SEVGİLİ okurlarımız, tarihî Sinop Cezaevi ve Sabahattin
Ali’nin bu cezaevinde yazdığı şiirlerini serpiştirdiğimiz yazı dizimizin üçüncü
bölümünde sizlerle yeniden buluştuk. Bu sayımızda da gördüklerimizi ve
düşündüklerimizi sizlerle paylaşma gayretinde olacağız inşallah…
***
Cezaevinin deniz tarafındaki duvarında fotoğrafını
gördüğünüz kitabenin okunuşu Lâtin harfleriyle şöyledir: “Allah’ın yardımıyla galip Sultan İzzeddünyaveddin (din ve dünyanın
izzeti) Keyhüsrevoğlu Keykavus’un saltanat günlerinde, Yüce Allah’ın rahmetine
muhtaç olan zayıf kul Aksaray şehrinin sahibi Zahireddin Seyfettin İldeniz, bu
sur bedenini Hicrî 612 Rebiülahir (Milâdî 1215 senesi Ağustos) ayında imar
ettirdi.”
***
“Başım dağ,
saçlarım kardır,/ Deli rüzgârlarım vardır,/ Ovalar bana çok dardır,/ Benim
meskenim dağlardır.// Şehirler bana bir tuzak,/ İnsan sohbetleri yasak,/ Uzak
olun benden uzak,/ Benim meskenim dağlardır.” (Sebahattin Ali, Dağlar)
***
Bugün müze olarak kullanılan Sinop Cezaevi’nin
duvarlarında, gelen ziyaretçileri bilgilendiren birçok tabelâ var. İşte
onlardan biri daha: “Zindan”…
Zindan
Sinop’un 1214 yılında Selçuklular tarafından
alınışından sonra Sultan İzzettin Keykavus, Sinop Kalesi’ne güney-kuzey yönünde
paralel bir sur ekleterek bir iç kale meydana getirtmiştir. Bu iç kalede savaşa
katılan komutanların adını verdiği 5 adet burç yaptırılmıştır. Burçların
yükseklikleri 22’şer metredir. Burçlar 1568 yılından itibaren zindan olarak
kullanılmıştır. Bu dönemde gerçekleşen çok sayıda ayaklanmanın birinde
yakalanan İbrahim ve Mehmet adlı iki yağmacının Sinop’ta zindana hapsedildiği
bilinmektedir. Evliya Çelebi, 1640 yılında Sinop’tan bahsederken, renkli ama
abartılı üslûbu ile Sinop Zindanı’nı şöyle tanımlar: “Dev gardiyanlar, kolları
demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adan asılır nice azılı
mahkûmları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun,
mahkûm kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar.”
Evliya Çelebi’nin anlattıklarındaki gerçeklik payını
görmek için 20’nci yüzyıl başlarında Sinop Zindanı’nda yatan azılı katillerin birkaçını
hatırlatmak yeterlidir: Arnavut Halil Bey, 15 sene mahkûmiyetle gelmiş, içeride
8 kişiyi öldürerek 115 seneye mahkûm olmuştur. İzmirli Nazif, 130 seneye mahkûmdur.
Elbistanlı Ramazan’ın 200 seneden fazla mahkûmiyeti vardır. Kurt Haydar’ın 150
seneden fazla mahkûmiyeti vardır. Bunların yanı sıra sadece bıçağını denemek
için adam öldüren nice kanlı katiller vardır…
***
“Geçmedi yâre
sözümüz/ Yollarda kaldı gözümüz/ Yere sürüldü yüzümüz/ Böyleymiş kara yazımız.//
Çiçekler açılmaz oldu/ Pınarlar içilmez oldu/ Yâr bize gülmez oldu/ Böyleymiş
kara yazımız.” (Sebahattin Ali, Kara
Yazı)
***
Tarihî Sinop Cezaevinde çekilen dizi ve sinema filmleri
ise şöyle: “Eşkıya Dünyaya Hükümran
Olmaz” (Yönetmen: Onur Tan, Senaryo: Raci Şaşmaz-Bahadır Özdener), “Pardon” (Yönetmen: Mert Baykal, Senaryo:
Ferhan Şensoy), “Bizim Hikâye” (Yönetmen: Yasin Uslu, Senaryo: Seda Altaylı
Turgutlu), “Köpek”, “Esir Şehrin
Gözyaşları” ve “Tatar Ramazan”. Özellikle Kadir İnanır’ın başrolünde
oynadığı Tatar Ramazan ilgiyle izlenmiştir. Bu cezaevinde yatan herkesin hayatı,
kanaatimce bir filme konu olacak boyuttadır.
Tarihî Sinop Cezaevi’ni büyük bir ilgiyle gezdik. Önce
girişte görevlilerden malûmat aldık. Oklarla da ziyaretçilerin rahatça gezmeleri
için yönlendirmişler. Hemen sağ tarafta, ana caddeye yakın bölümde çocuk ıslah
evi mevcut. Burada görüşme odalarına bakınca büyüklerin yattığı yer ile pek
farkı olmadığı gözlemleniyor. Bu bölümde, burası tersane iken yapılan takalardan
bir örnek sergileniyor. Eski devirlerden, henüz top icat edilmediği zamanlardan
kalma, mancınık ile atılan güllelerden bir yığın gülleyi görüyorsunuz.
Esas cezaevine girmeden önce idarî bölümden geçmeniz
gerekiyor. Burada bürolar ve cezaevi müdürünün mâkâmı, olduğu gibi muhafaza
edilmiş. Mahkûm koğuşlarının bulunduğu ana bölümlere bir merdivenden inerken,
burası biraz yüksek olduğu için tüm cezaevi karşınızda ürpertici bir şekilde
duruyor. Aslında burası cezaevi olarak kullanılmamış olsa belki bu ürpertiyi benliğinizde
hissetmeyeceksiniz. Evet, bu ürperti, ziyaretimizi tamamlayıncaya kadar
üzerimizden gitmiyor.
