Sebahattin Ali, türkü ve Sinop Cezaevi (3)

Sinop, âşık olunacak bir şehir. Her ilçesinin kendine has meşhurları, Ayancık mağaraları, Akgöl’ü, Boyabat Kalesi, kaya mezarları, kalker taşları, Gerze konakları, yöresel el sanatları, kuyu kebabı, maket korta ve yelkenli imâlâtları saymakla bitmeyecek Sinop, güzellikleri ve özellikleri ile bambaşka! Hele ülkemizin en kuzey noktasında bulunmak, ayrı bir haz veriyor insana…

SEVGİLİ okurlarımız, tarihî Sinop Cezaevi ve Sabahattin Ali’nin bu cezaevinde yazdığı şiirlerini serpiştirdiğimiz yazı dizimizin üçüncü bölümünde sizlerle yeniden buluştuk. Bu sayımızda da gördüklerimizi ve düşündüklerimizi sizlerle paylaşma gayretinde olacağız inşallah…

***

Cezaevinin deniz tarafındaki duvarında fotoğrafını gördüğünüz kitabenin okunuşu Lâtin harfleriyle şöyledir: “Allah’ın yardımıyla galip Sultan İzzeddünyaveddin (din ve dünyanın izzeti) Keyhüsrevoğlu Keykavus’un saltanat günlerinde, Yüce Allah’ın rahmetine muhtaç olan zayıf kul Aksaray şehrinin sahibi Zahireddin Seyfettin İldeniz, bu sur bedenini Hicrî 612 Rebiülahir (Milâdî 1215 senesi Ağustos) ayında imar ettirdi.”

***

“Başım dağ, saçlarım kardır,/ Deli rüzgârlarım vardır,/ Ovalar bana çok dardır,/ Benim meskenim dağlardır.// Şehirler bana bir tuzak,/ İnsan sohbetleri yasak,/ Uzak olun benden uzak,/ Benim meskenim dağlardır.” (Sebahattin Ali, Dağlar)

***

Bugün müze olarak kullanılan Sinop Cezaevi’nin duvarlarında, gelen ziyaretçileri bilgilendiren birçok tabelâ var. İşte onlardan biri daha: “Zindan”…

Zindan

Sinop’un 1214 yılında Selçuklular tarafından alınışından sonra Sultan İzzettin Keykavus, Sinop Kalesi’ne güney-kuzey yönünde paralel bir sur ekleterek bir iç kale meydana getirtmiştir. Bu iç kalede savaşa katılan komutanların adını verdiği 5 adet burç yaptırılmıştır. Burçların yükseklikleri 22’şer metredir. Burçlar 1568 yılından itibaren zindan olarak kullanılmıştır. Bu dönemde gerçekleşen çok sayıda ayaklanmanın birinde yakalanan İbrahim ve Mehmet adlı iki yağmacının Sinop’ta zindana hapsedildiği bilinmektedir. Evliya Çelebi, 1640 yılında Sinop’tan bahsederken, renkli ama abartılı üslûbu ile Sinop Zindanı’nı şöyle tanımlar: “Dev gardiyanlar, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adan asılır nice azılı mahkûmları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, mahkûm kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar.”

Evliya Çelebi’nin anlattıklarındaki gerçeklik payını görmek için 20’nci yüzyıl başlarında Sinop Zindanı’nda yatan azılı katillerin birkaçını hatırlatmak yeterlidir: Arnavut Halil Bey, 15 sene mahkûmiyetle gelmiş, içeride 8 kişiyi öldürerek 115 seneye mahkûm olmuştur. İzmirli Nazif, 130 seneye mahkûmdur. Elbistanlı Ramazan’ın 200 seneden fazla mahkûmiyeti vardır. Kurt Haydar’ın 150 seneden fazla mahkûmiyeti vardır. Bunların yanı sıra sadece bıçağını denemek için adam öldüren nice kanlı katiller vardır…

