Seçim

Allah dahi yarattığı kulunun irâdesine ambargo koymazken, onun irâdesine ve özgür seçimine saygı duyarken, biz insanlara ne oluyor ki önümüze gelene baskı uyguluyor ve dayatmalarda bulunuyoruz. Maalesef hepimiz her konuda birbirimizin irâdesine ambargo koyuyor, tercih ve seçimlerimize bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek, doğrudan ya da dolaylı yoldan, açık veya gizli olarak karışıyor, müdahale ediyoruz.

İNSANOĞLU tuhaf bir varlık. Tuhaflığının belki de en büyük karinesi iradeli olması, başka bir deyişle tercih yapabilme (seçebilme, seçme) yeti ve yeteneğine sahip olmasıdır. İşte bu yeti ve yetenek onu gelgitlere, düşünce ve tercih boyutunda diyalektik savrulmalara, tez ve antitez düzleminde keskin taraf tutmalara kadar sürüklemektedir.

Belki de bu taraf tutma ve keskin sürükleniş, Kur’ân’da ifâdesini bulan “ahsen-i takvîm” (Allah’ın insanı en güzel şekilde yaratması) ve “esfel-i sâfilîn” (insanın kendi elleriyle kendisini aşağıların aşağısı bir dereceye indirmesi) diyalektiğinin ete kemiğe bürünmüş hâlidir. Zâten Kur’ân bir yönüyle bir “diyalektik kitabı” olarak da nitelendirilebilir. Çünkü Kur’ân’da her şey zıddıyla kaimdir. Dünya-ahiret, cennet-cehennem, günah-sevap, iyi-kötü, zâlim-mazlum, mü’min-kâfir ilâ âhir hep böyledir. Hâbil-Kâbil dahi bunun mücessem bir örneğidir. İbrahim-Nemrut, Mûsâ-Firavun, Muhammed (sav)-Ebu Leheb diğer mücessem örneklerdendir.

Filhakika (hakikatte) yaratılmış ne varsa ezvâcdır (çift). Diyalektiğe sığmayan tek varlık ise mutlak yaratıcı olan Allah’tır. Çünkü O Tek’tir, doğmamıştır, doğrulmamıştır, eşi, benzeri ve ortağı olmayan bir varlıktır. Karl Marx kendi felsefesinde bu diyalektiği iyi yakalamıştır. Keşke bu cins kafa Kur’ân’la müşerref olsaydı, belki de Kur’ân’ın bu diyalektiği onun gözlerini faltaşı gibi açacaktı.

Onun için insan demek, bir bakıma tercih yapmak, seçmek demektir. Çünkü insanoğlunun hayatı hep tercih yapmak ve seçmekle geçer. A’dan Z’ye bütün konularda bu böyledir. Ama bu seçimler aynı zamanda onun omuzuna muazzam bir sorumluk da yükler. Bu bakımdan doğru tercih ve doğru seçim çok önemlidir.

İnsanoğlu hayatı boyunca her şeyi seçer. Ömrü hep böyle geçer. Seçim irâde demektir, özgürlük demektir. İnsan, irâdesini kullanabildiği kadar insandır. İrâdesini kullanamadığı durumlarda insanlığını kaybeder. Ya da nisbî (oransal) olarak ne kadar kullanıyorsa o kadar insandır. Bunu gâyet iyi bilen ve yarattığı kuluna irâde bahşeden Allah, insanın irâdesine alabildiğine saygı duymuş ve onu hiçbir surette zorlamamıştır. Tercih ve seçiminde serbest ve özgür bırakmıştır. Bu durum, kendisine iman ve itikad konusunda olsa dahi… Yoksa, “Dinde zorlama yoktur” diye hiç der miydi ve bu âyeti indirir miydi? Ancak, pek tabiîdir ki doğru ve eğri yol diyalektiğinde elbette kuluna nasihat ve tavsiyelerde bulunmuştur. Bu da kulunu çok sevdiği ve onun sonu hüsranla bitecek savrulmalara düşmesini engellemek istediği içindir.

Allah dahi yarattığı kulunun irâdesine ambargo koymazken, onun irâdesine ve özgür seçimine saygı duyarken, biz insanlara ne oluyor ki önümüze gelene baskı uyguluyor ve dayatmalarda bulunuyoruz. Maalesef hepimiz her konuda birbirimizin irâdesine ambargo koyuyor, tercih ve seçimlerimize bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek, doğrudan ya da dolaylı yoldan, açık veya gizli olarak karışıyor, müdahale ediyoruz.

Bu müdahale durumu, kelimenin tam anlamıyla diktatoryal bir durumdur. İnsanlar farkında olmadan beyinlerini ve zihinlerini maalesef otoriteryan ve dikte ettirici düşüncelerle doldurmuştur. Bu durumun elbette sosyolojik ve sosyopsikolojik olarak bir arka plânı vardır. Aynı zamanda geleneksel, yönetimsel ve pedagojik olarak da geçmişle bir ilintisi mevcuttur. Genelde insanoğlu, özellikle de Doğu toplumları maalesef bu hâldedir. Bu bir yetişme ve yetiştirilme tarzı ve sorunudur.

İnsanın irâdesi asıl olsa da aslında seçemediği, seçiminde hiçbir dahlinin olmadığı ve olamayacağı durumlar da vardır. Meselâ annesini, babasını, kardeşlerini, cinsiyetini ve milliyetini seçemediği durumlar bu meyandadır. Zâten seçim irâdesi belli bir yaştan sonra başlar. Sorumlu olmak da böyledir. Bunların dışında insanoğlu her şeyi hür irâdesiyle seçmeli ve sonuçlarına da katlanmalıdır. Bir öğrencinin hür irâdesiyle kopya çekmek istemesi ve sonucuna da katlanması gibi…

Din seçimleri, görüş, fikir, düşünce seçimleri, ideoloji, politika, parti seçimleri, eş seçimleri, hatta hayatın her alanıyla ilgili tüm seçimler böyle olmalıdır. Yâni hiçbir baskı altında kalmadan, dayatma olmadan irâdeli ve hür bir şekilde…

Ancak gerçek ve yaşanan hayatta durum böyle olmuyor. Herkes herkese bir şekilde karışıyor maalesef. Kendi istekleri olmayınca direkt ya da indirekt olarak muhataplarına olmadık zararlar veriyorlar. Bir nevi, “Ölümlerden ölüm beğenin; kırk satır mı istersiniz, kırk katır mı?” pozisyonuna düşürüyorlar.

Bu durum bir toplum için tam bir “cinnet” hâlidir. Fıtrata da aykırıdır. Medenî olmayan insanlar ve toplumlar zâten hep böyle yaparlar.