Sebahattin Ali, türkü ve Sinop Cezaevi (2)

16’ncı yüzyılın ortalarından itibaren Sinop, bir nevi hapishanedir. İç Kale’yi oluşturan burçlar, bu tarihten itibaren zindan olarak kullanılmıştır. Zindanlarda ilk yatanlar, 1560’lı yıllarda çıkan bir ayaklanmada yağmacılıkla suçlanan İbrahim ve Mehmet adlı iki şahıstır. Bir başka misafiri ise 1713’te Kırım Hanı Devlet Giray’dır.

BİR önceki yazımızda tarihî Sinop Cezaevi’ni tarihteki yeri ve bugünkü hâliyle sizlere aktarmaya çalışmıştık. Bugün de duvarlarındaki şiir ve yazıları sizler için bu satırlara aktarmaya devam edecek, yine Sebahattin Ali’nin mahkûmiyeti esnasında burada yazdığı şiirlerinden bazı kesitleri sunacağız inşallah...

Sinop Cezaevi’nde yatan ya da Sinop’a sürgün olunan meşhurlar

Sinop Cezaevi’nin adının geçtiği zaman akla gelenlerden biri de şehirdeki sürgünler, buradan kaçmanın imkânsızlığı ve cezaevinde yatan ünlülerdir. Cezaevinde yatan edebiyatçılar, siyasetçiler ve askerler, daha sonra hatıralarını yazıya dökmüşlerdir. Bu sayede önemli eserlerin ortaya çıkması da sağlanmıştır. 1960’a kadar cezaevinde arşiv tutulmadığı ya da bir şekilde yok edildiği düşünüldüğünde bu hatıra türündeki yazılar, Sinop ve Sinop Cezaevi’nin geçmişteki hikâyesinin günümüze taşınması açısından vazgeçilmez eserler olarak öne çıkmaktadır.

16’ncı yüzyılın ortalarından itibaren Sinop, bir nevi hapishanedir. İç Kale’yi oluşturan burçlar, bu tarihten itibaren zindan olarak kullanılmıştır. Zindanlarda ilk yatanlar, 1560’lı yıllarda çıkan bir ayaklanmada yağmacılıkla suçlanan İbrahim ve Mehmet adlı iki şahıstır. Bir başka misafiri ise 1713’te Kırım Hanı Devlet Giray’dır.

Diğer meşhur kişilere de sırayla bakalım…

Refik Halit Karay, 12 Haziran 1913’te, Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi ile başlayan ve suikastı takiben “İttihat Terakki karşıtı” olması sebebiyle 1913-1918’de Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik’te sürgün hayatı yaşamıştır.

Mustafa Suphi, İttihatçı rejimin halk düşmanı niteliğini ve haksız savaş yaklaşımlarını eleştiren yazıları sebebiyle, Şevket Paşa’nın öldürülmesi de bahane edilerek 1913 yılında 15 yıla mahkûmiyetle Sinop’a sürülür ve bir yıl sonra Rusya’ya kaçar.

Ahmet Bedevi Kuran, 1913’te önce Bodrum’a, sonra Sinop’a sürülmüş, oradan Sivastopal’a kaçmıştır.

Refi Cevad Ulunay, Alemdar gazetesindeki yazıları sebebiyle Sinop’a sürülmüştür.

Hüseyin Hilmi, Osmanlı Sosyalist Fırkası kurucuları arasında yer almış, 1913 yılında Sinop’a, daha sonra Çorum ve Bala’ya sürülmüş, 1923’te öldürülmüştür.

Burhan Felek, kısa bir süre Sinop’ta sürgün kalmıştır. Osman Cemal Kaygılı, 1913 yılı Sinop sürgünlerindendir. Celal Zühtü Benneci, Sinop sürgününü tadanlardandır. Sebahattin Ali, Sinop Cezaevi’nde şiirlerini yazan meşhur mahkûmlardandır. Kerim Korcan, 1938 Harp Okulu Dâvâsı sonucu 10 yıl Sinop Cezaevi’nde kalmıştır.

Osman Deniz, Talat Aydemir Olayı’ndaki önemli isimlerden biridir. Kurmay Yarbay görevini sürdürürken 22 Şubat 1962 olaylarına karışması, 1963 eylemlerine öncülük yapması gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırılır ve cezası müebbede çevrilir; infazını Sinop’ta çeker ve 1974’te aftan yararlanır.

Gazeteci-yazar Zekeriya Sertel, 1925’te Resimli Ay dergisindeki yazılarından ötürü İstiklâl Mahkemesi tarafından üç yıl süreyle Sinop’a sürgün edilir.

Bir ara Nazım Hikmet’in de Sinop Cezaevi’nde yattığı söylense de bu konuda herhangi bir kayda rastlanmamıştır.

Bunlar Sinop’a sürülen ve tarihî cezaevinde yatan şöhretliler. Ya bir de şöhretli olmayanları düşünecek olursak, bu nemli duvarlar arasında nice canlar çürümüş ve kim bilir kaç defa darağacı kurulmuştur… Kullanıldığı yıllarda da, şimdi de oldukça nemli; yatanın iflah olması çok zor.

Bir ara gezi sırasında demir parmaklıklar arasından bağırdım: “Gardiyan, çıkar beni buradan!”

