Şehidim

İçini düzeltmeyen dışını düzeltemez. Her şeyden önce içimizi imar edelim. Ne olur, kitaplara sarılalım milletçe. Bir olalım, diri olalım, uyanalım. Önce kendimizi fethedelim. Tâ derinlerimize gömülmüş cevherlerimizi açığa çıkaralım. İşte şehidim, o zaman göklerde daha rahat olacak, daha gurur duyacak bizlerle!

YERYÜZÜNDE tüm zamanlar içindeki en kutsal yükseliş olan şehadet yolculuğu, bize bazı mesajlar verir. Rabbim bize bu mübarek olay ile nice hikmetler bahşeder.

Can fedâ olunca bir gelecek fedâ olur. Bir milletin şanlı geçmişine ve kutlu geleceğine nice mübarek kalpler fedâ olur. Mehmed Âkif Ersoy, zamanın sancılı bir mevsiminden seslenir bizlere: “Bastığın yerleri ‘toprak’ diyerek geçme, tanı/ Düşün altında binlerce kefensiz yatanı/ Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı/ Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.”

“Düşün” diyor. Şu an yapabileceğimiz en önemli şey, hakikatler üzerine düşünmek değil midir? Düşünüyorum. Daha doğrusu, Rabbimden yardım istiyorum. Zihnime hakikat damlaları düşsün diye bekliyorum. Dünyalara bedel bu cennet vatan için, din için, bayrak için fedâ olmayı anlamaya çalışıyorum. Bilmek yetmiyor, damarlarımda hissetmem gerek.

Yirmi beş yaşında bir genç şehit oluyor. Tamam, Peygamberlere komşu oluyor ve mâkâmların en güzeline oturuyor göklerde. Peki, şehidim nelerden vazgeçti, neleri bıraktı geride?

Ortalama yetmiş beş yıl yaşayacağını hesap edelim. Şehitlerimin kimi evli ama bekâr kardeşimi örnek verirsem... Anne ve babasının mürüvvetini görmek istedikleri bir evlâtları vardı. Kardeşlerinin hayat arkadaşı olarak geçireceği zamanları vardı.

Bir gün bir sevdâya dururdu bir tohum gibi. Yüreği pırpır ederdi. Vatanına hizmet ederken asker olarak, kalbi sevdiğine koşardı her dem. İki yürek bir olur, gelecekleri bir olurdu. Aileler tanışır, düğün dernek kurulur, halaylar döktürülür, yeni bir ailenin kuruluş müjdesi alınırdı. Kâinatın tam ortasında bir yuva daha kurulurdu. Bir gelecek inşâ edilir, el ele, gönül gönüle yaşam yürüyüşü yapılırdı. Aileler bir kutlu haber alır, torunlar beklenirdi. Vatanî hizmeti yaparken Mehmetçik, doğum sancısı çeken eşini düşünür, duâlar ederdi Rabbine. İzni aldığı gibi eşine ve kundaktaki bebeğine koşardı.

Sonraki zamanlarda bir çocuğu daha olurdu. Çocuklar büyür, okullara gider, anne beslenme çantaları hazırlar, baba yapılan ödevleri kontrol ederdi. İzin günleri neşeli pikniklere, bayramlarda el öpmelere gidilirdi. Çocuklardan ilk göz ağrısı olanı, üniversite sınavını kazanırdı da mutluluk gözyaşları dökülürdü. Mehmetçik emekli olur, görevini hakkıyla yapabilmenin gururuyla yolculuğuna devam ederdi.

ocukları sevdâya dururdu bu kez. Dün damat ve gelin olmuşken, bügün kaynana ve kayınpeder olunurdu. Torun vermişken torun bekleme sırası gelirdi. Yaşam yolunda nice üzüntüler, nice sevinçler paylaşılırdı...

Lâkin Mehmetçik bütün bu zamanları gözünü kırpmadan Hakk’a teslim etti. “Karşılığında Cennet alayım” diye mi sadece, yoksa şehadet kutsal diye mi?

Biliyor ki insanlar içinde kimi insan çok ama çok hasta. Kalbinin kıblesi şaşmış, yanlış çevrelerde yanlış düşüncelere kapılmış olarak çevresine, vatanına, insanlığa zarar vermek istiyor. Biliyor ki vatan, din ve bayrak kutsalları, kendisine sahip çıkacak neferler bekler. Su uyur, düşman uyumaz. Nöbet kutsal, bir an için bırakılmaz! Biliyor ki şehidim, kutsal emanetler bugünlere şehitlerin omuzunda geldi, şehitlerin omuzunda devam edecek.

Şehidim, benim ve milletinin yarınlarında yaşayacağı acı, tatlı ama bağımsız ve müreffeh gelecek için kendi geleceğini, sevdâsını, yuvasını, torunlarını fedâ ediyor. Gerçekten büyük bir bedel! Benim için, senin için, tek tek hepimiz için fedâ edilmiş bir ömür...

Çoğu şehidimin adını, yüzünü bile bilmem. Yakınlarının bir ömür boyu çektiklerinden haberim olmaz. “En azından biraz vefâ!” diyorum bu yüzden, biraz vefâ! Duâlarımızda her daim yer almayı hak ediyorlar.

