Şehirler, terk edip gidenleri asla unutmaz!

Her ne kadar teknolojiden yararlansak da, bunu ruhlarımızı hapsetmeden, uyuşturmadan, öldürmeden nasıl estetiğe dökeceğimizin ve bunlara baktıkça hayatın, şehrin yoğunluğundaki koşuşturmalarımızdan oluşan stresimizi nasıl atacağımızın çabası içinde olmalıyız. Bir gün o şehri terk edip gittiğimizde, şehrin bizi asla unutmayacağını hatırlayalım. Çünkü o, zamanı geldiğinde kendisini bize hatırlatacak!

“ŞEHİRLER geçiyor içimden/ Kim bilir kime oldu mesken/ Geçit vermese de yollar/ Sırf sen varsın diyerek/ Dönüp duruyorum köşelerden/ Görür müsün, bilmem…”
Bazı şehirler vardır, sizi kendisine çağırır. Öyle bir çağırır, size öyle bir ileti gönderir ki bu çağrıya duyarsız kalamazsınız. Ne yapıp edip, bir yolunu bulup, hipnotize olmuş gibi bu çağrıya uyar, bir de bakarsınız, o şehrin yollarında bulursunuz kendinizi.
Çocukluğunuzdan beri yaşadığınız yerden başka duyduğunuz, bildiğiniz şehirlere gitmek arzusu oluşur. "Bir gün bu şehirlere gideceğim" ya da "Bu şehirde mutlaka ben de yaşayacağım" diye hayâller kurduğunuz olmuştur. "O şehir bizi neden çağırır?", "Neden o şehirlere gitmek isteriz?" diye bir sorgulama başlatabiliriz. Bunun sebeplerini belki arar, belki de aramayız, kim bilir? Fısıltılarla kulağımıza kendi sırrını üflüyordur, kim bilir?
Benim de görmek istediğim, hayran olduğum, doğasına, kültürüne, maneviyatına, dokusuna, kokusuna dokunmak istediğim şehirler var. Her ne kadar hepsine gidemesem de beni çağırdığını hissettiğim, sokaklarına, evlerine, tarihine şahit olmamı isteyen şehirler... Kendi doğallığında bulunduğum, doğduğum, yaşadığım, uğradığım şehirler… Doğduğum Samsun, çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği, benim için şehr-i yâr olan İstanbul, evlenip yerleştiğim Antalya, kökenimin bulunduğu Bayburt, bazı vesilelerle yine de beni çağırdığını düşündüğüm Eskişehir, Trabzon, Manisa, Aydın ve Ankara, birdenbire kalkıp "Haydi Mevlâna bizi çağırıyor!" diyerek seyirttiğim Konya… Hepsinden bir şeyler öğrendim, hepsi bana, benim anlayacağım sırları fısıldadı, kendilerinden bir şeyler katarak beni kendilerine bağladılar. Hepsi de geri dönerken, "Yine gel!" diyerek uğurladılar. Biliyorum ki bana daha çok verecekleri, gösterecekleri, anlatacakları ve kulağıma fısıldayacakları sırları var. 
Bir de gerçekten gidip görmek istediğim Mekke, Medine, Kudüs, Buhara, Saraybosna, Mostar ve Semerkand gibi şehirler var. Doğudan, batıdan, kuzeyden ve güneyden seslenen şehirler… Bunları yaşamım boyunca gidip görmek, havalarını teneffüs etmek, tarihlerinin içinde kaybolmak, topraklarına dokunmak, belki de kimsenin bilmediği, görmediği yerlerini görmek, bildirmek istercesine, sırlarına vâkıf olmam için açacakları hazineleri, maneviyatlarından nasibimi verecekleri gizleri öğrenmek muradım. Nasip olur mu, bilmem…
"Gel, gör beni!", "Gel, gez sokaklarımı", "Bak, bende neler var, kimler var bu şehirde", "Kimler geldi, kimler geçti bu şehirden", "Hangi savaşlardan çıktım da yine yıkılmadım, bak! Yine ayakta kaldım", "Ne medeniyetler kuruldu, ne imparatorluklar, ne krallıklar yıkıldı, talan oldu, ama ben güçlü bir şehirdim, yine var oldum, senin için! Yıkıp yakmana, kırıp dökmene, beni yok etmene katlansam da, sırf sana rağmen, yine senin için kuruldum, senin sayende kuruldum ey insan!" diyen şehirler çağırıyor bizleri kulaklarımıza fısıldadıkları sihirli sözlerle. Bu şehirleri biz kurduk, biz yıktık, biz yücelttik, biz inşâ ettik, biz mağrur ettik, süsledik, bezedik, eserlerle donattık her çağda.
Medeniyetin şekillendirdiği, kültürün, sanatın birbiri içinde olduğu, birbiriyle sarmalandığı, mimarisi, dokusu, kokusu, geçmişten gelen izleri ile şehirler, toplumun bilinçaltı oldu.
