Şehir yaşamı psikolojik hastalıkları tetikliyor mu?

Şehir hayatı ve ruh sağlığı alanında yapılan çalışmalar, birçok psikolojik rahatsızlığın şehirdeki yaşam koşullarıyla doğrudan bir bağlantısı olduğunu gösteriyor.

YAŞAM koşullarının giderek ağırlaşması insan bedenine ciddî stres yükü yüklüyor. Bunun sonucunda insanlar mutsuz ve umutsuzlar. Kiminle konuşsak eşinden, işinden, çocuğundan, yaşadığı hayattan, hatta ve hatta kendinden mutsuz ve umutsuz.

Ruh ve sinir hastalıkları, psikolojik çökkünlük ve depresyon, panik atak moda olmuş durumda. Doktorlar teşhis koyamadıkları hastalığa “Senin sorunun psikolojik! Memleketine git, köyüne git, toprak ile temas et, şehrin karmaşasından biraz olsun uzak dur” diye tavsiyede bulunuyorlar. Güzel diyorlar ama insanoğlunun hiçbir şeye vakti yok. Yemek yemeye bile gidemeyip yakın olmasına rağmen kendi anne babasını bayramdan bayrama ziyaret eden insanlar var. İnsanoğlunun kendisi için kendine iyi gelen, yapsa mutlu olacağı ufak tefek şeylere bile vakti yok. Biz mi zamanı kullanıyoruz, zaman mı bizi, bilinmez.

Şu dünya hayatında vaktimizi nereye, kime, niçin harcadığımız önemli. Önce biz mutlu olmalıyız ki çevremizdeki insanlar da mutlu olsunlar. İnsan kendi kendini tamir edebilmeli; dışarıdan biri gelip bize mutluluk enjekte edecek değil. Mutluluk hayata bakış açımızdır ve bizim içimizdedir. Kimsenin hayatı mükemmel ve tozpembe değil. Mutlu olabilmek için bir şeyleri beklemek yerine yaşamın iyi ve güzel yönlerini görmemiz önemli.

İki kişi bir araya geldiğinde başlanıyor hayatlarındaki olumsuzluklar sıralanmaya. Ardı ardına olumsuz hikâyeler anlatılıyor ve bir yerde birbirlerinin mutsuzluğunu beslemiş oluyorlar.

Terapide danışanlarımıza şöyle soruyorum: “Hayatınızda hiç mi olumlu, güzel bir şey olmadı?”

Durup düşünüyorlar. Beyin olumsuza o kadar odaklanmış ki bardağın dolu tarafını göremiyor: “Gün bitip akşam olduğunda kendinize sorun: “Bugün hayatımda iyi ve güzel olan neler vardı?”

Ve ekliyorum: “Şükredecek beş şey bulun!” 

Örneğin bir çocuğun gülümsemesi sizi mutlu etmiştir, içten verilen bir selâm, aldığınız güzel bir haber, mis gibi tüten bir çiçek... İllâ çok büyük şeyler olmasına gerek yok. Her gün bunu tekrar edin, göreceksiniz ki beyin iyiyi ve güzeli arayıp buluyor.

Yaşanan ortamın insan psikolojisine etkileri oldukça fazladır. Örneğin şehirde, masa başında küçük bir odaya tıkılmış, üzerinde duman bulutları dolaşan, gergin bir iş ortamında çalışan mutsuz insanlar, asık yüzlerin olduğu gün sonunda hem fikren, hem bedenen kendini tükenmiş hisseden insanlar var. Buna karşılık yeşille ve toprakla iç içe yaşayan, hareket eden, üreten, ürettiğinden mutlu olan insanlar var. Doğal yaşayan insanların daha mutlu olduğunu görüyorum. Köy yaşamı, doğal yaşam tarzını benimseyen insanları gözlemlediğim zaman görüyorum ki, sabah ezanı ile gün doğmadan uyanıyor ve sürekli ayakta, dinç. Kendi yumurtası, tereyağı, yaptığı yufka ekmeği ile kahvaltısını yapıyor, yüzünde bir gülümseme ile masasına oturan misafirlerine mutlu bir şekilde, “Hepsi kendi ürünümüz! Sebzemizi, sütümüz, yumurtamız bizim” diye anlatıyor. Tarlalarına, bahçelerine gidip çalışıyorlar ve gün sonunda beden yorgun olsa da zihin yorgun değil, şikâyet az.

Sağlık açısından baktığımızda beden ve ruh sağlığı bir bütündür. Kişi zihnen rahat ve mutluysa bedenen de sağlıklı oluyor. Ama çoğumuzun böyle bir imkânı yok. Hepimiz içinde bulunduğumuz ailede, yaşadığımız şehirde, çalıştığımız işte birçok mecburî ilişki içindeyiz.  Şehir hayatı ve ruh sağlığı alanında yapılan çalışmalar, birçok psikolojik rahatsızlığın şehirdeki yaşam koşullarıyla doğrudan bir bağlantısı olduğunu gösteriyor. Şizoid kişilik bozukluğu veya şizofreni gibi ağır psikotik rahatsızlıkların yanı sıra köy hayatında görülme sıklığı çok daha düşük olan yalnızlık, depresyon, anksiyete bozukluğu ve panik bozukluk gibi psikolojik rahatsızlıkların şehir hayatında daha sık görüldüğünü gösteren pek çok araştırma bulunmaktadır.

