Seçim kaygısı

Zarar verme girişimlerinin yönü, adresi, usulü ve metodu fark etmeksizin, topyekûn bir yıkım potansiyeli taşıdığı da unutulmamalı. Bir vatan evlâdı, bırakın toplumsal kararları, kişisel ve öznel tercihlerinde bile safi kendini zarar uğratmakla kalmaz, muhakkak paydaşı olduğu aile, vatan ve coğrafya için de muhakkak zarar rizikosu taşımaktadır.

HIRS, benlik, “Ben bilirim”cilik ve nefretle beslenen karşıt sevgiler, olmaması gereken her yerde başrol oyuncusu. Çok duyar, çok şahit olur olduk ne yazık ki.

Hayatî tercihleri doğru adreslere varış gailesinden ziyade sevgisizliğin ve öfkenin karşıt adreslerini el üstünde tutma şiarıyla yapanlar ve bilhassa bunu açık etmekten imtina etmeyenler var. Hâlbuki ister şahsî, ister toplumsal bir yol ayrımı olsun, kişinin hür iradesine bağlı tüm yön tayinleri ancak belli başlı kaygılara ve fayda odaklı kıstaslara dayandırılarak yapılmalı.

Ne var ki, siyâsî tercihler de günümüzde farklı iç tepkilere kulak verilmek suretiyle gerçekleştiriliyor. Bir yerde doğru ve güzel işler yapılması kişiyi oy tercihine zorlamazken, nefret ve kibir gibi zelil duyguların oy verme usullerini belirlediği gerçeğiyle karşı karşıyayız.

Her durumu nesneleştirebilir, çeşitli biçimlerde ve kompozisyonlarda hayâl edebiliriz. Ve böylece meydana getirilen hayâl ürünü bütün nesneler, baktığımız zaviyenin açısal niteliğine göre ve hatta nesneye bakışa etki edecek hava şartlarına, ışık ve ısı yoğunluğuna göre çok farklı kanaatleri meydana getirebilir.

Sözüm ona bütün kişisel ve toplumsal yönelimler, bütün tercih ve seçim vetireleri, seçilecek nesnelerin göze yansıttığı ışığa ve biçime göre öznel hissedişlere vesiledir. Bu hissedişler elbette görülenin dış kompozisyonuyla doğrudan ilgilidir. Aynı nesneye farklı cihet ve menzillerden bakan gözler için, gözün kabiliyeti ve gözden beyne yansıyan biçimin kalp ve ruhtaki etkisi de hesaba katılmalı. Tüm bu değişkenler, kişilerin tercihlerini de aynı temaşa ve aynı obje üzerinde bile farklı bir boyuta evirebilir pekâlâ. Zaten bu skalanın bu mahiyette geniş oluşu akla son derece yatkındır.

Fakat aklı da, insanî hissedişleri de sakat bir yol alışa benzeten bir anlatım var ki o da müspet algıların insanı yönlendirmediği, daha ziyade nefret, hırs ve kin gibi alçak ve nefsî kalp atımlarının tercihleri belirlediği absürt vaziyetlerdir. Bu vaziyetler insanın kendine olan dürüstlüğünü ve saygısını kaybetmek gibi istenmeyen sonuçlara sebep olacaktır. Bununla da kalmayacak, kişinin topluma, vatana ve bayrağa karşı şerefli duruşunu da sekteye uğratacaktır.

Biraz bilgece ve akilane bir süzgeçten geçirilen tüm yargılar, insanın toplumsal ve şahsî seçimlerinin kendi hür iradesine, algısına, inancına ve bakış açısına bağlı olduğu hakikatini gözler önüne serer. Fakat bu demek değildir ki hür irade makulesinde değerlendirilebilecek tercihlerde kötücül duyguları belirleyici, karar verici bir yetkinlikte devreye sokalım. Bütün hayatımız boyunca birtakım tercihler, güzergâh plânları ve birtakım elemeler yapmak durumunda kalıyoruz. İş, eş, arkadaş, şehir ve yaşam üsluplarının tamamı bu tercihler silsilesine dâhildir. Ve akıl der ki, “Hiçbir yörünge, hiçbir güzergâh, kişinin aksi hissedişleri ile belirlenemez”.

