“BAŞIN öne eğilmesin/ Aldırma
gönül aldırma/ Ağladığın duyulmasın/ Aldırma gönül aldırma…
Bu
türküyü dinledikçe, aklınıza hemen bir cezaevi ve Sabahattin Ali gelir.
Sabahattin Ali akla gelince de tarihî Sinop Cezaevi tabiî… Sizlere âcizane bu
tarihî cezaevini anlatmaya çalışırken, paragraf aralarına cezaevi duvarlarında
okuduğumuz Sabahattin Ali şiirlerini koyacağım.
Sinop,
ülkemizin küçük fakat en güzel illerinden birisidir. Genel olarak tabiat
güzellikleri, şelâleleri, denizi, balıkçılığı, Alâeddin Câmiî ve tarihî
mekânları ile dikkati çeken bir ilimiz. Fakat en dikkat çekici olanı, şimdilerde
müze olarak kullanılan tarihî Sinop Cezaevi’dir.
***
“Döndüm dalda
kopan kuru yaprağa leylim ley/ Seher yeli dağıt beni kır beni leylim ley/ Götür
tozlarımı burdan uzağa leylim ley/ Yârin çıplak ayağına sür beni leylim ley…”
***
Sinop
Cezaevi iki katlı, U plânlı, kesme taştan, kuzeybatı ve güneybatı köşelerinde
dışa taşkın, doğu ve batı cephelerinde orta kısmı sınırlayan çıkıntıları ile
gayet asimetrik ve tüm cepheleri sık yerleştirilmiş pencerelere sahip bir yapı
durumunda. Bu bakımdan yapının iç bölümleri oldukça aydınlık durumdadır.
Ürpererek baktığımız hücrelerin yer aldığı güneydeki bodrum katı dışında zemin
artı bir kat olarak koridorlara açılan koğuş sistemine göre düzenlenmiştir.
İnşaatta kesme taş ve tuğla kullanılmıştır. Bol pencereli, büyük koğuşlu olarak
yapılmıştır. Doğu cephesinde 28 koğuşu var.
Cezaevinin
duvarla ikiye ayrılan İç Kale’nin kuzeyindeki bölümü 1939 yılında 2 katlı ve 9
koğuşlu, ikinci bir taş bina olarak yapılmış. Çocuk ceza ve ıslah evi olarak kullanılan
bu binanın mimarisi, eskisine uygun. Bu yapının da kuzeyinde gözlem
hücrelerinin yer aldığı 2 katlı bir yapı mevcut. Her 3 yapı da mimarî bakımdan
bütünlük arz etmektedir. Umûmî cezaevinin doğu cephesinde cezaevi ile aynı
tarihlerde inşâ edilen küçük bir hamam yer almakta. Bugün hamam tamamen
kullanılmaz hâlde ve duvarları nemden simsiyah… İnsan düşünmeden edemiyor, kim
bilir ne canlar burada bedenlerini temizlemeye uğraştı? Ruhların ve vicdanların
temizlenmesi ise apayrı bir mesele.
İçimden
bir ses, “Buralarda nice caniler cezalarını çekerken bunun yanı sıra nice
masumlar da çile doldurmuştur” diyor. Çünkü yakın zamanda, 27 Mayıs’ta, 12
Mart’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta, Yassıada’da, Hamzakoy’da, Zincirbozan’da,
Maltepe’de, Sivas’ta, Mamak’ta, Metris’te ve muhtelif cezaevlerinde nice masumun
boş yere mahkûm edildiklerini gördük.
***
“Göklerde kartal
gibiyim/ Kanatlarımdan vuruldum/ Mor çiçekli dal gibiyim/ Bahar vaktinde
kırıldım/ Yar olmadı bana devir/ Her günüm bir başka zehir/ Hapishanelerde
demir/ Parmaklıklara sarıldım…”
***
Tarihî
kayıtlarda Sinop Kalesi içinde bulunan ve 1214’te Selçuklu Sultanı Birinci
İzzettin Keykavus tarafından tersane olarak yaptırılan İç Kale’nin 16’ncı
yüzyıldan itibaren zaman zaman zindan olarak kullanıldığına dair bilgiler var.
1640’ta Sinop’u ziyaret eden Evliya Çelebi, kale içindeki cezaevi ile ilgili
olarak izlenimlerini şöyle anlatmış: “Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir
kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin
bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkûmları vardır. Burçlarında gardiyanlar
ejderha gibi dolaşır. Allah korusun, oradan bir mahkûm kaçırmak değil, kuş bile
uçurtmazlar.”
