Şehirler, sokaklar ve güvenlik problemleri

Sicili kirlenmiş birçok kişinin sokaklarda dolaşması, insanların husumetlileriyle meydanlarda silahla çatışması, eski sevgilisini ya da boşanmış eşini sokak ortasında vahşice öldürmesi Türkiye’de göreceğimiz manzaralardan. Bu da adli ve adi cinayetlerin ne kadar kolay işlenebileceğini gösteriyor. Sebebi cezaların caydırıcı gücünün olmamasından kaynaklanıyor…

BİR araştırma programı kapsamında bir süre önce Londra’ya geldim. Bir müddet daha burada kalacağım. Buraya geldiğimden beri araştırma konusu ile beraber ilgimi çeken birçok konuyla alakalı gözlem yapmaya çalışıyorum. Şehrin görünmeyen yüzünü anlamak adına flanörlük yaparak “Arka Sokak” metodolojisiyle gerçekliğin görünmeyen yüzüne ulaşmaya çalışıyorum. 

Londra, küresel dünyayı anlamak ve Batı medeniyetini yorumlamak adına önemli merkezlerden bir yer. Avrupa’dan ve Amerika’dan ayrılan yönleri de var. İlaveten Londra’nın arka sokakları size üzerinde kafa yoracak bir sürü malzeme veriyor. Bunlara dair gözlem, veri toplama ve raporlama çalışmalarımız devam edecek. Bu yazıda, modern şehirlerde en önemli sorun hâline gelen sokak güvenliği meselesine dikkat çekmeye çalışacağız. Londra’yı bu yazıda bütün dünyada metropol şehirlerin bir temsili olarak düşünebiliriz. 

Şehir hayatı, tahmin edeceğiniz üzere kalabalıkların içine geçmiş yalnızlıklarla dolu. Hele Londra gibi bireyciliğin numunesi olan yerlerde herkes kendi derdinde ve telaşında. Yanı başındaki sevinç de hüzün de şehir insanını pek ilgilendirmiyor. Kalabalıklar içinde sokak ortasında yaralansanız, yardıma muhtaç hâle gelseniz hatta ölseniz bile kimsenin umurunda olmaz. Hiç kimse rutinini bozmaz. Çünkü şehir insanının size ayıracak ne zamanı vardır ne de yeteneği; birisine yardım etmekle geçecek 10 dakikalık zaman modern insanın rutinini bozar, işlerini aksatır, psikolojisini allak bullak eder. İlaveten, kendisiyle ilgisi olmayan bir meseleye bulaşmış olur ve kendisi de bundan zarar görür. Anlayacağınız, maliyeti yüksek bir uğraş olacaktır. 

Geleneksel mahallelerde, kırsal alanlarda bir suç işlendiğinde bütün sakinler olaya müdahale ederler. Bu çok önemli bir caydırıcı güçtür. Şehirlerde ise suça sadece polis müdahale etmelidir. Hiç kimse başını belaya sokmak istemez, “Bana ne!” der, geçer gider. Bu durum sokakları güvensiz hâle getirir. Çünkü sokak çetelerinin üzerindeki toplumsal baskı kalkmıştır. Gasp, hırsızlık, kapkaç, taciz, tecavüz, cinayet gibi adli ve asayiş suçları için sokaklar serseriler için zengin fırsatlar sunar. Onlar için tek korku kamera, polis, kanun ve cezalardır.

Londra’da birkaç olaya şahitlik ettim. Birinde şehir içi ulaşım için bindiğim otobüste siyahi bir kadınla beyaz bir adam sözlü kavga ediyorlardı. Mesele siyah-beyaz tartışmasına döndü. Konuşmalarda hakaretler ve küfürlü sataşmalar da vardı, fiziksel kavgaya dönüşmeye ramak vardı. Otobüsteki herkes hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu. Otobüste modern dünyanın soğuk ilgisizliği ve sessizliği hâkimdi. Her tarafta kameralar olmasına rağmen otobüs şoförü de hiçbir tepki vermiyordu. Sokaktaki dilencilere, evsizlere, madde bağımlılarına, nara atanlara, ortalık yerlere uzanıp yatanlara da insanlar ilgi göstermiyordu.

