
“ŞEFKAT” kavramı birçok şekilde tanımlanmaktadır. “Korkma, sakınma, birinin olumsuzluklarla karşı karşıya gelmesinden rahatsız olma, endişelenme, merhamet etme, bağışlama, cezasını affetme, tasalanma, mal varlığının azalmasından korkma, korkuya ileten sevgi, koruma, himaye, hüzünlenme, ince kalpli olma, seyrek örgü, narin dokuma, rüzgârın şiddetli esmesi” gibi...
“Korkuyla sakınma, bir kimseyi bir zarar dokunması korkusuyla severek himaye etme, korku ve himayenin bir arada veya ayrı ayrı olması, kişinin iyiliği için hırsla çaba gösterme, güneşin aydınlığından kalanlar, güneşin gurûba girmesi ile oluşan kızıllık, fecr, sabah, gündüz, elbiseyi kırmızımsı renge boyama” da şefkatin diğer anlamlarıdır. Bunlara ilâveten “acımak, acıyarak sevmek, oluşan derin felaketlere üzülmek, herkesin sıkıntıdan kurtulmasını sağlamak, esirgeyerek sevmek, karşılık beklemeksizin yardım etmek, yürekten muhabbet beslemek, acıma koruma duygusuyla karışık olan sevecenlik, canlılara karşı acıma merhamet etme duygusu” gibi çeşitli anlamlar da taşımaktadır.
Şefkat, korku ve endişenin sevk etmesi ile gerçekleşen bir koruma, sevgi ve ilginin yoğunlaşması ile iyiliğe yönelme eylemidir. Hüzün ve acıma duygusunun yoğunlaşması ile meydana gelen hassas bir dokunuş olan şefkat, olumsuzlukların olumluya, karanlığın aydınlığa, gecenin gündüze dönüşmesidir ayrıca. Ayanı zamanda korkunun sevk etmesi, sevginin cezbetmesi ve acıma duygusunun etkilemesi ile bir insana, bir canlıya ve bir nesneye nazikçe dokunmak ve rıfk ile muamele etmek suretiyle leyli nehara, kışı bahara, hüzünleri sürura çevirmektir.
Şefkat kavramı korku, sevgi, acıma, rıfk ve şafak temel terimlerini içermektedir. Bu terimlerin taşıdıkları anlamlar, tek başlarına veya bir bütün olarak bireyin iç dünyasında, ailenin merkezinde ve toplumun bünyesinde meydana gelmek suretiyle etkili bir şefkat eylemini oluşturan temel dinamik parametrelerdir. Korku, sevgi ve acıma, şefkatin beslendiği duygu/kalp ve düşünce/beyin tabanını, rıfk eyleminin yumuşaklıkla tatbik edilmesini, arzu edilene ulaşılmasını ve amacın gerçekleşmesini simgelemektedir.
Şefkatin koruma, geliştirme, yumuşak davranma ve sonuca ulaşma olmak üzere dört temel işlevi bulunmaktadır. Koruma yönü korkudan, geliştirme yönü sevgiden beslenmektedir. Acıma duygusu, koruma ve geliştirme fonksiyonuna bohça olmaktadır. Acıların sevince, karanlıkların aydınlığa evirilmesi de şafaktır. Şefkat, zarar ziyandan, hüsrandan, azaptan, cehennemden, acıdan, elemden, kederden, ağlamaktan korumak; nimete, mükâfata, başarıya, ödüle, sıhhate, afiyete, feraha, huzura kavuşturmak; her türlü müdahaleyi incitmeden yapmak, kararmaya yüz tutmuş hayatları şafakla buluşturarak yüzleri güldürmektir.
Yaşadığımız bu çağda pozitif ivme kazanmış hak ihlâllerinden biri ve en az fark edileni, tabiatın, hayvanların ve insanların şefkatten mahrum bırakılmasıdır. Ahlâkî erdemler ile şefkat, sürekli güncel tutulmalı, bunların yeniden ve yeniden bir anlam ve bir hâl olarak hayatta kalmaları sağlanmalıdır. Bu durum şefkatin işlevsel olması açısından önemli ve gereklidir.
Şefkat kavramının ilk grubunda yer alan korkma, endişe taşıma, korku ile meyletme ve koruma tariflerinde “korku” vurgusu ön plâna çıkmaktadır. Bu konuda ayet ve hadislerde de aynı minval üzere yaygın bir kullanım olduğu görülmektedir. Korku, bir tehlike veya tehlike düşüncesi ve olumsuz bir akıbetle yüz yüze gelme ihtimali karşısında duyulan kaygıdır. İlk bakışta, “Korkunun şefkatle nasıl bir ilişkisi olabilir?” sorusu zihinlerde belirebilir. Ancak biraz düşünüldüğünde bu ilişkiyi tespit etmenin zor olmadığı görülür. Çünkü insan kendisi, çevresi, sahip olduğu ve değer verdiği her bir varlık için endişe taşır. Bu nedenle sürekli müteyakkız olur. Olumsuz ihtimallere karşı tedbir alır.