Özel tasarlanmış dört büyük bölümden oluşan tarihî Sinop
Cezaevi’nin bütün koğuşlarını, zindanlarını, hücrelerini gezerken hep aklınıza
kader mahkûmları geliyor. Bir ara demir parmaklıklar arkasından bağırmak geldi
içimden. (“Gardiyan, çıkar beni buradan!” diye sesimin yettiği kadar
bağırıyorum ve Ahmet Saraç da bunu kayda alıyor. Bu kaydı sonra sosyal medya
hesabımdan paylaştım ve büyük ilgi topladı.)
Yaşlı bir ağacın dibinde düşünceli bir şekilde
oturuşumu Kara Ahmet Paşa resmediyor, sanatsal bir fotoğraf çıkıyor ortaya.
Mahkûmların maltada hizaya dizildikleri yerde sanki gardiyanlar sayım
yapıyormuş zannına kapılıyorsunuz. Avluda yalnız başıma volta atarken kendimi
sahiden mahkûm gibi hissediyorum. Volta esnasında, yüksek duvarlar üzerinde
nöbetçi kulübeleri üstüme yürüyecekmiş gibi oluyor. Kısacası cezaevinin
atmosferi insanı derinden etkiliyor.
Duvarda asılı prangaların demir olarak gücüne bakınca,
Evliya Çelebi’nin tarifini abartılı bulmuyorum. Dönüp dolaşıp Sebahattin Ali
Koğuşu’na geliyoruz. Burası bana biraz farklı geliyor. Duvarlarda fotoğraflar
ve Sebahattin Ali’nin yazdığı şiirlerle doldurulmuş.
Gezinin son bulduğu demde, kısımlar kapısından dış
avluya çıkıyorsunuz. Hikâyesini yazdığımız dut ağacı burada hâlâ ayakta
duruyor. Ahmet’e bir cezaevi hatırası fotoğrafı çektiriyorum. En zarurî ihtiyaç
olan temizlik için dış avlunun deniz tarafındaki hamam dikkatimizi çekiyor.
Duvarlar nemden simsiyah olmuş. Hamamda göbek taşı yok. Beş adet kurna var
fakat kırık dökük. Velhasıl, hamam kullanılması mümkün olmayan bir durumda.
Tarihî cezaevinin genelinde olduğu gibi oldukça hoyrat kullanılmış ve ihmâl
edilmiş.
Burayı gezip görmek insanın merak ve ilgisini celp etse
de üç saat boyunca gezmekte olduğumuz mekândan âdeta kaçmak geliyor içimden. “Aldırma
Gönül Aldırma” türküsünü mırıldanarak kendimizi dışarıya atıyoruz. Zaten Ahmet,
telefonundan hep bu türküyü dinledi ve dinletti.
Günümüz cezaevlerine dair kısa bir not
Adalet Bakanlığı’nın açıklamalarına göre, şu an
ülkemizde 290 kapalı, 60 müstakil açık, 2 çocuk, 5 kadın kapalı, 1 kadın açık,
3 kapalı çocuk olmak üzere 361 cezaevi bulunmaktadır. Bu cezaevlerinin toplam
kapasitesi 180 bindir. Mahkûmların yüzde 86’sı hükümlü durumundadır. 2000
yılında 50 bin hükümlü ve tutuklu mevcut iken, 2016 yılı Ağustos ayında bu sayı
215 bine çıkmıştır.
Sinop hakkında
Bana göre biraz kasvetli olan yazımızı Sinop’un cazibeli
güzelliklerinden bahsederek noktalayalım…
Sinop’un merkez nüfusu 40 binin biraz üzerinde ve
trafik lâmbası olmayan, insanların birbirine saygılı olduğu güzel bir şehrimiz.
Tarihî bakımdan oldukça zengin. “Kuzeyin Hırçın Güzeli Sinope” adıyla Sinop hakkında
bir kitap yazan arkeolog Fuat Dereli, Sinop’u Roma döneminden günümüze değin
bir güzel anlatmış. Bir kitaba sığmayan Sinop’u burada size anlatmamız elbette
mümkün değil. Dağları, bayırları, yarımadası, taze balık yenebilen balıkçı
lokantaları, sahil boyu, şehre kimliğini veren kale bedenleri, türbeleri,
Pervane Medresesi, yemyeşil ilçeleri ve insanı büyüleyen şelâleleri, başta Alâeddin
Camiî olmak üzere tarihî camileri ve masmavi koyları, hırçın Karadeniz’i ile
yıldızlaşmış bakir bir şehrimizdir Sinop.
Sinop, âşık olunacak bir şehir. Her ilçesinin kendine
has meşhurları, Ayancık mağaraları, Akgöl’ü, Boyabat Kalesi, kaya mezarları,
kalker taşları, Gerze konakları, yöresel el sanatları, kuyu kebabı, maket korta
ve yelkenli imâlâtları saymakla bitmeyecek Sinop, güzellikleri ve özellikleri
ile bambaşka! Hele ülkemizin en kuzey noktasında bulunmak, ayrı bir haz veriyor
insana…
Tarihî cezaevinden bahsedip de onu bağrında asırlardır
taşıyan şehirden bahsetmemek olmazdı. Fakat bu kadar yeter. Çok merak
ediyorsanız, işte Sinop orada! Gidin ve görün, asla pişman olmayacaksınız!