***

“Geçmedi yâre sözümüz/ Yollarda kaldı gözümüz/ Yere sürüldü yüzümüz/ Böyleymiş kara yazımız.// Çiçekler açılmaz oldu/ Pınarlar içilmez oldu/ Yâr bize gülmez oldu/ Böyleymiş kara yazımız.” (Sebahattin Ali, Kara Yazı)

***  

Tarihî Sinop Cezaevinde çekilen dizi ve sinema filmleri ise şöyle: “Eşkıya Dünyaya Hükümran Olmaz” (Yönetmen: Onur Tan, Senaryo: Raci Şaşmaz-Bahadır Özdener), “Pardon” (Yönetmen: Mert Baykal, Senaryo: Ferhan Şensoy), “Bizim Hikâye” (Yönetmen: Yasin Uslu, Senaryo: Seda Altaylı Turgutlu), “Köpek”, “Esir Şehrin Gözyaşları” ve “Tatar Ramazan”. Özellikle Kadir İnanır’ın başrolünde oynadığı Tatar Ramazan ilgiyle izlenmiştir. Bu cezaevinde yatan herkesin hayatı, kanaatimce bir filme konu olacak boyuttadır.

Tarihî Sinop Cezaevi’ni büyük bir ilgiyle gezdik. Önce girişte görevlilerden malûmat aldık. Oklarla da ziyaretçilerin rahatça gezmeleri için yönlendirmişler. Hemen sağ tarafta, ana caddeye yakın bölümde çocuk ıslah evi mevcut. Burada görüşme odalarına bakınca büyüklerin yattığı yer ile pek farkı olmadığı gözlemleniyor. Bu bölümde, burası tersane iken yapılan takalardan bir örnek sergileniyor. Eski devirlerden, henüz top icat edilmediği zamanlardan kalma, mancınık ile atılan güllelerden bir yığın gülleyi görüyorsunuz.

Esas cezaevine girmeden önce idarî bölümden geçmeniz gerekiyor. Burada bürolar ve cezaevi müdürünün mâkâmı, olduğu gibi muhafaza edilmiş. Mahkûm koğuşlarının bulunduğu ana bölümlere bir merdivenden inerken, burası biraz yüksek olduğu için tüm cezaevi karşınızda ürpertici bir şekilde duruyor. Aslında burası cezaevi olarak kullanılmamış olsa belki bu ürpertiyi benliğinizde hissetmeyeceksiniz. Evet, bu ürperti, ziyaretimizi tamamlayıncaya kadar üzerimizden gitmiyor.

Özel tasarlanmış dört büyük bölümden oluşan tarihî Sinop Cezaevi’nin bütün koğuşlarını, zindanlarını, hücrelerini gezerken hep aklınıza kader mahkûmları geliyor. Bir ara demir parmaklıklar arkasından bağırmak geldi içimden. (“Gardiyan, çıkar beni buradan!” diye sesimin yettiği kadar bağırıyorum ve Ahmet Saraç da bunu kayda alıyor. Bu kaydı sonra sosyal medya hesabımdan paylaştım ve büyük ilgi topladı.)

Yaşlı bir ağacın dibinde düşünceli bir şekilde oturuşumu Kara Ahmet Paşa resmediyor, sanatsal bir fotoğraf çıkıyor ortaya. Mahkûmların maltada hizaya dizildikleri yerde sanki gardiyanlar sayım yapıyormuş zannına kapılıyorsunuz. Avluda yalnız başıma volta atarken kendimi sahiden mahkûm gibi hissediyorum. Volta esnasında, yüksek duvarlar üzerinde nöbetçi kulübeleri üstüme yürüyecekmiş gibi oluyor. Kısacası cezaevinin atmosferi insanı derinden etkiliyor.