Korkuya sebep
Hayat yolculuğunda dikenlere maruz kalma ihtimali korkuya sebep olur. Bu korku, kişiyi korktukları adına, adım atmaya ve adımını dikkatle atmaya iter. Ayrıca bir mümin için hayat, sadece dünya ile sınırlı değildir; ahiret tarafı da hesaba katılır. Sorumluluk konumunda olanlar, sorumlulukları altında bulunan kimselerin olumsuz akıbete düşmesi korkusunu içlerinde barındırırlar. Şefkatli bir insan kendine bakan gözlere ve ona uzanan ellere bigâne kalamaz; kendinin de bu akıbete düşebilme ihtimali onu korkutur. Bu durum kişinin, nefsine acıyarak azaptan korku ve sakınma üzere bulunma hâli kapsamında kendi kendisine de şefkat etmesidir. Bu kısmıyla şefkat, “korku, kaygı ve endişenin yoğunlaşmasıyla oluşan koruma tedbirleri” olarak tarif edilebilir.
İkinci grupta yer alan “sevme, ıslahına düşkün olma, sevgi ile meyletme, himaye etme” anlamlarının birbiriyle ve şefkatle ilişkisini irdeleyelim.
Sevgi, insanı bir nesneye, bir canlıya veya bir kişiye yakın ilgi ve bağlılık göstermeye iten duygunun adıdır. Sevgi, duygunun yoğunlaşıp eyleme dönüşmesi, sevilen kişiyi himaye etmeye, kanatları altına almaya, olumsuz davranışlarının ıslahını sağlayacak tedbirlere yönlendirir. Haddizatında şefkat, sevginin en ileri boyuta ulaşmasıdır. O, doğrudan doğruya sevgiden kaynaklanır ve sevginin bütün şekillerinde mevcuttur. Hüzün denilen duygu da esas itibariyle kişinin sevdiği ve bağlandığı şeyleri kaybetmesi ve onlardan ayrı kalması ile oluşan bir histir. İnsan, sevdiklerinin başına gelebilecek bir olumsuzluğun oluşturacağı hüznü yaşamamak için elinden gelen gayreti koşulsuz olarak sarf eder.
Şefkat duygusu, sevginin şartsız/koşulsuz hâlidir. İnsanları olumlu ve olumsuz özellikleri ile kabul etmeyi sağlar. Art niyetsiz, saf sevgidir. Muhatabın ihtiyaçlarını hissederek ona özel muamele söz konusudur. Hayatta, “Müşfik ve anlayışlı bir insan rolünü oynayın” deseler bu duygunun role dökülmesi söz konusu değildir. Yapmacık şefkat olamaz. Çünkü şefkatin temelinde içten gelen bir sevgi bulunmaktadır. Bu madde kapsamında şefkat, sevgi ile ilginin sevk etmesiyle oluşan eğilim ve gerçekleşen himaye olarak belirmektedir.
Şefkat bazen sevginin celp etmesi ile oluşur, bazen korkunun sevk etmesiyle meydana çıkar, bazen de sevgi ve korkunun birlikteliğinden neşet eder. Sevgi, korku, bazen de sevgi ve korkunun her ikisinin birlikteliği ile mayalanır. Kişi canını, cananını ve değerlerini sever, bir taraftan da başına bir belâ gelecek diye korkar. Sevgi ve korkuyla muhafaza olma ve muhafaza etme yollarına başvurur. Hüzün, sevgi ile korku arasında ilişki olduğunun bir sonucudur. Sevdiklerini kaybetme hüzne sebep olduğu gibi, korku ve endişe de hüzne sebep olmaktadır. Annenin, yavrusunun muhtemel olumsuzluklarla karşılaşabilecek olmasından korkup şefkat kanatlarını üzerine açması durumuna benzer bu. Çünkü şefkat gösteren kişi, şefkat gösterdiği kişiyi sever ve onun başına gelecek şeylerden endişe duyar. Buna göre şefkat, sevgi ile korku duygularının birleşimi ile meydana gelen ve öncekilere göre bir derece daha güç kazanmış koruma ve himaye etme eylemi olarak da ortaya çıkar.