Misâl, eş seçiminde anne-babaya inat olsun diye veya bir başka eş adayına duyulan nefret hasebiyle hiçbir letafete haiz olmayan bir adayı işaret etmek, evvelâ bu kibirli tercihin sahibini felâkete götürür. Siyâsî tercihler de hem kişinin kendini, hem de toplumu ya felaha, ya mahva götürecektir.

Bütün tercih süreçleri, aynı oranda etkindir insan ömründe. Ya büyük faydalara gebedir, ya devasa kayıpların membaıdır. İnsanı böylesine büyük (menfi-müspet) tesirlere maruz bırakacak tercihlerin avam duygular üzerinden yapılması, sadece akıl ve ilim noksanlığını değil, intihara benzer bir yok oluşun ahmaklığını da işaret etmektedir.

Siyâsî seçimler üzerine çok şey söylendi, söylenmeye de devam edecek. Elbette herkes kendi duygusunca bir yöne işaret edecek; bir yöne işaret eden parmakların sahipleri de haklı saiklerle karşıt yönlerin kusurlarını dile getirecek. Ve tüm bu olası davranış modelleri son derece akılcı ve bir o kadar da hür irade kapsamında kabul görecek. Buna da zerrece itirazım yok. Ben şimdi, hiçbir yöne işaret etmeden ve hiçbir yönün zıddını alaşağı etmeden, hem siyâsî seçimler, hem de hayatın bütün tercih alanları için en ahlâkî, en insanî, en aklî ve en faydalı usule değinmek istiyorum.

İnsan sadece seçim sandığında değil, hayatın her anında bir şeye ve bir şeylere oy kullanır. Bu oy kullanma süreçlerinde belirleyici kıstaslar sayfalarca çoğaltılabilir olsa da, asla ve katiyen nefret, hırs, kin ve benzeri benlik besleyici, faydasız ve yıkıma götürecek hisler referans alınarak yapılamaz. Aksi hâlde, verilmek istenen zararın hedefi neresi olursa olsun, en büyük zarar kişinin varlığına, varlığını dizayn eden ahlâk, erdem ve benzeri yüksek kaliteli sıfatlara ve kişinin ayak bastığı vatan topraklarının her bir metrekaresine olacaktır.

Zarar verme girişimlerinin yönü, adresi, usulü ve metodu fark etmeksizin, topyekûn bir yıkım potansiyeli taşıdığı da unutulmamalı. Bir vatan evlâdı, bırakın toplumsal kararları, kişisel ve öznel tercihlerinde bile safi kendini zarar uğratmakla kalmaz, muhakkak paydaşı olduğu aile, vatan ve coğrafya için de muhakkak zarar rizikosu taşımaktadır.

Duamız: 2023 Seçimleri, Rabbin yâr ve yardımıyla, ülkemiz, vatanımız ve tüm İslâm âlemi için en hayırlı sonuçlara varsın.

Fakat tekrar altını çizmek gerekirse insanı oy vermeye iten kriterler belirlenirken, vatana, dine, millete, aileye ve pek tabiî tüm dünya üzerindeki vatandaşlara ve din kardeşlerine fayda oranı gözetilerek gerçekleştirilmek zorundadır. Bir tarafa duyulan nefret ve kin nasıl ki tercih yönünü belirleyici olabilemezse, sadece şahsî bakış açısını destekleyen, yalnızca cebini doldurma hırsını besleyen ama toplumsal bir fayda ümidi taşımayan odaklara paye vermek de insanın seçme, seçilme hakkı dahlindeki bir davranış biçimi olamaz.

İnsan her adımından ve her tercihinden sorumlu bir mahlûktur. Zira bilir ki, her tercihin bir takdiri Yaradan tarafından olacaktır. Bu takdire lâyık olabilmek ve kendimizi berbat etmemek kaygısıyla, yapacağımız her tercihin, kişisel duygularımızdan beslenen birer içgüdüyle değil, toplumsal, ahlâkî, dinî ve millî değerlere fayda arzusu ile gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Velev ki insan vatanı, bayrağı ve pek tabii dinini el üstünde tutmakla ve kendine olan saygısını da korumakla ancak gerçek saadete erişebilir.