BİR önceki yazımızda tarihî
Sinop Cezaevi’ni tarihteki yeri ve bugünkü hâliyle sizlere aktarmaya çalışmıştık.
Bugün de duvarlarındaki şiir ve yazıları sizler için bu satırlara aktarmaya
devam edecek, yine Sebahattin Ali’nin mahkûmiyeti esnasında burada yazdığı
şiirlerinden bazı kesitleri sunacağız inşallah...
Sinop
Cezaevi’nde yatan ya da Sinop’a sürgün olunan meşhurlar
Sinop
Cezaevi’nin adının geçtiği zaman akla gelenlerden biri de şehirdeki sürgünler, buradan
kaçmanın imkânsızlığı ve cezaevinde yatan ünlülerdir. Cezaevinde yatan
edebiyatçılar, siyasetçiler ve askerler, daha sonra hatıralarını yazıya
dökmüşlerdir. Bu sayede önemli eserlerin ortaya çıkması da sağlanmıştır. 1960’a
kadar cezaevinde arşiv tutulmadığı ya da bir şekilde yok edildiği
düşünüldüğünde bu hatıra türündeki yazılar, Sinop ve Sinop Cezaevi’nin
geçmişteki hikâyesinin günümüze taşınması açısından vazgeçilmez eserler olarak
öne çıkmaktadır.
16’ncı
yüzyılın ortalarından itibaren Sinop, bir nevi hapishanedir. İç Kale’yi
oluşturan burçlar, bu tarihten itibaren zindan olarak kullanılmıştır. Zindanlarda
ilk yatanlar, 1560’lı yıllarda çıkan bir ayaklanmada yağmacılıkla suçlanan
İbrahim ve Mehmet adlı iki şahıstır. Bir başka misafiri ise 1713’te Kırım Hanı
Devlet Giray’dır.
Diğer
meşhur kişilere de sırayla bakalım…
Refik
Halit Karay, 12 Haziran 1913’te, Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi ile
başlayan ve suikastı takiben “İttihat Terakki karşıtı” olması sebebiyle
1913-1918’de Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik’te sürgün hayatı yaşamıştır.
Mustafa
Suphi, İttihatçı rejimin halk düşmanı niteliğini ve haksız savaş yaklaşımlarını
eleştiren yazıları sebebiyle, Şevket Paşa’nın öldürülmesi de bahane edilerek
1913 yılında 15 yıla mahkûmiyetle Sinop’a sürülür ve bir yıl sonra Rusya’ya
kaçar.
Ahmet
Bedevi Kuran, 1913’te önce Bodrum’a, sonra Sinop’a sürülmüş, oradan
Sivastopal’a kaçmıştır.
Refi
Cevad Ulunay, Alemdar gazetesindeki yazıları sebebiyle Sinop’a sürülmüştür.
Hüseyin
Hilmi, Osmanlı Sosyalist Fırkası kurucuları arasında yer almış, 1913 yılında
Sinop’a, daha sonra Çorum ve Bala’ya sürülmüş, 1923’te öldürülmüştür.
Burhan
Felek, kısa bir süre Sinop’ta sürgün kalmıştır. Osman Cemal Kaygılı, 1913 yılı
Sinop sürgünlerindendir. Celal Zühtü Benneci, Sinop sürgününü tadanlardandır.
Sebahattin Ali, Sinop Cezaevi’nde şiirlerini yazan meşhur mahkûmlardandır.
Kerim Korcan, 1938 Harp Okulu Dâvâsı sonucu 10 yıl Sinop Cezaevi’nde kalmıştır.
Osman
Deniz, Talat Aydemir Olayı’ndaki önemli isimlerden biridir. Kurmay Yarbay
görevini sürdürürken 22 Şubat 1962 olaylarına karışması, 1963 eylemlerine
öncülük yapması gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırılır ve cezası müebbede
çevrilir; infazını Sinop’ta çeker ve 1974’te aftan yararlanır.
Gazeteci-yazar
Zekeriya Sertel, 1925’te Resimli Ay dergisindeki yazılarından ötürü İstiklâl
Mahkemesi tarafından üç yıl süreyle Sinop’a sürgün edilir.
Bir
ara Nazım Hikmet’in de Sinop Cezaevi’nde yattığı söylense de bu konuda herhangi
bir kayda rastlanmamıştır.
Bunlar
Sinop’a sürülen ve tarihî cezaevinde yatan şöhretliler. Ya bir de şöhretli
olmayanları düşünecek olursak, bu nemli duvarlar arasında nice canlar çürümüş
ve kim bilir kaç defa darağacı kurulmuştur… Kullanıldığı yıllarda da, şimdi de
oldukça nemli; yatanın iflah olması çok zor.
Bir
ara gezi sırasında demir parmaklıklar arasından bağırdım: “Gardiyan, çıkar beni
buradan!”
***
“Beni güzel günümde/
Sebepsiz bir keder alır/ Bütün ömrümün beynimde/ Acı bir tortusu kalır.//
Anlayamam kederimi/ Bir ateş yakar derimi/ İçim dar, bulur yerimi/ Gönlüm
dağlarda bunalır…” (Sebahattin
Ali, Melankoli)
***
Cezaevini
gezerken gözümüze birçok yazı çarpıyor. Tabelalar bizi yönlendiriyor. “1. Kısım
Koğuşları”, “2. Kısım Koğuşları”, “3. Kısım Koğuşları”, “4. Kısım Koğuşları” ve
birçok açıklama… Fakat özellikle mahkûmları ilgilendiren yazılardan bazılarını
sizlerle paylaşmak isterim: “Kusursuz dost arayan, dostsuz kalır”, “Hatasız
insan yoktur”, “İnsanlık, hatasını kabul ve tamir etmekle ölçülür”, “Kitapsız
hayat; kör, sağır ve dilsiz hayattır”, “Kan öçle değil, suyla temizlenir” (W.