18’inci
yüzyıla gelindiğinde Sinop’ta sadece kale değil, Sinop şehrinin kendisi de
kalebentliğe mahkûm edilenlerin en önemli sürgün yerlerinden biri olmuş, bir
diğer ifadeyle, şehrin bizzat kendisi cezaevi görevi üstlenmiştir.
Osmanlı
Devleti’nde Tanzimat dönemine kadar hapishane veya cezaevi karşılığı olarak
daha çok “zindan” terimi kullanılmıştır. Zindan olarak kullanılan yerler
çoğunlukla kalelerin karanlık, havasız ve nemli kuleleri idi. İstanbul’daki
zindan örneklerinde görüldüğü gibi, Osmanlı’da kale ve kulelerin hapishane
olarak kullanılması eski bir uygulamaydı. Sinop Kalesi’nde bulunan burçlar ve
surlar ile kalenin yapım şeklide buranın hapishane-zindan olarak kullanıldığına
ilişkin deliller vardır. Bunun yanı sıra, Türkiye’de cezaevleri ile ilgili
Avrupa tarzı ilk düzenlemeler Tanzimat’la başlamıştır.
***
“Ey gönül, kuşa
benzerdin/ Kafesler sana dar gelir/ Bir yerde durmaz gezerdin/ Hapislik sana
zor gelir/ Ey gönül, acayip huyun/ Boğazından geçmez tayın/ Acır testindeki
suyun/ Aklına nazlı yâr gelir...”
***
İkinci
Abdülhamid döneminde adliye müessesesi daha çağdaş hâle getirilmiş, 1876’da
“Usul-i Muhakemat-ı Cezaiye” kanunu çıkartılmış, bu düzenlemelere paralel
olarak da zindandan günümüz anlamındaki cezaevlerine doğru bir geçiş yaşanmış,
sonraki yıllarda diğer yenilikler birbirini takip etmiştir. Yine bu nizamnâmeye
göre vilâyet ve kazâlarda hapishaneler kurulup bunların içinde kadınlar için
ayrı koğuşlar bulunacaktır.
Getirilen
bir diğer yenilikle mahkûmlar içeride iş yapabilecek ve yaptıklarını satarak
kazanç elde edebileceklerdi. İşte bu nizamnâme ile ilk defa 1831’de, İstanbul
Sultanahmed’de Hapishane-i Umûmî (Genel Cezaevi) kurulmuş, Sinop Hapishanesi de
Osmanlı İmparatorluğu içinde İstanbul’dan sonra taşrada kurulan ilk hapishanelerden
biri olmuştur. Sinop’ta iç kalenin resmen hapishane olarak tahsis edilmesi,
1887 yılında gerçekleşmiştir. O dönem Sinop Mutasarrıfı olan Veysel Paşa, iç
kaleyi cezaevine dönüştürmüş, buraya yeni binalar ve hamam inşâ ettirmiştir.
Daha sonra 1939 yılında iç kalenin kuzey kesimine, çocuk hapishanesi olarak
kullanılsın diye bir bina daha ilâve edilmiştir.
Osmanlı’da
Tanzimat’tan itibaren Avrupa’nın da baskısıyla ceza evlerine geçiş süreci
Sinop’ta da yaşanmış ve burada zaman içinde çeşitli iyileştirmeler yapılmıştır.
Tarihî cezaevi, 1979’da mahkûmların isyanı sonucu bir yangın geçirmiştir.
Nihayet 1996 yılında Sinop E-Tipi Kapalı Cezaevi’nin yapılmasıyla tarihî cezaevi,
6 Aralık 1997 tarihinde boşaltılmış, bu eski cezaevindeki hükümlü ve tutuklular
yeni cezaevine taşınarak eski bina kültür amacıyla değerlendirmek üzere 2
Ağustos 1999 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilmiştir.
***
“Burada çiçekler
açmıyor/ Kuşlar süzülüp uçmuyor/ Yıldızlar ışık saçmıyor/ Geçmiyor günler
geçmiyor…”
***
Kırım
Hanı İkinci Devlet Giray, Sabahattin Ali, Refik Halit Karay, Mustafa Suphi,
Ahmet Bedevi Kuran, Ruhi Su, Burhan Felek, Zekeriya Sertel, Refi’ Cevad Ulunay,
Celal Zühtü Benneci, Hüseyin Hilmi, Osman Cemal Kaygılı, Kerim Korcan ve Osman
Deniz isimler bu cezaevinde yatmış bazı tarihî ünlülerdir.
Bu
cezaevi için yazılacak çok şey var. Ama bu seferlik burada keseyim. Umarım daha
ileride yazabilirim gerisini…
Kaynak: Sadettin Bayram