre yüzde 78’dir.

Şehir, uzun yıllar süren tabiî bir gelişim sonunda ortaya çıkan yerleşim mekânıdır. Şehirler iktisâdî, sınai, ticârî, içtimâî, harsî (kültürel) ve siyâsî bakımdan köyden çok farklı bir hayatın sürdürüldüğü mekânlardır. Sözünü ettiğimiz ilişki biçimleri şehirlerde kendine has bir anlayışın ortaya çıkmasına neden olur. Şehirlilik, göçebelik ile köylülüğe kıyaslandığında daha medenî bir hayat tarzıdır. Şehirde yetişen fertler, burada bulunan ortak kültürün etkisiyle daha naif ve daha zarif bir kişilik kazanırlar. Şehir hayatının zorunlu netîcesi olarak ortaya çıkan edebiyat, sanat, mûsikî ve mimari gibi değerler insanları farklı bir kişiliğe doğru evirir. Bu kişilik kaba, ve bedevi bir hayata izin vermez.

Ancak köylerden şehirlere doğru başlatılan göç dalgası ile birlikte hesapta olmayan bir durum ortaya çıktı. Kitleler hâlinde şehre göçen köylüler, beraberlerinde köylülüklerini de şehre taşıdılar.[ii] Bu durum şehirlerde bulunan insicamı (uyumu) bozdu. Şehirli hayatı ve ahlâkı, yerini ne köylü, ne de şehirli denebilecek bir hayat ve ahlâka bıraktı.

Kastettiğim şeyin tam olarak anlaşılabilmesi için, Cumhuriyet öncesi İstanbul’da yaşayan zarif insanlar ile şimdilerde yaşayanların karşılaştırılması yeterlidir. Maalesef artık “İstanbullu” deyince eskilerin “İstanbul beyefendisi” ve “Osmanlı kadını” dedikleri tipler anlaşılmıyor. Herkesin saygı duyup hürmet gösterdiği veya girdiği bir yerde hürmet ile karşılanan şehirli fertler yok artık. 

Şunu hemen ifade etmek isterim ki, bazıları modaya uygun giyinmeyi, anamın tâbiriyle “dil kırmayı” ve zengin semtlerde oturmayı şehirlilik zannedebilir. Halk arasında “sosyete” olarak isimlendirilen “sonradan görme” insanların şehirde sürdürdükleri yozlaşmış hayatın şehirlilik ile bir ilgisinin bulunmadığını hassaten belirtmek isterim.

Benim “köylülük” dediğim durum, aydınlarımız tarafından “modern ve kentli” diye isimlendirilen hayat tarzının ta kendisidir. Yani kendini şehirli zanneden, hattâ buna “kentlilik” diyen zevatın hayat tarzı, bizâtihi köylülüktür. Çünkü onların tercih ettikleri “kent” kelimesi bile eski Türkçede “köy” anlamına gelmektedir ve onlar bunu bilmeyecek kadar köylüdürler.  

Bir nesil önce şehre göç etmiş, kısa zamanda para kazanmış ve bir üst gelir grubunun oturduğu semtlere taşınmış göçmenlerin hayat tarzı, eğlence biçimleri ve nezaketsizlikleri, halk arasındaki tâbir ile “sonradan görmelikleri”, şehirlerimizin köyleştiğinin alâmet-i fârikasıdır.

Argo ve küfür rekortmeni “Recep İvedik” filminin altıncısının çevrilmesi ve serinin hâsılat rekorları kırması, sözünü ettiğimiz durumu ifade etmesi bakımından iyi bir örnektir. Benim memleketim olan Havza halkının diliyle söyleyecek olursak, tam bir “dağlı” tiplemesi olan Recep İvedik, gençler arasında -yine köylüleşmiş şehirlilerin diliyle söyleyecek olursak- “rol model” (ne demekse) olarak karşılık buluyor.

Halkın modernleştirilmesi maksadıyla şehirlere göçe zorlanması, köyden koparak yeniden göçebe bir hayata kapı aralanmasına neden olmuş ve şehirlerimizde bir çeşit “bedevilik” hayat bulmuştur. Bu yüzden nüfusunun en az üçte ikisi göçebe insanlardan müteşekkil olan şehirlerimizin bir çeşit “beton-çadır kent”e dönüşmeleri normaldir.

Şimdi başta belediyeler olmak üzere tüm kurumlara, şehirlere göç etmiş olan insanların şehirlileştirilmesine katkıda bulunmak görevi düşmektedir. Elbirliği ile “şehirli insan”ı yeniden yetiştirmeliyiz.

 


[i] Her ne kadar biz “birey” kelimesinden hazzetmesek ve onun yerine “fert” kelimesini tercih etsek de onların kullandığı kelimeyi burada kullanmayı uygun gördük.

[ii] Yanlış anlaşılmasın, ben de çocukken köyden şehre göçen ve bunu hâlâ hâfızasında diri tutan biri olarak söylüyorum. Ayrıca geçmişin köylüleri, bugünün şehirlilerinden daha medenîydiler.