Şefkat, destek ya da engel olma özelliklerini taşıması yönüyle de sevgi ve korkuyla ilişkilendirilir. Zira şefkat eyleminde amaç, sevileni, istenileni, rağbet edileni var etmek, korkuları ve korkulanı yok etmektir. Bir nevi hayırlara davet, şerleri kovma eylemidir.
Esirgeme ve hüzün sebebi
Üçüncü sırada tasnif edilen “hüzünlenme, yufka yürekli, narin olma ve yumuşak davranma” anlamlarının, görülen kişi ya da nesne karşısında hüzün ve acıma duygusunun kabarmasıyla etkilenme ve bu etkinin yumuşak bir davranışla sonuçlanmasıdır. Yüreğin yufkalığı ve incelmesi demek, “insanın aciz, zavallı, yardıma muhtaç bir kişiyi, bir canlıyı, bir bitkiyi, belki de bir nesneyi gördüğünde, bir inilti duyduğunda içinin sızlaması, yardım etme duygularının kabarmasıdır”. Şefkatin bu yönü, merhametle ilişkisinin yoğunluk kazandığı alana tekabül etmektedir. Bu hâl, rahmetin şefkate evrilmesi, acıma duygusunun eylemle sonuçlanmasıdır.
Mehmed Âkif’in ifadesiyle, “kanayan bir yara görünce ciğerin yanması”, onu dindirmek için “aldırmazlık edemeyip çiğnenme pahasına yaraların dikkatle sarılmasıdır”. Acıyı ciğerinde hissedip kalp yumuşaklığı kıvamında müdahale etme sürecidir. Bu anlam grubu şefkat eylemine farklı bir estetik boyut kazandırmaktadır.
Dördüncü grup, güneşin batışı sonrası oluşan kızıllık, güneşin doğuşu öncesi oluşan kızıllık, şafak, sabah, ifadelerinin eylemleriyle açıklanabilir. Akşam güneş battıktan sonra ufka düşen kızıllık, hassas bir dokunuştur. Esasen tül gibi rikkat ve incelik mânâsına gelir. Şefkat, nazenin bir dokunuş gerektirir. O nedenle Âkif, Çanakkale Şehitlerine olan şefkatini, “Tüllenen mağribi akşamları sarsam yarana” dizesinde dile getirmiş. Şehidin yarasını, incitmek korkusuyla ipekten daha narin olduğunu düşündüğü “tüllenen mağriple” yani şafakla/şefkatle sarmak istemiştir. Bir başka açıdan bakılırsa, mağripteki şafak, tutulamayacak kadar ince ve narindir. Müşfik insanların durumu da böyledir. Himaye gerektiren bir görüntü karşısında tutunamazlar. Mevcut hâlleri değişir. Şafağın ufka düşmesi gibi onların da kalbine ve zihnine bir şafak düşer. Üzerinden şefkat eli çekilen mazlumun hâli, şafağın çekilmesinin ardından oluşan geceyle benzerlik göstermektedir.
Şefkat ve şafak
Işıksız ve ısısız kalmak suretiyle karanlığa ve soğuğa mahkûmiyet vardır. Şafak kaybolur ve şerrinden Allah’a sığınmamız gereken gece kaplar etrafı. Şefkat kaybolur, bu defa da mazlumun dünyasını karanlık kaplar. Empati ile olaya yaklaşan kalp ve zihinlerdeki şafak da böyledir. Bu hâl, sevdiklerimizin ve desteğe muhtaç olanların düşebileceği durumun üzerine yoğunlaşmanın, hemdert olmak suretiyle aynı duyguları yaşamanın, “Benzer akıbete ben de düşebilirim” değerlendirmesinin, sorumluluktan kaçıldığı takdirde vicdanın zindanına mahkûmiyetin ve ahirette yüzleşilecek akıbetin insanı çepeçevre kuşatması, acının yükselmesi, korkunun yoğunlaşması ve sevginin derinleşmesi hâlidir. Bu yoğunluk, insanda şefkate muhtaç kesimler adına bir kıpırdanışı başlatır. Yeni bir şafağın doğuşu gerçekleşir. Bu süreç önce insanın içinde başlar.
Müşfik/sıcak/aydınlık duyguların güçlenmesi ile egoist/soğuk/karanlık duygular geri çekilir. İç dünyadaki doygunluk dış dünyaya taşar. İvmesi rikkat olan bir hareket başlar. Tıpkı gecenin ardından şafağın sökmesi aydınlığın dalga dalga ve tatlı tatlı yayılması ile karanlığın son bulması gibi bir hâl vuku bulur. Bu mânâda şafak, gecenin gündüze dönüşmesi; şefkat ise korkuların sevince inkılap etmesidir. Şafak doğunca zulümat, şefkat olunca zulüm yok olur.
