Şehir ve insan

Bir şehrin ruhu var ise şiiri de vardır. Şehir, taşıdığı ruhaniyeti şairlerin kalbine zerk eder. Bir şehrin sosyal dokusu, estet normları, mimarisi, iklimi ve tarihi, edebiyatın bir parçası olur.

“BİR yağmur düştü/ Şehrin gölgesine/ Eylül’den arta kalan/ Zamanın penceresinden/ Ağardı utanç taşları/ Işıklı caddelerde/ Emaresi okunmayan/ Belli belirsiz yüzler/ Boyadı mesnetsiz ruhunu/ Kimyasal atığa/ Asfaltın sıcağında/ Eriyen kalbi zift/ Biraz naaş kokusu üzerinde/ Ve hırpani dokusu keşmekeşin/ Ağrıyan bileklerinde/ Elektrik tellerine takılan/ Uçurtma gibi/ Gökleri düşleyen adam/ Şehrin kuyusunda esir/ Bir yağmur düştü/ Şehrin gölgesine/ Rahmet onu tutmadı…”

Her şehrin ruhanî bir kapısı vardır. Yüzyılların sevdasıyla, dâvâsıyla, çilesiyle ve sevinciyle ördüğü bir irfan kapısı… Nezaketle açılır bu kapı içeri, ferasetle varılır bu kapıdan sokaklara. Evlerin bize bakan yüzünden mısralar okunur. Dervişleriyle, ilim erbabıyla nice sırlar taşır oyma taşlarında. Bağında gül yetişir, bahçesinde mûsikî. Derin tedailer içinde, gönlü titreten bir efsun çepeçevre sarar adım attığımız her hikâyeyi. Sırların ötesinde bize bizi gösteren, nesilleri şefkatle terbiye eden bir ayna tezahür eder. Geçmişimizi ayakta tutan ve varlığımızı besleyen o manevî hazlar, ancak yerinde teneffüs edildiğinde hissedilir. Kutsî mekânların hususiyetlerini anlamak için dokunmak lâzım şehrin kalbine. Solumak lâzım dağını, taşını, yaprağını. Ne anlatıyor bu toprak? Kulak vermek lâzım şehrin kabrine.

Ezanıyla, duasıyla, şühedasıyla şehre derinlik katan insan olduğu gibi, günahıyla, putlarıyla, küffarıyla şehre balçık atan yine insan… Yüzyıllar boyu birbirini idame ettiren bu serüven içerisinde dil, din, arkeoloji, antropoloji, coğrafya, tarih, nüfus ve yaşam biçimi şehirlere şahsiyet kazandırmıştır. Şehir ve insan arasında mücerret bir rabıta vardır. Nasıl ki devran döner, insan değişir, şehirler de insanın anaforu gibidir. İnsanların yaşadığı gelgitler bazen ters yönlü uğrar şehre. Yağmalar meskûn ruhların manevî iklimini. Sokağa taşan ideolojik tehlikeler sarıp sarmalar insanın duygu ve düşüncelerini. Bazen güzel bir isimle nitelendirilir şehir, bazen yakışıksız bir isim yafta edilir.

Medeniyet inşâsında bir şehrin taşıdığı kültürel aktarım insanın karakteristik olarak şekil almasında önemli bir yere sahiptir. Şehir ve insan, birbiriyle anlam bulan iki eş ruh gibidir. Verilen her nefesin şehir üzerinde hayat bulması ve alınan her nefesin şehrin siluetini insan ruhuna taşıması, şehir ve insanı birbirine benzer hâle getirmiştir.

Denize kıyısı olan şehirlerin iyotlu kokusu uçsuz bucaksız şarkılar kondurur omuzlara. Ayakları suya değen çocuklar gökyüzüne kuşlar uçurur rüyalarında. Bir kanunun teline aşkı yazar hicazkâr. Kâh fırtına gibi esebilmeyi, kâh saten gibi dümdüz kalabilmeyi, maviyi yeşile çalabilmeyi denizin ruhundan kapar insan. Bozkırın bağrında, Doğu’nun karında, ana yurdunda, şehrin ruhuyla, tadıyla tuzuyla yaşamaya gark olur insan.

Bir şehir imar etmek, bir gönül fethetmekten mütevellittir. Fatih Sultan Mehmet’in “Hüner bir şehir bünyâd etmektir/ Reâyâ gönlün âbâd etmektir” şeklindeki mısraları, insan merkezli şehir oluşturmanın güzel bir örneğidir. İnsan yaşadığı şehre edep ve irfanıyla, akıl ve izanıyla konuştuğu ve yaşadığı hâl üzere ruhundan ruh katar. Medine’ye Hazreti Peygamber (sav), Bursa’ya Orhan Gazi, İstanbul’a Ebu Eyyub el-Ensârî, Konya’ya Celaleddin Rumi, Erzurum’a Alvarlı Muhammed Lutfi Efendi gibi daha pek çok mübârek şahsiyet bir azamet kazandırmıştır.

“İnsan şehri inşâ ederken aslında taşın toprağın arasında kendisini inşâ eder. Gönülde her ne var ise şehir olarak görünür. Gönlü taş olanın şehri taş, gönlü aşk ile dolu olanın şehri gülistan olur” der Hacı Bayram Veli. Geçmişiyle bağını koparan milletlerin şehirleri değer kaybeder, silikleşir, hissizleşir. Mekanik bir hâle gelir. Estetik ve sanattan uzak her ucube yapı, insan ruhuna vurulan bir kazma gibidir. İnsan ilişkileri, dostluklar ve akrabalıklar da bu yozlaşmaya kurban edilir. Yükselen betonlar arasında küçülen, manevî yıkıntılar arasında ezilen, metal ve plâstiklerle doğallığını kaybeden, toprağını bilmeyen ve bitki örtüsünü tanımayan, dökülen asfaltlarla birlikte katranlara karışan insan ruhu, böylece sırat-ı müstakimden koparılır. Kadim kültürüyle süregelen ve manevî dokusunu muhafaza eden şehirlerin havası ise insanın ruhuna varır. İlham olur şairlere, ressamlara, bestekârlara. Şifa bulunur balıyla, otuyla, suyuyla. Hemhâl olunur sazıyla, sözüyle, ozanıyla. Rahmetin sedası yankı bulur huzurla.

Bir şehrin ruhu var ise şiiri de vardır. Şehir, taşıdığı ruhaniyeti şairlerin kalbine zerk eder. Bir şehrin sosyal dokusu, estet normları, mimarisi, iklimi ve tarihi, edebiyatın bir parçası olur.