Yine bir akşam (22:00 suları) trenle dönerken arka vagonlardan birisine binmiştim. İki genç (yerli ve göçmen değil) ellerinde alkol şişeleriyle önce kapıya kısıldılar, kapılar sonra açıldı, bunlara etrafa rahatsızlık verecek şekilde gürültülü bir şekilde trene bindiler. İki kişiden birisi benim yanıma oturdu, kolumu tutarak içeriye nasıl girdiklerini anlattı. Ben de gülerek mukabelede bulundum. Şişeleri bir taraftan kafalarına dikerken bağıra çağıra konuşmaya başladılar. Bazen şarkı söylüyorlar, bazen sağa sola laf atıyorlar. Kafaları yerinde değildi. Ben de çok tedirgin oldum. Londra’da ilk günlerimdi, nerede nasıl davranılacağını da pek bilmiyordum. Diğer insanlara baktım, bulaştıkları insanlar hariç herkes onları görmezden geliyordu. Ben bir iki durak sonra yerime gelmiş gibi trenden indim. Arkadan gelen başka bir trene tekrar binmek zorunda kaldım. Sonrasında neler oldu bilmiyorum ama kendinden geçmiş bu iki kişinin güvenlik sorunu çıkarma potansiyeli hayli yüksekti. Bunu başkalarına anlattığımda geç saatlerde demiryollarının, özellikle arka vagonların tehlikesine dair bilgiler verdiler. 

Londra’nın suç istatistiğine baktığımızda kapkaç ve hırsızlık olaylarının da yaygın olduğuna dair bilgiler okudum. Sokaklara park edilmiş arabalarda direksiyon kilitleri görüyoruz. Bu da insanların aldığı tedbirlerden bazıları. Bir de yabancı olmak eklenince bende güvensiz bir şehir algısı oluştu. Tabii ki koskoca Londra’yı bu minval üzerinden değerlendirmek haksızlık olur. Londra’nın sistem, altyapı ve şehir planlaması açısından örnek gösterilecek önemli özellikleri de var. Ama sokaklar ve suçlar açısından analize değer bir tarafı da var. 

Tam bu süreçte Amerika’da Iryna Zarutska isimli Ukraynalı bir kadının trende arka koltukta oturan bir serseri tarafından bıçaklanarak öldürülmesi hadisesi yaşandı. Orada da cinayete şahit olan insanların ilgisizliğini, acı içinde kıvranan bir insana el uzatmadıklarını yayınlanan videolarda herkes izledi. Bütün bunları, Türkiye’de de son zamanlarda “suça sürüklenmiş çocukların” ya da sokak çetelerinin insanları nasıl rahatsız ettikleri ile birlikte değerlendirdiğimizde küresel anlamda şehirlerde bir sokak güvenliği probleminin günümüz modern hayatının en büyük sorunlarından biri olduğunu iddia edebiliriz.

Sokakları güvenilir hâle getirmek için herkesin aklına farklı farklı öneriler gelebilir. Ancak acil ve çarpıcı önlem olarak devlet otoritesinin kendini hissettirmesi, polisiye tedbirlerin alınması ve cezaların ağırlaştırılması gerekiyor. Bir olay yaşandığında polisin olaya intikal etme süresi, failin tespiti ve yakalanması caydırıcılık anlamında çok kritik. Ayrıca cezaların da suçun ağırlığına göre caydırıcı olması gerekiyor.

Ülkemiz açısından polisin halkın üzerindeki etkisi ve ağırlığı olması gerektiği kadar değil maalesef. Çeşitli medya platformlarında bazı kişilerin polisin direktiflerine uymaması, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye tehdit etmesi, polise saldırması, polisi yok sayması gibi görüntüler bunun göstergesi. Bazı olaylara polisin müdahale etmek istememesi de ayrı bir mesele. Sokak güvenliği açısından polis demek aslında Devlet otoritesi demek. Eğer bu otoriteyi inşâ edemezsek Devlet’i ayakta tutmakta zorlanırız. 

Sicili kirlenmiş birçok kişinin sokaklarda dolaşması, insanların husumetlileriyle meydanlarda silahla çatışması, eski sevgilisini ya da boşanmış eşini sokak ortasında vahşice öldürmesi Türkiye’de göreceğimiz manzaralardan. Bu da adli ve adi cinayetlerin ne kadar kolay işlenebileceğini gösteriyor. Sebebi cezaların caydırıcı gücünün olmamasından kaynaklanıyor. Suçu ispatlanmış kişileri birçok haktan mahrum etmedikçe, işlediği suçun karşılığını gerekirse hayatıyla ödetmedikçe bu tür asayiş problemleri önlenemez.

İşin eğitim ve kültür meselesi ayrı bir boyut ve yüzyıllar sürecek bir çalışma ile mümkün. Ama dünden bugüne yapılacak acil önlemler çok önemli. Şehirlerde insanların can ve mal güvenliği eskisinden daha güvensiz ve insanlar eskisinden maalesef daha savunmasız.

Devletimizin bunun üzerine kafa yorması lazım. Bu konuda ne kadar mesafe katettiğimizi her senenin suç istatistiklerinden anlayabiliriz.