Örneğin 2012-2013 yıllarında yapılan bir araştırmada, şehir hayatının şizofreni üzerindeki etkilerine bakılıyor. Gittikçe artan nüfus yoğunluğu nedeniyle şehirde yaşayan kişilerde şizofreni oluşma riskinin kırsal bölgelerde yaşayanlara göre 2,37 kat daha fazla olduğu ortaya çıkıyor. Araştırmacılara göre şehir yaşamının şizofreniyi tetiklemesinin en önemli nedenininse kişilerin şehir yaşamında sosyal olarak izole yaşaması ve kendini bir gruba ait hissetmemesi, sonuç olarak yalnız yaşam sürdürmeye çalışması olduğu öne sürülüyor.

Şehir, gelişen ve değişen dinamik bir yaşam mekânıdır. İnsan yaşadığı çevrenin etkisi altında kalıyor. Şehirlileşme sosyal bir olgu olarak insanları kentin sunduğu davranışları özümsemeye, şehir hayatının getirdiklerini kabul etmeye itmiştir. Şehir yaşamı insanları farklı sosyal gruplara katılımdan dolayı farklı rolleri benimsemeye, kimseye güvenmemeye, olaylara ve kişilere şüphe ile yaklaşmaya, para ekonomisinin değersizleştirdiği yaşam ve doğaldan kopmaya neden olmuştur. Bunun sonucunda “şizoid kişilik bozukluğu” dediğimiz hasta bir ruh hâline sahip insanlar ile çevrili bir ortamda yaşar olduk.

Şehirlerin insanlar üzerindeki psikolojik etkilerinden biri, şizoid karakterin tetiklenmesidir. Peki, nedir şizoid kişilik?

Şizoid kişiliğin belirleyici özelliklerinden biri, sosyal davranışlardaki yoksunluk ve kaçınmadır. Temel olarak baktığımızda, şizoid kişiliğe sahip insanların diğer insanlarla yakın ilişkiler kurmaktan çekinen, toplumsal ilişkilerde geri plânda duran ve toplum içine girmekten çekinen insanlar olduklarını görüyoruz.

Hayat onlar için kendi dünyalarında yaşadıkları anlardan ibarettir. Dış dünyanın onlar üzerinde çekici bir etkisi bulunmamaktadır. Dış dünyaya ilgileri oldukça kısıtlıdır ya da yoktur.

A kümesi kişilik bozukluklarından biri olan şizoid kişilik bozukluğu, erişkinliğin ilk zamanlarında temellerini atan ve çevreye duyarsızlık ile duygusal ilişkilerde duygusal uyaranlara verilen cevabın yetersizliği ile saptanan bir kişilik bozukluğudur. Yakın ilişkiler kurmak istemeyen, toplum içine girmekten kaçınan, duygularını yansıtmadığından soğuk görünen içe dönük kişilerdir. Bu kişilerin yakın aile üyeleri dışında samimi oldukları arkadaşları bulunmaz. Bu kişilik bozukluğundaki kişiler çoğunlukla yalnız kalmayı tercih ederler ve diğer insanlarla bir arada olma arzusunda değildirler. Başka insanlarla beraber olmaktan keyif almazlar. Kendileri ile yakınlık kurmak isteyenlere karşı soğuk ve sevimsiz davranışlarda bulunurlar ve onları uzak tutarlar. Zira “kendi kabuklarına çekilmek onlar için kalabalığın içinde olmaktan çok daha iyidir”. (Aydın, 2019, s. 465)

Şizoid kişilik bozukluğuna sahip kişiler, dışarıdan bakıldığında öfke ya da neşe gibi güçlü hisleri yokmuş görüntüsü sergilerler. Heyecanlanmaları da, sinirlenmeleri de neredeyse hiç görülmez. Övülmeye veya eleştirilmeye karşı tepkisizdirler. Bu tepkisizlik hâli, pek çok kişi tarafından ön plânda tutulan sosyal dinamikleri onlar için önemsiz kılar. Umursamaz bir hâlde, sessizce, kimse ile muhatap olmadan rutinlerini gerçekleştirir ve kimsenin, hatta devamlı surette görüştüğü kişilerin bile dikkatini çekmezler.

Şizoid kişilik bozukluğu tedavisinde izlenen yol

Elbette diğer tüm rahatsızlıklarda olduğu gibi şizoid kişilik bozukluğunun da ilk tedavisi, bireyin rahatsızlığını kabul edip bundan kurtulmayı istemesidir. Kişi istemedikten sonra kimse ona zorla yardım edemez. Kişi psikolojik yardım almayı kabul ettikten sonra tedavi süreci başlar.

Şizoid kişilik bozukluğuna sahip bireyin öncelikle şunu kabul etmesi gereklidir ki, bu, kronik ve kesin tedavisi olmayan bir rahatsızlıktır. Fakat etkin yöntemlerle kişinin semptomları oldukça azalabilir ve topluma uyumunda artış görülebilir. 

Tedavide psikoterapi ilk seçenektir. Psikoterapi ile bu rahatsızlığa sahip bireyin sosyal etkileşimi ve kişilerle iletişiminin düzeltilmesine yönelik çalışmalar yapılır. Şizoid kişilik bozukluğundan mustarip kişilerin tedavisinde en önemli koşul, tedaviye uyumluluk ve bağlılığın tam olmasıdır. Terapilere düzenli olarak gelmesi, psikoloğu ve psikiyatristi ile birlikte çalışmaya istekli olması gerekir. Bu bireyler, genellikle tedavilerini eksik bırakmaya meyilli kişilerdir. 

Şizoid kişilik bozukluğuna sahip birey, tedaviye uyumu tam sağlıyor ve sürece tam bağlı kalıyorsa, bu, doktoru ile özel bir bağ kurduğunu gösterir ve tedavi ihtimâli de oldukça artmış olur.

Yüzünüzü güldüren insanların sayısının artması, sağlıklı, huzurlu, mutlu zamanlarınızın olması temennisi ile…