Yine hakikat odur ki, onlara borçluyuz. Tek tek hepsinin emaneti bu mübarek vatan, din, bayrak ve bağımsızlığımız. Şehitlik mertebesine ulaşamasak da yapılacak çok iş var. Canımızı fedâ edemesek de zamanımızı, aklımızı, gücümüzü fedâ edebiliriz. Gerçekten boş boş geçirdiğim o kadar boş vakit var ki... TV için ya da sosyal medyada yitip giden nice zamanlar var. Düşününce kahrolmamak mümkün değil. Nice nesiller yanlış eğitim sistemleri içinde, eksik aile terbiylerinde ve boş çevre faktörlerinde içi bomboş yetişti. Yetiştik. Hayata sorumluluk almak üzere bırakıldığımızda ne yapacağımızı, ne düşüneceğimizi bilemez hâldeydik. “Suç sadece bende ya da şunda” diyemiyorum. Bir millet, fizikî olarak boyun eğmeyince içten çürütülmeye çalışılmış.

Özümüzden uzaklaştık. Yabancı kültürlerin istilâsında boğulduk. Bahane ne olursa olsun, özümüz kalbimizde ve ne zaman istersek derinlerdeki bir maden gibi gün yüzüne çıkmaya hazır. 15 Temmuz Destanı da bunun kanıtı. Bu yüce millet, damarlarında asil bir kan taşımakta. Yarın vazîfe düştüğünde hiç düşünmeden yine canını ve geleceğini fedâ etmeye hazır. Topyekûn özüne ve kültürüne bir gün kavuşacaktır elbet.

Rabbim İslâm’ın sancaktarı bu milleti her zaman korumuş, yüceltmiştir. Her insan, her millet zaman zaman ağır imtihanlara tutulur. Ağır bir imtihandayız. Düşmanlar içten ve dıştan kıskaca almış, zayıflatmaya, zayıf anlarımızı yoklamaya devam eder. Yabancı kültürler ve teknoloji faydalı yüzlerini maske yapmış olarak altımızdan kuyumuzu kazar. Gençliğimiz içi boş kişilik yapılarında yönünü bulamaz hâle gelmişken, kendini yetiştirmiş kesimlerimizin çabası bizi ayakta tutacak gücü verir, fakat düşmanlarımızın gözünü korkutacak seviyeye ulaşamaz.

“Medeniyet denen tek dişi kalmış canavar” diş bileyip durur bize. Bizi güçsüz ve desteksiz sanır. Rabbimizin korumasını görmezden gelir. İçte yetiştirdiği hainlerle yüreğimize pas çalmaya devam eder.

Buradan, bizi biz yapan değerleri yıkmak isteyen bedbahtlara sesleniyorum: Bizi sarsabilir, canımızı yakabilir, bizi biz yapan birçok değerimizi zayıflatıp unutturabilirsiniz. Lâkin bitiremezsiniz!

Kıyamete değin şehitlik mâkâmına sahip çıkacağız. Uğruna öleceğimiz değerlerimiz var bizim. Bedelini düşünmeden gideceğimiz yolumuz var bizim. Bizim yolumuz Allah’a çıkar. Sadece yerlerde değil, göklerde ordularımız var bizim. Duâ ordumuz var. Mevlâ’mız var. Şanlı bir geçmişimiz, o geçmişin gücünü taşıyan kanımız var. Akıncılarımız bitti diye sevinme ey zalim, Mehmetçiklerimiz var! “Param, bombam, uçağım var” diye sevinme ey zalim, imanımız var!

Göklerin süsü şehidim, sana da iki çift sözüm ola: Aklın arkada kalmasın! Ailenin geleceği, vatanın nöbeti aklında kalmasın! Bir gittin, bin geliriz. Seni bağrından çıkaran bu topraklar kutsal, bu millet büyük. Bağrından vefâ çıkar, vazîfe çıkar, ihanet çıkarmaz, bilesin! Hastalanmış kısımlarımızı kesip atarız. İhanet eden kendisine etmiştir, hain olan bizden değildir. Ey şehidim, şehitliğin mübarek olsun! Rabbim bizlere de nasip etsin, bizleri özümüze döndürsün, yardımını esirgemesin. Göklerde duânı esirgeme şehidim.

Yüreğim bir kelebek gibi çırpınıyor bu satırlardan sonra. Rabbime daha içten yalvarıyorum: Ey Rabbim, bizlere, dünyalara bedel bu vatan için büyük hizmetler etmeyi nasip et! Büyük hizmetler edebilmemiz için kendimizi geliştirmemize yardım et! Bizler bir bedenin ayrılmaz parçaları gibi, kadını, erkeği, çocuğu ile böyle bir dine, vatana ve bayrağa sahip olmaktan dolayı çok gururluyuz. Şükredeceğimiz şeylerimiz ne de çok ve yüce! Hâl böyleyken, birkaç derdim ya da geçici mutluluklar, boş hırs ve kibirlerde harcayacak zamanım, tüketecek ömrüm olmaması gerek.

Gelin, şehtilerimize en güzel hediyeyi verelim bugün. Bir söz verelim. Daha çok çalışacağımıza, vatanamıza, dinimize, özümüze daha çok sahip çıkacağımıza söz verelim. Söz verelim yuvalarımızı birer okula çevireceğimize. Milletin çekirdeği olan aile kurumunda sağlam neferler, yeri geldiğinde kutlu şehitler vereceğimiz evlâtlar yetiştirmek için... Söz verelim zamanın kıymetini bilmeye. İlim öğrenmeye, okuyup yazmaya, alınteri ile ülkemizi kalkındarmaya. Söz verelim düşsek de hemen kalkacağımıza.

İçini düzeltmeyen dışını düzeltemez. Her şeyden önce içimizi imar edelim. Ne olur, kitaplara sarılalım milletçe. Bir olalım, diri olalım, uyanalım. Önce kendimizi fethedelim. Tâ derinlerimize gömülmüş cevherlerimizi açığa çıkaralım. İşte şehidim, o zaman göklerde daha rahat olacak, daha gurur duyacak bizlerle!