Seçme ve seçilme hakkı

17 Şubat 1935’te 17 kadın, CHP listesinden milletvekili tayin edilmiştir. Üstelik bu 17 kadının da gayr-i Müslim oldukları hatırlandığında, Türk kadınlarının haklarının 1930-1934 aralığında teslim edildiği iddiası oldukça yersiz ve mesnetsiz olmaktadır. Bütün bu örneklere göre kadın hakları konusunda yapılan uzun vadeli çalışmaların sonunda kadınlar, siyâsî haklarını ancak kullanmaya başlamışlardır. Bu hakları CHP ve onun Genel başkanı vermiş değildir. Aksine, uzun ve yorucu mücadelelerin sonunda bu hakları teslim etmek zorunda kalmışlardır.

SEÇME ve seçilme bir haktır. Aynı zamanda seçme ve seçilme hakkı olanlar, ülke yönetiminde yetki ve karar sahibidirler. Ülkenin yalnızca misafiri ya da olup bitenleri seyretmekle sınırlı sayılan varlıklar değillerdir. Ülke yönetimi bu hakkın sahiplerine rağmen yürütülemez. Hem bu hakkı üstün sayanlar, hem de bu hakkın kullanılmasından kendilerini muaf tutanlar, bu hak söylemi ile halkı aldatmaya çalışanlardır.

Türkiye’de kesintilerle de olsa 1876’dan beri seçimler yapılmaktadır. Ancak bu seçimler için seçme ve seçilme hakkının kısıtlanması hiç eksik olmamıştır. Elinde sınırsız yetkileri toplayanlar, sürekli olarak halkın seçme ve seçilme hakkından söz etmişlerdir. Buna karşılık, seçme ve seçilme hakkına sahip olan halk kimdir?

Kabul etmeli ki, hiçbir insan topluluğu yalnızca erkelerden veya kadınlardan ibaret değildir. Kadınsız bir toplum olmadığı gibi erkeksiz bir toplum da yoktur. Toplumu oluşturan bu iki kesimden yalnızca birisine (erkeklere) verildiği söylenen seçme ve seçilme hakkı, bütün toplumu kuşatıcı değildir. Toplumun yarısı demek olan kadınların bu haklarını kullanmayışlarına karşılık millî egemenlikten, millî iradeden söz etmek, inandırıcılıktan uzaktır.

20’nci yüzyılın başında Türkiye büyük ölçüde tarım toplumudur. 1927 sayımlarına göre nüfusun yüzde 80’i köylüdür. Köylü nüfus ise büyük ölçüde siyasetin, medyanın, hatta ticaretin dışındadır. Edilgen durumdadır. Askerlik yapması ve kendi şartlarına göre vergi ödemesinin dışında varlığı görünür değildir.

Üstelik 1911-1922 arasında süregelen savaşlar dolayısıyla büyük nüfus kayıpları yaşanmıştır. Savaşlarda şehit olan, esir düşen ve kaybolanların dışında salgın hastalıklar da hem cephede, hem de cephe gerisinde âdeta nüfusu kırıp geçirmiştir. Tehcir ve mübadeleden sonra, önceki dönemlere göre Türkiye âdeta ıssız bir ülke hâline gelmiştir.

Böyle bir hengâmede, Türkiye’de 1923’ten itibaren tek adamlı/tek partili bir yönetim kurulmuştur. Yönetim halka hizmet etmeyi, yoksulluk, işsizlik, salgın hastalıklar, hastanesizlik ve okulsuzluk gibi işlerle uğraşmak yerine halkı zorla Batılılara benzetmeyi tercih etmiştir.

Bu işler yapılırken yönetim en çok “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini seslendirmiştir. Ancak parti basınından başka hiçbir basın organı bırakılmamıştır. Partiye en çok hizmet eden basın organları Hazine’den beslenmiştir. Halkı Batılılara benzetme çabaları konusunda hiçbir zaman referandum yoluyla halkın görüşü alınmamıştır. Tek parti-tek adam yönetimine muhalefet etmek vatan hainliği sayılmıştır. TBMM üyelerini ve bütün yöneticileri iktidar partisi başkanı kendi anlayışına ve isteğine göre tayin etmiştir.

Nezihe Muhiddin’in mücadelesi

İzmir’in işgal günlerinde İstanbul’da yapılan mitinglerde konuşmacı olarak Halide Edip ve Nezihe Muhiddin gibi kadınlar ön plâna çıkmıştır. İşgalcilere karşı her seviyeden yapılan mücadelede dönemin kadınları da üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmişlerdir. 1923’te adaylarını yalnızca Kemal Paşa’nın tayin ettiği seçimlere kadınların katılması engellenmiştir.