Shakespeare), “Adalet mülkün temelidir”…
Hüseyin
Pehlivan’ın hikâyesi
Hüseyin
Pehlivan, Kafkas göçmeni bir ailenin çocuğu olarak 1933 yılında, Gerze’nin
Yaykıl köyünde doğar. Toplumumuzun hâlen kanayan yarası olan kan dâvâsı
hükümlüsü olan gencecik bir delikanlı olarak 1954 yılında Sinop Han’ına düşer.
Cezasını çekerken okur, yazar, çalışır. Bütün gayreti düzgün bir insan
olmaktır. 1966 yılına kadar Sinop’un Han’ında cezasını çeken Hüseyin Pehlivan,
Ceza Kanunu’nun ilgili maddeleri ve çıkarılan af kanunları ile 1969 yılında
Niğde Cezaevi’nden tahliye olarak memleketine döner. İş Kanunu’nda eski
hükümlüler lehine düzenlemeler ile Sinop’ta bir dönem başlıca istihdam
kurumları arasında yer alan Amerikan Radar’ında iş bularak buradan emekli olur.
Çeşitli medya kuruluşları kendisi ile canlı röportaj yapmış ve hakkında yazı
dizisi yayınlanmıştır.
***
“Dağlar dik,
çeşmeler kuru/ Yarimin benzi çok sarı/ Ölüm var, dönülmez geri/ Yürü yağız atım
yürü…// Dağlar geçilmiyor kardan/ Aman yok candarmalardan/ Ayrılamadım bu
yardan/ Yürü yağız atım, yürü…” (Sabahattin Ali, Kızkaçıran)
Dut
(teselli) ağacının hikâyesi
Cezaevinin
dış bahçesinde yaşlı bir dut ağacı var. Sanırım hâlâ meyve veriyor. Bu ağacın
yakınına bir tabela dikmişler. Tabelanın sağ tarafında elle yazılmış yazıda
şunlar yazıyor: “Sinop Cezaevi’nin dış
bahçesine diktiğim dut fidesi. 1959. Yanımdaki arkadaş, Adanalı Sabri İnce ve
Hüseyin Pehlivan.”
Ağaç,
eski mahkûm Hüseyin Pehlivan tarafından 1959 yılında dikilmiş. Kendisi
tarafından anlatılan hikâyesi şöyle:
“Dut
ağacı bu! Dikmek için müdüriyete yazı yazmam lâzım. ‘Maruzat’ deriz biz ona.
Yazı gider müdürün önüne, müdür bakar. ‘Hüseyin Pehlivan yazı yazmış!’ Cezaevinde
birçokları da ‘yazar’ derdi bana, öyle çağırırdı beni. Müdür beni çağırıp,
‘Yazı yazmışsın, söyle bakalım, ne istiyorsun’ dedi. ‘Sayın müdürüm, ben bir
dut ağacı dikmek istiyorum’ dedim. ‘Nereye dikeceksin? Neden? Ne yapacaksın dut
ağacını? Yani dut ağacı büyüyecek, dut verecek, herkes bunun dutundan yiyecek,
sana dua edecek, öyle mi?’ dedi.
Ben,
‘Müdür Bey, öyle değil. Aslında hem öyle, hem de başka anlamı var’ dedim.
‘Başka ne anlamı var?’ dedi. Ben de, ‘Bu dut ağacı büyüdüğü zaman 20 sene, 30
sene, 50 sene sonra, neyse, kaç yıl sonra olursa olsun, büyüdüğü zaman buraya
gelen mahkûmlar diyecekler ki, ‘Bu ağacını diken kişi idamdan kurtulmuş,
müebbet cezaya çarptırılmış, müebbet cezayı da bitirmiş, çıkmış buradan’. Bu
şekilde teselli kaynağı olacak onlar için. Ben bunu düşünüyorum; daha ümidimi
yitirmedim, ben bir gün çıkacağım buradan. Hiç ümidimi yitirmedim’ dedim.
Öylece durdu ve ‘Peki, dış bahçenin bir yerine dik’ dedi.
Hüseyin
Pehlivan ‘teselli ağacını’ dikti ve ümit ettiği gibi Sinop’un Han’ından tahliye
oldu.”
***
“Bende hiç
tükenmez bir hayat vardı/ Kırlara yayılan ilk bahar gibi/ Kalbim hiç durmadan
çarpardı/ Göğsümün içinde ateş var gibi...// Şimdi şiir senin yüzündür/ Şimdi
benim tahtım senin dizindir/ Sevgilim, saadet ikimizindir/ Göklerden gelen bir
yadigâr gibi…// Başını göğsüme sakla sevgilim/ Güzel saçlarında dolaşsın elim/ Bir
gün ağlayalım, bir gün gülelim/ Sevişen, yaramaz çocuklar gibi…” (Sabahattin Ali,
Çocuklar Gibi)
***
Sevgili
okur, böylelikle sizlere sunmaya çalıştığımız tarihî Sinop Cezaevi ve
Sebahattin Ali şiirleriyle dolu yazı dizisinin ikinci bölümünü de tamamlamış
olduk. Bir sonraki yazımızda aynı minvâlde buluşmak üzere hepinizi Allah’a
emanet ediyoruz.