Şehid ile oyun kurulmaz, oyun bozulur!

Kore’ye neden gittiğimizi, Kıbrıs’a neden çıkarma yaptığımızı, Afganistan’da, Lübnan’da neden bulunduğumuzu sorgulamayan bir aklın Suriye ve Libya konusundaki bu cazgırlığı mânidardır. “Kefenimizi alıp geliriz!” diyen Azerbaycan’a da, “Ne işiniz var Suriye’de? Oturun oturduğunuz yerde!” demesi, bizi şaşırtmamalıdır! Bu asker milletin imanlı her ferdi bilir, sen de bil Müdür Bey: Şehid kanlarıyla sulanmasa, bir toprak vatan olmaz! Şehidler olmasa bir vatan, ülke olmaz! Şehid olmaya hazır milyonlar olmasa ülkenin sınırları korunmaz! Şehid ile oyun olmaz, şehid ile oyun kurulmaz. Bilâkis şehid ile oyun bozulur!

HER birimizin bir görevi var bu toplumda. Kimimiz mühendis olup binalar inşâ ediyor, kimimiz yolları süpürüp ortamı temiz tutmaya çalışıyor, kimimiz eğitimci olup nesiller yetiştiriyor, kimimiz şoför olup insanları taşıyor…

Her bir mesleğin nasıl bize ve topluma kazandırdıkları varsa, bizden götürdükleri ve önceden tahmin edilebilen riskleri de var.

Güvenlik görevlilerini de bu genellemenin dışında tutamayız. Nasıl ki bir şoför, yolda sürekli bir kaza riskiyle, çöpçü gerek mevsimsel ve gerekse mikrobik sağlık sorunları ile karşı karşıya ise, polis bir kovalamacada yaralanma, bir operasyonda hayatını kaybetme riskini yok sayamaz. Bunlar, o mesleklerin doğasında olan sonuçlardır ve ister gönüllü, ister profesyonelce icra edilsin, bu sonuçlara baştan râzı olunur.

Askerin de diğerlerinden farklı olduğunun düşünülmemesi lâzım. Asker de kendi mesleğinin gereği olarak yurdu düşmanlardan korumak, sınırları teröristten temizlemek, gerektiğinde sınır ötesi operasyonlarda ve hattâ savaşta bulunmak zorundadır. Askerin diğerlerinden tek farkı, yaralanırsa gâzi, hayatını kaybederse şehid mertebesine ulaşmasıdır.

(Bu unvanları neredeyse her meslek için kullanıyor olsak da inancımıza göre iç ve dış güvenliği sağlayan personele daha çok yakıştığı konusunda tereddüdüm yok.)

Velhâsıl, herkes mesleğini yapıyor. Öğretmen olmasa tahsil göremeyiz, mühendis olmasa sağlam binalar yapamayız, temizlik görevlileri olmasa şehrimizde pislikten yaşayamayız, askerimiz olmasa da güvenle yatağımızda uyuyamayız.

O hâlde askerlerimizin şehâdeti bize olağanüstü bir durummuş gibi sunulmamalı. Eğer vatan toprağının güvenlik sorunu olmasa ordular kurulmaz, ordular kurulmasa askerlik mesleği olmazdı.

Evet, ordu caydırıcı bir güçtür. Ancak sınırlarımıza dayanan bir tehdit söz konusu olduğunda, o tehdidin saldırıya dönüşmesini beklemeden önlem almak da o ordunun görevidir.

Ordumuz, zamanında Irak’ta bu türden tehditleri nasıl önlemeye çalıştıysa, 3 Şubat’a kadar Suriye’de yaptığı da odur. Suriye’de Rejim’in politikaları bizi sosyal ve ekonomik yönden zorlayan mülteci sorunu ile baş başa bırakmış olsa da Esed’e direkt müdahaleye kalkışmamamız, orada olmamızın gerçek sebebinden ayrılmayı düşünmememizdendi.

O gerçek sebep de, vatan toprağını korumak için malûm terör örgütlerini sınırımızdan uzak tutmaktı.