Kadın hakları konusunda en önemli değişim Lozan’da başlamıştır. İktisat ve hukuk gibi iki ana bölümden oluşan kapitülasyonların kaldırılmasına İtilaf Devletleri itiraz etmiştir. Kapitülasyonlar kaldırıldığında “Gayr-i Müslimlere de şer’î hukuk uygulanır” bahanesini savunmuşlardır. Buna karşılık Türk heyeti, “Siz kapitülasyonları kaldırırsanız, biz gayr-i Müslimlerin razı olacağı bir medenî kanunu getireceğiz” diye vaat etmiştir. Bu gibi vaatlerden dolayı kapitülasyonlar aşamalı olarak kaldırılmıştır. Bu vaadin bir sonucu olarak 1926’da İsviçre Medenî Kanunu alınıp uygulanmıştır. Elbette bu uygulamadan gayr-i Müslimler ve İtilaf Devletleri memnun kalmıştır. Türk halkının memnuniyeti ya da memnuniyetsizliği ise önemsenmemiştir.

İsviçre Medenî Kanunu, Hıristiyan bir toplumun ihtiyaçlarına ve geleneklerine göre hazırlanmıştır. Türklerin ihtiyaçlarına ve geleneklerine göre de bir medenî kanun yapılabilirdi. Ancak böyle bir kanun yapmak yerine, Hıristiyan İsviçre’nin medenî kanunu tercih edilmiştir.

Bu tercih ile öncelikle Lozan’da İtilaf Devletlerine verilen vaatler yerine getirilmiştir. Kadınların haklarını ve ihtiyaçlarını gözeten bir kanun yapımına şer’î hukuk engelmiş gibi bir hayâlî gerekçe 1926’dan beri tekrarlanmaktadır. Dolayısı ile kadınlara, “Eğer haklarınızı istiyorsanız şer’î hukuku bırakmalı, ondan vazgeçmelisiniz” telkinleri yapılmıştır. Kadınlar kendi hakları ve ihtiyaçları ile inançları arasında ikilemde bırakılmışlardır. Günlük hayatın zorlaması ve kadınların haklarını kullanması ile önünde sonunda inançlarını bırakacakları, dönemin otoritesi tarafından öngörülmüştür.

1921’de İstanbul’da yayınlanan “Kadınlar Dünyası” dergisi, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesini istediği gibi, 15 Kasım 1921’de, Köy ve Bucak Yönetim Kanunu TBMM’de görüşülürken Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) Bey’in “kadınlara seçme seçilme hakkının verilmesi” teklifi, Kemal Paşa taraftarlarından oluşan Birinci Grup tarafından engellenmiştir. 3 Nisan 1923’te yine TBMM’de “Mebus İntihab Kanunu” ile kadın nüfus yok sayılarak yirmi bin erkek seçmen nüfusuna göre bir mebusun (milletvekilliğinin) seçilmesini öngören yasa görüşülürken, Hüseyin Avni Bey, kadınlara seçme ve seçilme hakkının teslimini istemiş, seçme ve seçilme hakkının verilmesi değil, alınmasının söz konusu olduğunu belirtmiştir. Tunalı Hilmi Bey bu görüşe destek olmuştur. Vakit Gazetesi de yayınları ile kadınların seçme ve seçilme hakkını savunmuştur.

1923 seçimlerine katılmaları engellenmiş olan bir grup kadın, Nezihe Muhiddin başkanlığında, 15 Haziran 1923’te, İstanbul Darülfünün’da yaptıkları Kadın Şûrâsı toplantısında “Kadınlar Halk Fırkası” kurmayı kararlaştırıp valiliğe müracaat etmiş, buna rağmen valilik bu isteği altı ay sonra, 1909 tarihli seçim kanununu bahane ederek reddetmiştir.

Kadınlar Halk Fırkası girişimini, yaptığı haberlerle Vakit Gazetesi desteklemiştir. CHP’nin kurulmasından altı ay önce Kadınlar Halk Fırkası kurulmaya başlanılmış, ancak altı ay sonra kurulan CHP tarafından bu girişim engellenmiştir. Çünkü CHP isteseydi, 1909 tarihli seçim kanununu üç beş dakika içinde değiştirebilirdi. Ama Kemal Paşa başkanlığındaki CHP, kadınların girişimini engellemeyi tercih etmiştir.

Kadınlar, parti kurmaları CHP tarafından engellendiği için yine Nezihe Muhiddin öncülüğünde, 7 Şubat 1924 günü “Türk Kadınlar Birliği” (TKB) adıyla bu sefer bir dernek kurmuşlardır. Bu derneği kurabilmek için, dernek tüzüğünde siyasetle uğraşmayacakları kaydı düşülmüştür. Birlik tarafından hak ve statülerini geliştirmek amacıyla 1925’te “Kadın Yolu” adlı dergi çıkarılmıştır. Türk Kadınlar Birliği tarafından 1925’te Halide Edip ve Nezihe Muhiddin milletvekilliğine aday gösterilmiş, ancak CHP yönetimi tarafından adaylıkları yine engellenmiştir.