***

“Beni güzel günümde/ Sebepsiz bir keder alır/ Bütün ömrümün beynimde/ Acı bir tortusu kalır.// Anlayamam kederimi/ Bir ateş yakar derimi/ İçim dar, bulur yerimi/ Gönlüm dağlarda bunalır…” (Sebahattin Ali, Melankoli)

***

Cezaevini gezerken gözümüze birçok yazı çarpıyor. Tabelalar bizi yönlendiriyor. “1. Kısım Koğuşları”, “2. Kısım Koğuşları”, “3. Kısım Koğuşları”, “4. Kısım Koğuşları” ve birçok açıklama… Fakat özellikle mahkûmları ilgilendiren yazılardan bazılarını sizlerle paylaşmak isterim: “Kusursuz dost arayan, dostsuz kalır”, “Hatasız insan yoktur”, “İnsanlık, hatasını kabul ve tamir etmekle ölçülür”, “Kitapsız hayat; kör, sağır ve dilsiz hayattır”, “Kan öçle değil, suyla temizlenir” (W. Shakespeare), “Adalet mülkün temelidir”…

Hüseyin Pehlivan’ın hikâyesi

Hüseyin Pehlivan, Kafkas göçmeni bir ailenin çocuğu olarak 1933 yılında, Gerze’nin Yaykıl köyünde doğar. Toplumumuzun hâlen kanayan yarası olan kan dâvâsı hükümlüsü olan gencecik bir delikanlı olarak 1954 yılında Sinop Han’ına düşer. Cezasını çekerken okur, yazar, çalışır. Bütün gayreti düzgün bir insan olmaktır. 1966 yılına kadar Sinop’un Han’ında cezasını çeken Hüseyin Pehlivan, Ceza Kanunu’nun ilgili maddeleri ve çıkarılan af kanunları ile 1969 yılında Niğde Cezaevi’nden tahliye olarak memleketine döner. İş Kanunu’nda eski hükümlüler lehine düzenlemeler ile Sinop’ta bir dönem başlıca istihdam kurumları arasında yer alan Amerikan Radar’ında iş bularak buradan emekli olur. Çeşitli medya kuruluşları kendisi ile canlı röportaj yapmış ve hakkında yazı dizisi yayınlanmıştır.

***

“Dağlar dik, çeşmeler kuru/ Yarimin benzi çok sarı/ Ölüm var, dönülmez geri/ Yürü yağız atım yürü…// Dağlar geçilmiyor kardan/ Aman yok candarmalardan/ Ayrılamadım bu yardan/ Yürü yağız atım, yürü…” (Sabahattin Ali, Kızkaçıran)


Dut (teselli) ağacının hikâyesi

Cezaevinin dış bahçesinde yaşlı bir dut ağacı var. Sanırım hâlâ meyve veriyor. Bu ağacın yakınına bir tabela dikmişler. Tabelanın sağ tarafında elle yazılmış yazıda şunlar yazıyor: “Sinop Cezaevi’nin dış bahçesine diktiğim dut fidesi. 1959. Yanımdaki arkadaş, Adanalı Sabri İnce ve Hüseyin Pehlivan.”

Ağaç, eski mahkûm Hüseyin Pehlivan tarafından 1959 yılında dikilmiş. Kendisi tarafından anlatılan hikâyesi şöyle:

“Dut ağacı bu! Dikmek için müdüriyete yazı yazmam lâzım. ‘Maruzat’ deriz biz ona. Yazı gider müdürün önüne, müdür bakar. ‘Hüseyin Pehlivan yazı yazmış!’ Cezaevinde birçokları da ‘yazar’ derdi bana, öyle çağırırdı beni. Müdür beni çağırıp, ‘Yazı yazmışsın, söyle bakalım, ne istiyorsun’ dedi. ‘Sayın müdürüm, ben bir dut ağacı dikmek istiyorum’ dedim. ‘Nereye dikeceksin? Neden? Ne yapacaksın dut ağacını? Yani dut ağacı büyüyecek, dut verecek, herkes bunun dutundan yiyecek, sana dua edecek, öyle mi?’ dedi.

Ben, ‘Müdür Bey, öyle değil. Aslında hem öyle, hem de başka anlamı var’ dedim. ‘Başka ne anlamı var?’ dedi. Ben de, ‘Bu dut ağacı büyüdüğü zaman 20 sene, 30 sene, 50 sene sonra, neyse, kaç yıl sonra olursa olsun, büyüdüğü zaman buraya gelen mahkûmlar diyecekler ki, ‘Bu ağacını diken kişi idamdan kurtulmuş, müebbet cezaya çarptırılmış, müebbet cezayı da bitirmiş, çıkmış buradan’. Bu şekilde teselli kaynağı olacak onlar için. Ben bunu düşünüyorum; daha ümidimi yitirmedim, ben bir gün çıkacağım buradan. Hiç ümidimi yitirmedim’ dedim. Öylece durdu ve ‘Peki, dış bahçenin bir yerine dik’ dedi.

Hüseyin Pehlivan ‘teselli ağacını’ dikti ve ümit ettiği gibi Sinop’un Han’ından tahliye oldu.”

***

“Bende hiç tükenmez bir hayat vardı/ Kırlara yayılan ilk bahar gibi/ Kalbim hiç durmadan çarpardı/ Göğsümün içinde ateş var gibi...// Şimdi şiir senin yüzündür/ Şimdi benim tahtım senin dizindir/ Sevgilim, saadet ikimizindir/ Göklerden gelen bir yadigâr gibi…// Başını göğsüme sakla sevgilim/ Güzel saçlarında dolaşsın elim/ Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim/ Sevişen, yaramaz çocuklar gibi…” (Sabahattin Ali, Çocuklar Gibi)

***

Sevgili okur, böylelikle sizlere sunmaya çalıştığımız tarihî Sinop Cezaevi ve Sebahattin Ali şiirleriyle dolu yazı dizisinin ikinci bölümünü de tamamlamış olduk. Bir sonraki yazımızda aynı minvâlde buluşmak üzere hepinizi Allah’a emanet ediyoruz.