Şeb-i Taarruz

Sanırsınız, ezan-ı Muhammediye Türkçe okunursa bu zevat namaza davet edildiklerini anlayacaklar ve camilere koşacaklar, safları dolduracaklar. Geliniz ve görünüz ki, bu zevattan bir kez olsun operalar İtalyanca yerine Türkçe icra edilsin diye bir talep işitemezsiniz. Zira kendileri sular seller gibi İtalyanca bilirler. Figaro’nun Düğünü, Carmen, Machbet baştan sona ezberlerindedir.

İBB’nin düzenlediği Şeb-i Aruz ayini sanırım hepinizin malûmu. Hani şu Türkçe yapılan müsamereden bahsediyorum.

Kuvvetle muhtemel, her şey “Şeb-i Aruz” tanımının Türkçeye çevrilmesiyle başlamış olmalı.

Nedir “Şeb-i Aruz”?

Türkçesi, “düğün gecesi”...

E, çeviri “düğün gecesi” olunca Mevlevîhâne de düğün salonuna dönüşüvermiş hâliyle. Genç çiftleri piste davet etmişler. Nereden bilsinler Mevlâna’nın Hakk’a kavuştuğu geceyi bir vuslat, bir düğün gecesi mesâbesinde gördüğünü?

Kadınlı erkekli Onuncu Yıl Marşı ile dans ediyorlar, tepiniyorlar işte, ne var ki bunda?

Evet, Onuncu Yıl Marşı’nı ben uydurdum lâkin 800 yıllık dinî bir ritüeli aslından koparıp bir garâbetin altına imza atmışsanız, üstelik kadın erkek birlikte sema yaptırmışsanız, ister bunu -ne demekse artık- Türkçe Kur’ân ile yapmış olun, ister Ankara’nın Bağları’nı çalarak, bir farkı yok!

Bu ülkede -biliyoruz ki- hâlâ ve daima “Türkçe ezan” ve “Türkçe Kur’ân” için aşerenler var; bunlara “Türkçe sema” da eklendi! Fırsat buldukça yaptıkları, iktidar olduklarında yapacaklarının teminatıdır.

Bahaneleri de belli; ezan ve namaz Türkçe olsun, ne söylendiğini anlayalım…

Sanırsınız, ezan-ı Muhammediye Türkçe okunursa bu zevat namaza davet edildiklerini anlayacaklar ve camilere koşacaklar, safları dolduracaklar.

Geliniz ve görünüz ki, bu zevattan bir kez olsun operalar İtalyanca yerine Türkçe icra edilsin diye bir talep işitemezsiniz. Zira kendileri sular seller gibi İtalyanca bilirler. Figaro’nun Düğünü, Carmen, Machbet baştan sona ezberlerindedir.

Bu konunun bir “dil meselesi” değil, “din meselesi” olduğunu hepimiz biliyoruz aslında.

Bunu sık sık kendileri de itiraf ediyorlar zaten. Küpün içinde ne varsa, dışarı da o sızıyor.

Misâl, daha üç vakit önce İstanbul şeysi Ekrem İmamoğlu, İstanbul Müftülüğüne çağrıda bulunmuş, camilerin kapatılmasını önermişti. Neymiş efendim, camilerde yoğunluk oluyormuş, salgın yayılıyormuş.

Muhtemelen kendisinin en son içerisini gördüğü cami, seçim öncesi gittiği Eyüp Sultan Camiî olmalı. Hani en az İngilizcesi kadar kötü bir aksanla Yasin-i Şerif’i okumaya çalıştığı Eyüp Sultan Camiî...

(O Yasin-i Şerif’i de sayfaya yapıştırılmış Lâtin alfabe ile yazılı bir metinden okuduğunu da düşünmüyor değilim.)

Bir sonraki seçime kadar Ekremciğimin başka bir camiye yolunun düşeceğini de zannetmiyorum açıkçası.

Evet, camilerin içerisinden, cemaatin bir buçuk metre mesafeyle saf olduklarından, maskesiz camilere girilmediğinden ve cemaatin kendi seccâdelerini getirdiklerinden bîhaber kendisi. Ama yine de virüs camilerden yayılıyormuş, camiler kapatılmalıymış.

İmamoğlu, bir buçuk metre mesafeyle safa duran cami cemaatiyle ilgileneceği yerde, aralarında bir buçuk santim bile boşluk olmayan otobüs ve metro cemaati ile ilgilense keşke! Çok şey mi istiyoruz?

Yüzlerce otobüs garajlarda bekletilirken, sekiz vagonlu metro trenlerinin vagon sayıları dörde düşürülmüşken ve otobüslerde insanlar burun buruna, sıkış tepiş seyahat ederken, utanma hissi olan bir insan, en azından susar!

Otobüsler, metrolar ve duraklardaki rezaletle alâkalı İBB’nin son açıklaması, Fazilet Durağı’ndan binen 57 kişiyle ilgiliydi ki bu açıklamanın yalan çıkması ve otobüsün o durakta durmamış olduğunun tespiti üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Murat Ongun hâlâ “kan donduran” o görüntüleri paylaşacak inşallah. Bekliyoruz.

Aklıma gelmişken, yazmadan geçemeyeceğim: CHP’li Berhan Şimşek de, “Cuma namazında hutbeyi dinlememek için farzdan sonra çıkıyorum” demişti. Adam Cuma namazının farzının hutbeden sonra kılındığından bîhaber ama bize dini öğretecek kadar da ulema…

Konuyu dağıttığımızın farkındayım, toparlayayım efendim…

Eeey İBB! Eeey İmamoğlu!

İstediğiniz müsamereyi ve tapınmayı, istediğiniz mâkâma, istediğiniz dilde, hatta İtalyanca bile, istediğiniz şekliyle, meşrebinize uygun olarak her türlü sefillik içerisinde yapabilirsiniz. İsterseniz “Tapınıyoruz” diye dansöz oynatın, buna kanunen bir engel de yok.

Sadece yaptığınız bu rezilliğin adına namaz, ezan, sema filan demeyin, kâfi! Bunun yerine “eylemselli tapıngaç, uyargaçlı duyargaç, dönengeçli önengeç”, tavsiyelerimdir.

Düşün dinin ve mütedeyyin insanların yakasından!

Sizin kadınlı-erkekli “sema ayininize” ihtiyacımız yok! Hiç de olmadı. Gölge etmeyin yeter, az ötede eğleşin!

***

Kalınız sağlıcakla efendim…