1927 yılında yapılan Türk Kadınları Birliği Kongresi’nde Nezihe Muhiddin, birliğin bir hayır kurumu olmadığını, kadınların sosyal ve siyâsî hakları için kurulduğunu belirtmiştir. Ancak CHP’li olan bazı delegelerin karşı çıkmalarına rağmen birliğin tüzüğünde, kadınların sosyal ve siyâsî hakları için mücadele edecekleri belirtilmiştir. Böylece Nezihe Muhiddin, CHP’nin hedefi durumuna gelmiştir. 1927’de yapılan milletvekili seçimlerine/tayinine, TKB’nin çabalarına rağmen kadın adayların katılması yine engellenmiştir. Nezihe Muhiddin, bu çabalarından dolayı CHP’li delegeler tarafından TKB başkanlığından uzaklaştırılmıştır. Yerine seçilen Latife Bekir’i CHP Genel Başkanı Kemal Paşa tebrik etmiştir. Latife Bekir, 1930 yerel seçimlerinde (kadınların seçme ve seçilme hakkının bir kısmının kabul edilmesinin ardından) CHP’den İstanbul Belediye Meclisi üyeliğine seçilerek/tayin edilerek ödüllendirilmiştir.

Kadınlara seçilme haklarını tam anlamıyla kim verdi?

17 Şubat 1935’te 17 kadın, CHP listesinden milletvekili tayin edilmiştir. Üstelik bu 17 kadının da gayr-i Müslim oldukları hatırlandığında, Türk kadınlarının haklarının 1930-1934 aralığında teslim edildiği iddiası oldukça yersiz ve mesnetsiz olmaktadır. Bütün bu örneklere göre kadın hakları konusunda yapılan uzun vadeli çalışmaların sonunda kadınlar, siyâsî haklarını ancak kullanmaya başlamışlardır. Bu hakları CHP ve onun Genel başkanı vermiş değildir. Aksine, uzun ve yorucu mücadelelerin sonunda bu hakları teslim etmek zorunda kalmışlardır.

1932’de Türk Ocağı’nın kapatılmasına benzeyen bir örnek TKB’de de yaşanır. Çünkü CHP yönetimine göre, CHP ve onun kadın kolları varken TKB gibi bir derneğe ihtiyaç yoktur. CHP’nin isteği ve partili delegelerin ısrarı üzerine yalnızca kadın hakları için çalışan TKB, 10 Mayıs 1935’te kendi kendisini feshetmiştir. Dünyada bunun bir örneğini bulmak zordur.

Kadınlara bütün haklarını verdiği iddiasında olan bir yönetim, kadın hakları için çalışan TKB’yi kapatmıştır. TKB yeniden, ancak 1949’da kurulmuş ve daha sonra kamu yararına çalışan bir dernek statüsünde sayılmıştır.

1930’larda Türkiye’de kadınların ezici çoğunluğu başörtülüydü. Başörtülü Türk kadınlarının hiçbir kamu kuruluşunda çalışmalarına, hatta o hâlleriyle okumalarına, üniversitelere gitmelerine de izin verilmemiştir. Tek parti-tek adam döneminde kadın polis, kadın asker-subay yoktur. Bütün mesleklerde kadınların çalışma hakkı da yoktur.

1999’da İstanbul’dan seçilmiş olan başörtülü bir kadın milletvekilinin seçiminin geçersiz olması için Atatürkçü/Batıcı/lâikçi kesim tarafından bir çeşit seferberlik ilân edilmiştir. Bundan dolayı kadınların haklarına CHP ve onun Genel Başkanı Kemal Paşa ile ulaştıkları iddiası beyhudedir. Hatta ona rağmen ulaşmış olduklarının tespiti daha doğru ve gerçekçidir.

2015’e kadar hiçbir başörtülü kadın belediye meclis üyesi/başkanı ya da milletvekili seçilebilmiş değildir. Ancak 2015’ten itibaren kadınların kıyafetlerine ve siyâsî görüşlerine bakılmaksızın seçme ve seçilme haklarını kullanmaları mümkün hâle getirilmiştir. Kadınların haklarını kullanmalarına İslâmî kesimin engel olduğu ama CHP ve onun liderinin İslâmî kesime rağmen bu hakları verdiği iddiasının tarihî bir karşılığı yoktur.

Seçme ve seçilme yerine tayinin olduğu, muhalefetin olmadığı, her işe CHP Genel Başkanının karar verdiği, basının yalnızca bir partinin malı sayıldığı bir dönemde, 1930’larda, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği, kadınların da bu haklarını kullandıkları iddiası tümüyle mitolojik bir hikâyedir.