Duvarda asılı prangaların demir olarak gücüne bakınca, Evliya Çelebi’nin tarifini abartılı bulmuyorum. Dönüp dolaşıp Sebahattin Ali Koğuşu’na geliyoruz. Burası bana biraz farklı geliyor. Duvarlarda fotoğraflar ve Sebahattin Ali’nin yazdığı şiirlerle doldurulmuş.

Gezinin son bulduğu demde, kısımlar kapısından dış avluya çıkıyorsunuz. Hikâyesini yazdığımız dut ağacı burada hâlâ ayakta duruyor. Ahmet’e bir cezaevi hatırası fotoğrafı çektiriyorum. En zarurî ihtiyaç olan temizlik için dış avlunun deniz tarafındaki hamam dikkatimizi çekiyor. Duvarlar nemden simsiyah olmuş. Hamamda göbek taşı yok. Beş adet kurna var fakat kırık dökük. Velhasıl, hamam kullanılması mümkün olmayan bir durumda. Tarihî cezaevinin genelinde olduğu gibi oldukça hoyrat kullanılmış ve ihmâl edilmiş.

Burayı gezip görmek insanın merak ve ilgisini celp etse de üç saat boyunca gezmekte olduğumuz mekândan âdeta kaçmak geliyor içimden. “Aldırma Gönül Aldırma” türküsünü mırıldanarak kendimizi dışarıya atıyoruz. Zaten Ahmet, telefonundan hep bu türküyü dinledi ve dinletti.

Günümüz cezaevlerine dair kısa bir not

Adalet Bakanlığı’nın açıklamalarına göre, şu an ülkemizde 290 kapalı, 60 müstakil açık, 2 çocuk, 5 kadın kapalı, 1 kadın açık, 3 kapalı çocuk olmak üzere 361 cezaevi bulunmaktadır. Bu cezaevlerinin toplam kapasitesi 180 bindir. Mahkûmların yüzde 86’sı hükümlü durumundadır. 2000 yılında 50 bin hükümlü ve tutuklu mevcut iken, 2016 yılı Ağustos ayında bu sayı 215 bine çıkmıştır.

Sinop hakkında

Bana göre biraz kasvetli olan yazımızı Sinop’un cazibeli güzelliklerinden bahsederek noktalayalım…

Sinop’un merkez nüfusu 40 binin biraz üzerinde ve trafik lâmbası olmayan, insanların birbirine saygılı olduğu güzel bir şehrimiz. Tarihî bakımdan oldukça zengin. “Kuzeyin Hırçın Güzeli Sinope” adıyla Sinop hakkında bir kitap yazan arkeolog Fuat Dereli, Sinop’u Roma döneminden günümüze değin bir güzel anlatmış. Bir kitaba sığmayan Sinop’u burada size anlatmamız elbette mümkün değil. Dağları, bayırları, yarımadası, taze balık yenebilen balıkçı lokantaları, sahil boyu, şehre kimliğini veren kale bedenleri, türbeleri, Pervane Medresesi, yemyeşil ilçeleri ve insanı büyüleyen şelâleleri, başta Alâeddin Camiî olmak üzere tarihî camileri ve masmavi koyları, hırçın Karadeniz’i ile yıldızlaşmış bakir bir şehrimizdir Sinop.

Sinop, âşık olunacak bir şehir. Her ilçesinin kendine has meşhurları, Ayancık mağaraları, Akgöl’ü, Boyabat Kalesi, kaya mezarları, kalker taşları, Gerze konakları, yöresel el sanatları, kuyu kebabı, maket korta ve yelkenli imâlâtları saymakla bitmeyecek Sinop, güzellikleri ve özellikleri ile bambaşka! Hele ülkemizin en kuzey noktasında bulunmak, ayrı bir haz veriyor insana…

Tarihî cezaevinden bahsedip de onu bağrında asırlardır taşıyan şehirden bahsetmemek olmazdı. Fakat bu kadar yeter. Çok merak ediyorsanız, işte Sinop orada! Gidin ve görün, asla pişman olmayacaksınız!