Ancak, (18 Şubat tarihli yazımda da belirttiğim üzere) 3 ve 10 Şubat tarihinde Rejim’in yaptığı saldırılar, bizim Suriye’de bulunma sebebimizi çoğalttı. Artık terör operasyonlarının ve güvenli bölge plânlamalarının yanına bir de Rejim’i durdurmak için yapılacak savaş dâhil oldu.

Her şeye rağmen Rejim’e verdiğimiz sürenin dolmasını beklerken, Şubat’ın 27’sindeki kara haber düştü bağrımıza.

Şunu özellikle belirtmek isterim ki, verdiğimiz şehid sayısının bence hiçbir kıymeti yok. Rejim bize saldırsa ve hiç kaybımız olmasaydı da cevabımız aynı sertlikte olurdu.

Allâh, dilese o saldırıda da birilerinin önemsemeyeceği sayıda Mehmed’i alırdı vaat ettiği makâma. Kadere imandan anladığımız budur!

Ne var ki, ne kader, ne de imanla alâkası olanlar, siyâsî hamâset duyguları ile olayı hatâlar zincirinde bir halka olarak görmek ve göstermek hevesinden vazgeçmiyorlar.

27 Şubat’ta Esed’in kendi ölüm fermanını imzaladığı o menfur saldırının ardından, özellikle 28 ve 29 Şubat’ta Rejim’in askerî gücüne öyle bir darbe indirdi ki Ordumuz, iblisin ordusu tek bir cevap bile vermekten âciz duruma düştü.

Esed’in hâmisi olan Rusya, olayın ardından liderler görüşmesinden vazgeçmişken, 5 Mart’a randevulaşmak zorunda kaldı. ABD, S-400 politikası gereği vermediği Patriotlar konusunda geri adım atma sinyalleri verdi. NATO, en azından hava savunmamıza destek vermeye mecbur oldu.

Ancak ülkemiz siyasetindeki Türkiye düşmanları, Suriye konusunu sorgulamaktan ve şehitler üzerinden Hükûmet’e siyâsî tokat vurma gayretinden vazgeçmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir kez daha “Şehidler Tepesi boş kalmayacak!” derken, “Şehid verdiğimiz yer, bizim namusumuzdur. Namusumuzu korumak için orada var oluruz” diyerek yine şehitlerimize bir vefâ sözü vermişti. 

Kılıçdaroğlu ise, “Millet İttifâkı iktidarında Şehitler Tepesi boş kalacak!” derken düştüğü komik durumu bile fark edemedi.

Herkes fark etti ki, söz sırası artık Türkiye’de!

Hem sahada, hem masada kazanmanın yolunu açan güçlü cevaplar var ortada. CHP’nin atanmış müdürü de farkında ki, bu başarılar kendi geleceği konusunda olumlu sinyaller vermiyor. İşte müdür başta olmak üzere CHP’nin topyekûn Suriye politikası ve şehidler üzerinden Erdoğan’a vurma çabası da bundandır!

Hâlâ “Ne işimiz var Suriye’de, Libya’da?” demesi bundandır! Kore’ye neden gittiğimizi, Kıbrıs’a neden çıkarma yaptığımızı, Afganistan’da, Lübnan’da neden bulunduğumuzu sorgulamayan bir aklın Suriye ve Libya konusundaki bu cazgırlığı mânidardır. “Kefenimizi alıp geliriz!” diyen Azerbaycan’a da, “Ne işiniz var Suriye’de? Oturun oturduğunuz yerde!” demesi, bizi şaşırtmamalıdır!

Bu asker milletin imanlı her ferdi bilir, sen de bil Müdür Bey: Şehid kanlarıyla sulanmasa, bir toprak vatan olmaz! Şehidler olmasa bir vatan, ülke olmaz! Şehid olmaya hazır milyonlar olmasa ülkenin sınırları korunmaz!

Şehid ile oyun olmaz, şehid ile oyun kurulmaz. Bilâkis şehid ile oyun bozulur!