Savunma Sanayii’ni savunmak

Hangarda bulunan İHA ve SİHA’ların hepsini tek tek anlattı. Anlatırken dikkatimi celbeden şey, anlattığı her İHA ve SİHA’yı bir canlı gibi, bir insan gibi anlatması, tanımlamasıydı. Hangarın sonuna yaklaştık ve orada duran son SİHA’ya geldik. Yanında durdu. Onu da anlatmaya başlayacak, diye bekliyorduk. Önce bir dostun, bir evladın, bir ananın, bir babanın, bir kardeşin omzuna dokunur gibi ona dokundu. Sonra bir kelime konuşmadan burun kısmına sarıldı. Gurbetten dönmüş evladını sarılan bir baba gibi sarıldı. “Buna her gün böyle sarılıyorum” dedi usulca. Ve usulca ekledi: “Görevden yeni döndü…”

BİR ülkenin olmazsa olmazı, savunma sanayi şüphesiz. Türkiye bu gerçeği yeni yeni fark ediyor, öğreniyor, anlıyor. Savunma sanayiinin önemini ve elzemliğini bilenler, bugün olduğu kadar dün de vardı elbette. Ancak toplumsal olarak bu önemin boyutu çok doğru bir şekilde anlaşılır hâle geldi. Bunun anlaşılmaması ve bilinmemesi kendiliğinden olmadı şüphesiz. Görünmez bir el, bu konunun üstünü ipek şallarla örttü yıllarca.

Konunun daha net ortaya konması için Türkiye-ABD ilişkilerine hızlıca bir göz atmak yeterlidir. Bilindiği gibi Türkiye ile ABD arasında ilk askerî yardım faaliyetleri, ABD Kongresi’nin 11 Mart 1941 tarihli “Ödünç Verme ve Kiralama (Lend And Lease) Kanunu”nu kabul etmesiyle başlamıştır.[i]  

Bunun ardından ilk Türkiye- ABD Askerî Yardım Anlaşması, 23 Şubat 1945 tarihinde imzalanmıştır. Bu anlaşmanın ardından ABD ile yapılan ikinci anlaşma, 27 Şubat 1946 tarih ve 4882 sayılı yasayla onaylanan ABD’den 10 yıllık ve 10 milyon liralık kredi alımı anlaşması olmuştur[ii]. Anlaşmanın hazinemizde 245 milyon dolarlık dövizimizin olduğu bir dönemde yapılmış olması ve ABD’nin II. Dünya Savaşı nedeniyle naklettiği dünyanın değişik yerlerinde elinde kalan ve artık geri götürme maliyeti yüksek olan savaş artığı malzemelerin Türkiye tarafından alınması kapsamında olması ilginçtir.[iii]

O askerî malzemeler, Türkiye tarafından alınmamış olsa dahi yine de ABD’ye götürülmesi mümkün olmayan malzemelerdir. Anlaşmayı daha da ilginç kılan husus, ulusal güvenliğimize zarar veren ağır maddelerin içermesidir. Ne yazık ki süreçte, II. Dünya Savaşı sonrası SSCB’nin saldırgan tavrı, 1947 yılında İngiltere’nin ABD’ye Türkiye ve Yunanistan’a askerî yardım yapmayacağını bildirmesi, ABD askerî yardımlarının önünü açmıştır.  Bu aşamadan sonra Türkiye’ye yapılacak askerî yardımlar “Truman Doktrini” adı altında olmuştur. [iv] İlk etapta 30 Haziran 1948 tarihine kadar geçerli olmak üzere 100 milyon dolarlık yardım yapılması kararı alınmıştır. Karara istinaden yardım antlaşması, 12 Temmuz 1947 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır. Bu antlaşmanın dördüncü maddesinde, “ABD müsaade etmeden hiçbir madde ve malumatın mülkiyeti ve kullanma hakkı bırakılamayacaktır” yazmaktadır. Bu madde, 1964 Haziran’ında Kıbrıs’a bir askerî harekât gerçekleştirmek istediğimizde karşımıza çıkarılmıştır. Keza 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı esnasında da aynı şekilde karşımıza çıkarılmış ve askerî ambargoya istinat oluşturmuştur.[v] Kısacası Truman Doktrini, her ne kadar TSK’nın askerî teçhizatının modernize edilmesini sağlamışsa da teslim edilen malzemelerin onarımı ile yedek parça gereksinimlerinin sadece ABD’den temin edilebilmesi, yardımların gerçek değerinden fazlaya mal olmuştur. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin savunma sanayiinin dışa bağımlılığının adı “Truman Doktrini” olmuştur.[vi]

Bu ilişkinin son boyutu, Türkiye’nin S-400 savunma sistemini alması ile F-35 savaş uçağı projesinden çıkarılmasında yaşanmıştır. Gelinen noktada projeden çıkarılan Türkiye’ye yaptığı ödemeler de iade edilmemiştir. F-35 konusunda yaşananlar üzerine yorum yapmaya dahi gerek yoktur. 