Şayet bunlara sahip çıkmazsak ne şehri koruyabiliriz, ne kültürünü, ne sanatını, ne de o şehre ait insan hafızasını. İnsan ve şehir, birbirinden ayrılmaz; ikisi bir bütündür, birbiriyle anlam kazanır. Ayrıca kendisini terk edip giden insanı, şehir asla unutmaz! Zamanın bir yerinde, mutlaka insana kendini hatırlatır şehirler. Yaşayan, nefes alan insanlar gibi şehirlerin de yaşadığını, nefes aldığını düşünürüm. Sokaklarıyla, caddeleriyle, binaları ve bahçeleriyle, taşı toprağıyla şehri oluşturan her ne varsa, bir bütün olarak zamanı işleterek nefes alır. Çünkü şehir, geçmişten günümüze gelene kadar kendini sürekli yeniler, genişler, büyür. Yapılarıyla, eserleriyle ve insanlarla birlikte…
Medeniyetin kurulduğu yerler şehirler olmuştur. Şehirler de medenî insanlardan oluşur. Kültürünü, sanatını, şiirini, tiyatrosunu, sinemasını, mimarisini, estetiğini özgürce geliştirdiği, yeteneklerini sergilediği mekânlar şehirlerdir. Bu da bir bilincin oluşmasını sağlar, toplulukların bir arada, özgürce kendilerini ifade edebilme fırsatı doğurur.
Modern olmakla medenî olmak, farklı şeylerdir. Teknolojinin gelişmesiyle birçok şeye ulaşma, birçok şeyi elde etme, zamanı iyi değerlendirme gibi vasıflarla donatılan insan, modern görünümüyle çağın gerektirdiği kolaylığı elde edebilir. Son model arabalar, şık kıyafetler, akıllı telefonlar, akıllı binalar insanı modern gösterebilir. Fakat bunlarla donatılmış olan insana “medenî” demek, eksik bir tanımlama olur. Medenî olmak, kültürü, sanatı, tarihî zenginliği ile topluma yön veren, toplumu geliştiren, kültürel aktiviteler içinde olan ve bunları koruyarak gelişmesine, uygulamasına fırsat veren insanın insanlığını ortaya koyması demektir. Bu da şehirli olmanın verdiği birikimlerle kendisini bu şekilde yaşadığını tanımlar.
İnsan, doğada yaşadığı serbestliği, özgürlüğü şehirde yaşayamaz. Doğanın kendine özgü ve kendi doğallığında oluşan kuralları vardır. O kurallara göre doğada yaşamını sürdürebilirsin. Şehirde yaşamak ise, genel geçer olmayan veya kendi doğallığıyla kurulan kurallar işlemez. Toplumun her kesimini ilgilendiren ve uyum içinde yaşamak için insanların şartlara uygun olarak koydukları kurallara riayet etmek zorunludur. Bu da medeniyetin getirdiği bir tasarruftur.
Ali Şeriati, "Medeniyet ve Modernizm" adlı kitabında yazdığı alıntıda şunları belirtir: "Kültür, bir ulusun tarihi boyunca biriktirip kendine özgü bir şekil verdiği zihnî, manevî, sanatsal, tarihî, edebî, dinî ve duygusal birikimlerinin semboller, işaretler, gelenekler, âdet, sosyal yaşantı ve anıtlar şeklinde ortaya çıkmasıdır. Bu birikimler, o ulusun acılarını, itilimlerini, karakterlerini, sosyal özelliklerini, hayat tarzını, sosyal ilişkilerini ve ekonomik yapısını simgeler. Ben kendi dinimi, edebiyatımı, duygu, ihtiyaç ve acılarımı, kendi kültürüm yoluyla duyduğum zaman kuşkusuz kendi benliği duyuyorum (kişisel benliğim değil); sosyal ve tarihî benliği veya bir kültürün doğduğu kaynağı… Bu nedenle kültür, toplumun gerçek varlığının göstergesi ve en üst yapısı, kısaca toplumun tüm tarihidir."
Şehrin ortaya çıkmasını sağlayan düşünce, medeniyetin içinden doğan ihtiyaçlara da karşılık olacak düşüncedir. Bunu plânlayansa, insanın o anki şartlarına uygun olan düşüncedir. Zamanın değişimiyle geçmişten günümüze kadar gelen süreç içinde kurulan şehirlerin cadde, sokak ve binaları da gelişme göstermektedir. Fakat birçoğunun teknolojiye kurban gitmesi kaçınılmaz oluyor. Bu da şehrin dokusunun değişmesine, geçmişten gelen tarihin yok olması gibi tehlikelerin de ortaya çıkmasına neden oluyor. Kimi yerlere bakıyoruz, sanattan, estetikten nasip almamış, modernitenin ortaya koyduğu tatsız tuzsuz ve ruhsuz, göze hitap etmeyen taş yığınlarıyla karşılaşıyoruz. İnsanın ruhunu sıkan, hasta eden, varoluş sebebini unutan, robot görünümlü yaşamlara sebebiyet veren bir insanlar topluluğunun oluşturduğu şehirlere sahip olmaya başladık.
Bugün yapılan şehirleşme plânlarında bir ruh göremiyorum. Binaya, sokağa, caddeye yerleştirilen bir taşın bile ruhu olmalı. Bunu öyle bir duygu ve düşünceyle, estetik yönünü öne çıkaran tarzda yerleştirmeli ki insan, taşların, binaların, kaldırımların, yolların nefes aldığını hissetsin.
Her ne kadar çağın içinde teknolojiden yararlansak da, bunu ruhlarımızı hapsetmeden, uyuşturmadan, öldürmeden nasıl estetiğe dökeceğimizin ve bunlara baktıkça hayatın, şehrin yoğunluğundaki koşuşturmalarımızdan oluşan stresimizi nasıl atacağımızın çabası içinde olmalıyız.
İnsanın şehre katkısı olduğu kadar, şehrin de insan katkısı var.
Bir gün o şehri terk edip gittiğimizde, şehrin bizi asla unutmayacağını hatırlayalım. Çünkü o, zamanı geldiğinde kendisini bize hatırlatacak!