Saygı anahtardır!

Saygıya “maymuncuk” dememekte çok ısrar ettiğimin belki farkına varmışsınızdır. Özellikle kullanmak istemedim. Zira “anahtar” her yönüyle meşru iken, söz konusu aletin gayrimeşru hisler de barındırıyor olmasından çekindim. Öyle ya, saygı gibi meşruiyet var mı halk içinde?

İNSANIN kendi kendisini metalaştırdığı, hatta ilâhlaştırdığı farklı bir dönem yaşıyoruz. Belki de tarihin bir döneminin tekerrürüdür bu da. Ancak o tekerrürün farkında olup önceki insan tiplerinden ibretler çıkarmak zor olmasa gerek. Sadece biraz aklımızı kullanmalıyız, o kadar!

Saygının sadece kendi özüne karşı uygulanmasını isteyen birey tipinin, sadece karşı ilgi bekleyerek psikolojik anlamda kısmî felçler geçirdiği bir çağ bu. Özgüven ile edepsizliğin karıştırıldığı aşağılık bir dönem...

Peki, saygı nedir? Ne kadardır? Kaç paralıktır? Kimedir? Kim içindir?

Çok da tanım manyağı biri değilim, ancak kendi tariflerimi yaparak birkaç örnek sunmak istiyorum.

Bugünlerde gündemi işgal etmesine rağmen umursanmayan, fakat özellikle toplu taşıma araçlarında sıklıkla karşılaşılan bir tuhaflık oldu “bacak serbestisi fetişizmi”…

Oturdukları koltuklar yetmezmiş gibi bir de yanlarında oturan yolcuların ne hissettiklerini düşünmeden, sırf konforunu arttırdığı zannıyla bacak arası mesafesini 130 derecelik açıdan daha fazlasına çıkarma hırsına sahip insanlar yaşıyor bu memlekette. Hâlbuki bizim medeniyetimizin düsturuydu “edep” ve iki diz kapağının birleştirilmesiyle ortaya çıkan bir semboldü o “edep”. Sanırım İllüminati simgeleriyle uğraşmaktan bize ait işaretleri unutur olduk(!).

Oysa saygı, alan açar. Bir yolcu, bacaklarını birbirinin üzerine atıp öne doğru çıkararak ayaktaki birkaç yolcuya yahut bacaklarını birbirinden oldukça fazla mesafede ayırarak yanında oturan yolculara zulmedip binmiş olduğu toplu taşıma aracında metrekareden çalarak kul hakkına girmek yerine edep sembolüyle oturuyor olsa daha tasarruflu yolculuğa alan açmış olmaz mı?

Yahut hastanede sıra bekleyenleri görmezden gelircesine herkesin önüne geçerek kapıya yumulan bir kimse hasta olabilir mi? Doğru ya, olur! Sosyolojik anlamda muhakkak bir rahatsızlığa sahiptir o tip! Böylesi kimseler yüzünden doktorların kapıları, içeride hasta olmasa da kapalı olur. Zira densizlikle içeri girilmesini istemezler. Sadece doktorlar değil, bu durum her meslek için böyledir.

Hâlbuki saygı, kapı açar. Görmezden gelinerek önüne geçilen herkesin hakkına tecavüz etmek yerine hakkı uygulayıp hak olana şahitlik etmek ne güzeldir!

Veyahut da bir yavrucağın çizdiği resimleri çöpe atmak kime ne kazandırır? Ancak o yavrucağın her çizgisine gösterilen saygı, yavrucağın yüzünde açan gülümsemeyle dünyalara bedel olur. Yani diğer iki örnekte saygı alan ve kapı açarken, bu misale göre çiçek açar.

Bazen enteresan haberler hükmünde yayınlanan çocuk bültenleri yer alır ekranlarda. Denir ki habere göre, “Filanca çocuğun açtığı sergi büyük ilgi görüyor”. O çocuğun açmış olduğu serginin haber olması için çizdiği resimlerinin derlenip toparlanması adına ona yol yordam gösteren ve evvelâ onun çizimlerine akıl ve gönül kapılarını açan ebeveynlere gerek yok mudur? O anne baba ne güzel bir çifttir ki, geleceğe yaptıkları bu muhabbet yatırımı, sevgi bağından derilecek tonlarca meyveyle geri dönecektir.

Öyleyse gündemde yer alan konuşmalardan biri olan “Bizim çocuk hep telefonla oynamak istiyor” lâfından sıyrılmak yerine, çocuklarımızın yaptıkları resimlere, söyledikleri şarkılara, kurdukları hayâllere saygı göstermek lazım değil midir?

Evet, saygı anahtardır ve hangi kapının önüne durursanız, o kapının kilit yuvasına uyar. Yeter ki aşındırmayalım, törpülemeyelim, kırmayalım!

Saygıya “maymuncuk” dememekte çok ısrar ettiğimin belki farkına varmışsınızdır. Özellikle kullanmak istemedim. Zira “anahtar” her yönüyle meşru iken, söz konusu aletin gayrimeşru hisler de barındırıyor olmasından çekindim. Öyle ya, saygı gibi meşruiyet var mı halk içinde?

Bugünlerde öyle muhtacız ki ona… Düşünebiliyor musunuz “saygı” konusunun psikolojik bir çerçevede değerlendirilerek psikiyatrik bir konu olarak işlendiğini? Evet, maalesef öyle! Allah yardımcımız olsun, ancak çözümün kaynağı önümüzde, evimizde, yurdumuzda… Sarılmadan geçmeyelim!