Bir ülkenin her konuda dışa bağımlı olmaması önemlidir. Ancak ekonomik, ticarî ve sinaî ilişkilerde bu bağımsızlık çok da kolay olmamaktadır. Savunma sanayiinde dışa bağımlı olmamak, olmazsa olmazlık hükmündedir. Bu anlamda, dışa bağımlı olmayan savunma sanayiini kurmak, bağımsızlığın ve güçlülüğün en anlamlı işaretidir. Savunma sanayiini savunmak, turnosol kâğıdıdır. Kimin hangi ülkenin türküsünü söylediğini, kimin hangi ülke adına konuştuğunu anlamanın en kestirme yolu, savunma sanayiinde ortaya çıkar. 

Sayın Cumhurbaşkanımızın öncülüğünde savunma sanayiinde atılan adımlar, bu ülkenin geleceğinin güvencesi olmuştur. Bu noktada Savunma Sanayi’nin yeni stratejisinin; sürdürülebilirlik, yurt dışına bağımlılığın en düşük seviyede tutulması ve ürün ve teknoloji sahipliğinin olması son derece anlamlıdır. 

Savunma sanayiimizin SSTEK AŞ, MKE AŞ, ASFAT AŞ gibi kamu ve Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’na bağlı ortaklıklar ve iştirakler olan ASELSAN, TUSAŞ, ROKETSAN ve HAVELSAN gibi kuruluşlar ve özel sektör kuruluşlarından oluşması önemlidir. Atılan adımın boyutu, 2014 yılında 361 olan savunma ve havacılık ile ilgili toplam proje sayısının, Mayıs 2024 yılı itibariyle 1031’e ulaşmış olmasıyla görülmektedir. Aynı şekilde Türk Savunma Sanayii’nin 2014 yılında 5,1 milyar ABD Doları olan cirosunun 2023 yılı sonu itibariyle 15,072 milyar ABD Doları’na yükselmiş olması ve istihdamın 2023 yılı itibarıyla 100.000’leri aşmış olması da bir başka başarı göstergesidir. 

Bu başarının derinlerinde nasıl bir duygu var? Peki dışa bağımlı olmayan savunma sanayi, nasıl kurulur ve nasıl yüceltilir? Elbette kendisini ülkesine adayan, “önce ben” değil, “önce ülkem” diyen gönüllerle… O duyguya yaptığım şahitliği paylaşarak yazımı sonlandırayım: 

Hangarda bulunan İHA ve SİHA’ların hepsini tek tek anlattı. Anlatırken dikkatimi celbeden şey, anlattığı her İHA ve SİHA’yı bir canlı gibi, bir insan gibi anlatması, tanımlamasıydı. Hangarın sonuna yaklaştık ve orada duran son SİHA’ya geldik. Yanında durdu. Onu da anlatmaya başlayacak, diye bekliyorduk. Önce bir dostun, bir evladın, bir ananın, bir babanın, bir kardeşin omzuna dokunur gibi ona dokundu. Sonra bir kelime konuşmadan burun kısmına sarıldı. Gurbetten dönmüş evladını sarılan bir baba gibi sarıldı. “Buna her gün böyle sarılıyorum” dedi usulca. Ve usulca ekledi: “Görevden yeni döndü…”

Sözün bittiği yer burasıdır…

------------------

[1]Barkay, G. İ. (2001). Amerikan Diplomasisinde Türkiye, İstanbul: Büke Yay., s. 55.

[1] Tunçkanat, H. (1975). İkili Anlaşmaların İç Yüzüİktisadi, Askerî, Siyasi, 3. B., Ankara: Ekim Yay., s. 23.

[1] Tunçkanat, s. 28.

[1] Yunanistan ve Türkiye’ye Yapılacak Yardım Hakkında Kanun (Amerika-Türk Yardım Programı), (22 Mayıs 1947) (1948), (Çev.: Cenan Sahir Silan), Ankara: Genelkurmay Başkanlığı Yay., s. 22-27.

[1] Gevgilili,A. (1987). Yükseliş ve Düşüş, Ankara: Bağlam Yay., s. 58.

[1] Yetkin, Ç. (2003). Karşı Devrim 1945-1950, İstanbul: Otopsi Yay., s. 366.