Dördüncü grupta toplanan bu açıklamalar, örneklerde verildiği şekliyle kendi içerisinde şefkat süreci oluşturduğu gibi, kendinden önceki maddelerin bütününü kapsayıcı niteliktedir. Elektrik enerjisi açısından zıt kutupların birbiri için oluşturduğu çekim gücünün etkisi ile iki kutbun karşılaşması sonucunda enerji ve ışığın doğması gibi, sevgi ve korkunun mezcolması ile de şafak/şefkat eylemi gerçekleşir. Bu eylem, rıfk ile tatbik edilmek suretiyle kemâle ermiş olur. Acıma duygusu da sevgi ve korku akımları arasında kıvamı temin eden toprak hattı gibidir.
Gece öncesi şafak: Yüreğin yufkalaşması, kaygılanma. Gece: Kaygının yoğunlaşması, korkma. Güneş öncesi şafak: Olaya yönelme. Güneşin doğuşu: Gereken desteği sağlama. Fakirle karşılaşma: Gece öncesi şafak fakirin düşebileceği olumsuz akıbete yoğunlaşma. Gece fakire yönelme: Güneş öncesi şafak. Fakirin elinden tutma: Güneşin doğuşu. Yetimle yüz yüze gelme: Gece öncesi şafak: Yetimle empati kurma. Gece yetime sevgi ile yönelme: Güneş öncesi şafak. Yetimin başını okşama, himaye etme: Güneşin doğuşu.
Şefkat-şafak birlikteliğinin konuşma diline yaygın bir şekilde yansıdığını izlemekteyiz. Örneğin acı, ıstırap ve fakr u zaruret de olma durumunu açıklamak için “Hayatım zindan” deyimi kullanılır. Olumsuz değerlendirmeleri ön plâna çıkaranlar “karamsar” kavramı ile tasvir edilir. Şefkatten yoksun katı kalpli kişiler için “kara vicdanlı” tabiri kullanılır. İstenmedik hâle düşenler, “Hayatım karardı” ifadesi ile kendilerini izah ederler. Acınacak durumdan kurtulma hâli “ışığa çıkmak” olarak değerlendirilir. Elinden tutulup selâmete çıkarılanlar aynen şöyle dua ederler: “Beni ışığa çıkardı, Allah da onu ışığa çıkarsın.”
Edebiyatımızın mahir kalemlerinden Necip Fazıl Kısakürek de “Zift dolu gözlerde karanlık kat kat... Yalnız seccademin yününde şefkat” dizelerinde şefkat kavramının yumuşak dokunuş olmasını vurgulamasının yanında aydınlık anlamına da telmihte bulunmuştur.
“Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için Muhammed’i apaçık ayetlerle gönderen O’dur. Şüphesiz Allah sizlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir” ayet-i kerimesinde şefkat-şafak ilişkisinin varlığından söz edilebilir. Ayette üç temel unsur bulunmaktadır: Karanlıktan aydınlığa çıkarma amacı, amacın gerçekleşmesi için Hazreti Peygamber’in gönderilmesi, üçüncü olarak da ilk iki girişimin sebebi mahiyetinde Allah’ın şefkatinin ve merhametinin belirtilmesi…
Kendi boyutlarımda düşündüğümde ve etrafımda olup bitenleri gözlediğimde şu sonuca varıyorum: Şefkat, insan türünün kendi devamlılığını, merhamet ise yine insan türünün yeryüzündeki diğer tüm canlıların devamlılığını sağlamaya yardımcı olmasına yönelik içimizde var olan duygular bütünüdür. En güçlü şefkat duygusununsa hamilelik sürecinde anne tarafından yaşandığı düşüncesindeyim. Çünkü annenin içinde bulunan karşılıksız sevme ve koruma potansiyeli, sadece bebeğiyle ilişkisi sayesinde açığa çıkar. İşte bu “şefkat” duygusudur. Bu tek başına bile haz ve doyum sağlayan bir durumdur. Başlangıçta annenin daha çok verici konumda olduğu ilişki, zaman içinde bebeğin de katılımıyla karşılıklı doyum ve mutluluk veren bir biçime dönüşür. Öyle ki, anne bir karşılık beklemeden sevgisini verirken, hiç ummadığı yoğunlukta bir hazzı ve sevgiyi de fazlasıyla bulur. Bu anlamda merhamet, birinin duygularını tanıyarak ona yardım etme isteği, şefkat ise bir şeye karşı olumlu duygular beslemek, anlayışlı olmak ve sürekli onu destekleyici tavır sergilemek isteğidir. Bundan dolayı gerçek anlamda şefkatle sevmek çok zor bir eylemdir.