Sayılar

Çok yaşayan, yüze kadar yaşarmış. Allah bin bereket versin, yüz bin kere maşallah! Milyoner olmak, milyarder olmak hayâli güzel şey elbet; hesapsız şükür Allah’ım, saymakla bitmeyecek olan bunca nimet için hesapsız şükür!

BİRDENBİRE oldu her şey. Bir iken sayısız çokluğa dönüştüler ve yine birliğe dönecek her şey...

İnsana iki yol çizildi dünya içinde; biri cennete çıkar, biri cehenneme… Başka hiçbir çıkar yol yok ki yürüyebilsin. Ya iman olur bir kalpte ya da inkâr. Şüphe bile üçüncü bir mekân tutamaz. İki şıklı bir soru kâğıdı ömür; ya doğrudur ya da yanlış!

İki kol, iki göz, iki kulak, iki kutup, iki yol… İki ayak, bir yolda yürümek zorunda kalır bir kalp uğruna, bir olanın aşkına; bir tek dünya, bir tek ömür, bir tek şans verilmiş insana. İki omuzdan biri sevapları, diğeri günahları yüklenir. Bir melek, bir şeytan arası gelgitleri olur insanın; belki de pişmanlığı ve kabul olunan tevbesi olur.

İlk üçe girmek güzel: Altın, bronz ve gümüş madalya almak… Üç vakit belirlenmiş akıp gitmekte: Dün, bugün ve yarın... Bugün geçer, dün olur; gelmeyen gün, yarın olur. Dünün yeri hâfızadır, yarının yeri de öyle… Hayat bugündür, fırsat bugün, karar bugün, atılım bugün… Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncüsünde kurtuluş yok. Erkeğin iki boşama hakkı olur, üçüncüsü ayrılık. Sülüs hat üç eğimdir; ikisi düzümsü, biri yuvarlağımsı. Üç bölümden oluşur bir roman; giriş gelişme ve sonuç…  

Dört mevsim, dört kitap, dört büyük melek gelir aklıma. İlkbaharla dirilmek, yazla yaşlanmak, sonbaharla ölmek ve kışla berzahta kıyameti beklemek... Hava, su, ateş ve toprak; işte hayata kaynaklık eden dört ana unsur. Neden dört ayak, dört teker, dört yön, doğu, batı, kuzey ve güney? Aslında dört, dengedir; güçtür, sağlamlıktır.

Bir el beş parmak, bir namaz beş vakit… Eksiklik kabul etmeyen bir elin gücü, beş parmağın beşinde gizli. Kulun sevdâsına beş kavuşma ânıdır seher, öğle, ikindi, akşam ve yatsı buluşmaları; aşkın sazında beş tel, beş ezan, beş abdest, beş rükû ve beş secde vakti… Beştir Yaradan’a teslim olmanın şartı. Önce Varlığa ve Birliğe (cc) şâhitlik eder kul, sonra Muhammed’i (sav) anar; namaz, oruç, hac ve zekâtla beşi tamamlar. Beşibirlik takarlar geline, parmağına beş taş yüzük... Benimse hatıramda beş taş oynadığım çocukluğumdur paha biçilemeyen; pırlantalara değişmem o günlerimi!

Altı iman esasıyla dolmayı bekler boş yürek. Allah, Kitap, Peygamberler, ahiret, kazâ-kader, hayır-şer ve yeniden diriliş… Altı ip kıvrılır ve halat olur, çeker kalbin yükünü. Arıya vahyeder Matematiğin Sahibi ve altıgen petek dokurlar çıtaya, sonra da bal doldururlar.

Yedi kat gökler açılır bir bir. Yedi kıta ve okyanuslar süslerken dünyayı, yedi cehennem kapısı bekler inanmayanları. Yedi tavaf olunur Kâbe-i Muazzama, yedi sa’y olunur Safâ ve Merve. Mübarek Cuma’yla beraber yedi güne uyanır insan Yedi Uyuyanlar gibi...

Sekiz gezegen var güneşe sevdâlı; sekiz cennet ve rıdvan bekler inananları. Sekiz melek taşıyacak kıyamet saati arşın yükünü...

Dokuz ay karanlıklar içinde bekler insan anne karnında. Dünyaya gelmek için ruh bedenle buluşur o karanlık mekânda. Alın yazısı teslim edilir dünyaya gelmemiş başa.

Onar onar yaşlanır insan. İlk on, saf çocukluk ve oyun yıllarıdır; ikinci on, ergenlik, ilk gençlik, ilk aşk zamanı; üçüncü on, ekmek derdiyle yuva kurmak ve evlât telâşıyla geçer; dördüncü onda “Ben kimim, neredeyim, neden varım?” deyip akıl başa kurulur; beşinci onda evlât mürüvveti, torun özlemi başlar gönülde. Altıncı onda el, ayak, bel konuşur ağrı sızıyla; ağızda eksilen diş, kafada ağaran saç konuşur hâl diliyle. Yedinci onda sırrını açığa vurmuştur hayat, yolun sonu görünür.

On bir ayın sultanı, Ramazan… Mahyalar yanar, minareler coşar. Teravihler, iftarlar, sahurlar, davullar… Oruç, sokaklarda huzur olarak dolaşır; damarlarda dinginlik, evlerde bereket olur… Hani o babasının (as) sevgili Yûsuf’u (as) görmüş rüyasında, on bir yıldızın, güneşin ve ayın secde ettiğini. Kardeşinin zulmüyle karanlık kuyulardan kurtulup Mısır sultanlığıyla taçlandırılan güzel Yûsuf (as) için on bir ne demekti acaba?

Yirmilik dişin ilk belirdiği deli gençlik… Yirmi üç yıl vahiy yağmuruyla bereketlendi Mekke ve Yesrib... Yirmi beşinde bir Muhammed (sav), bir Hatîce (ra) sevinci…

“Otuz” derlerse, yılda bir oruç zamanı bana göre… Ayın otuzu; kira verme, taksit, cüzdanın para görmesi ve yenilenme zamanı… Otuz beş yaş, Cahit Sıtkı’ya “yolun yarısı” dedirtmiş. Ama Dante kadar ömür vermemiş Allah ona. Kim yarıya geldi, kim sonunda, kim daha yolun başında, bilinmez.

Kırk yıl kurumuş Âdem (as) güneşin altında, hame-i mesnun olup sonra da salsal olurken. “Kırk yıl tevbe etmiş” derler Cennet’ten indiğinde. Kırk yıl güneş batıdan doğacakmış vakit eriştiğinde. Kırk gün lohusaya mezar ağzını açar. Kırkı çıkana kadar bebeğe dokunmaya kıyamazlar. Kırk gün deli dersen deli olurmuş akıllı. Kırkında Hira’da ilk vahyi aldı Peygamber (sav). Üçler, yediler, kırklar var herkesin dilinde…

Çok yaşayan, yüze kadar yaşarmış. Allah bin bereket versin, yüz bin kere maşallah! Milyoner olmak, milyarder olmak hayâli güzel şey elbet; hesapsız şükür Allah’ım, saymakla bitmeyecek olan bunca nimet için hesapsız şükür!

Sayılar ışık yılına dönüşünce, denizler atomlara bölününce, saymak imkânsız hâle gelince, “Gûl Hüve-Allah-u Ahad”, aklımdaki tek cümle…