SAVAŞ, dünyada istenecek en son şeydir. Belki de istenmeyecek tek şeydir. Eskiden cephe savaşları olurdu. Düşman orduları gidip bir ovada savaşırlar, biri diğerini yok edip zafer kazanırlardı. 20’nci yüzyılla birlikte bu savaş geleneği bitti. Çünkü sadece ordular savaşmıyor, cephe gerisindeki siviller de savaşın bir parçası olarak katlediliyor, şehirler ve ülkeler işgal ediliyor.
20’nci yüzyılda sivillerin hedef olmasının yanında, savaş her evde görünür hâle geldi. 1991 Körfez Savaşı’nda televizyonlar, ABD’nin Irak’a saldırılarını canlı olarak anında yayınladı. Öyle bir yayınladı ki, Irak’taki katliam ve yıkımlardan ABD değil de Irak diktatörü Saddam Hüseyin sorumlu tutuldu. Evlerinde yan gelip yatarak, televizyon izleyerek, Irak’taki katliamlardan ABD’yi değil de Saddam’ı lânetleyenler az değildir. Böylece kitle iletişim araçları ile insanları kandırmak, savaşın bir parçası durumuna geldi.
Besili sığırların önünde sonunda birilerine saldırması gibi ABD, Çin, İsrail ve Rusya gibi ülkelerin de ellerindeki gücü kullanabilecekleri savaşlar için bahane arama örnekleri görülmektedir. Şimdiye kadar çıkardıkları yerel ve bölgesel savaşlarla birlikte, savaş bölgesine istedikleri ayarları verdikleri gibi, ürettikleri savaş malzemelerini de bu sayede pazarlayıp satma fırsatı bulmaktadırlar.
ABD ve İngiltere gibi ülkeler, en çok ve en rahat savaş kararı alan ülkelerdir. Çünkü çıkardıkları savaşlar, okyanusun ortasındaki kendi ülkelerinin çok uzağında cereyan etmektedir. ABD ve İngiltere gibi ülkeler bu sayede savaş ateşinin uzağında hayatlarını sürdürmektedirler. Yalnızca cepheye gönderdikleri askerleri telef olmaktadır.
Ancak dünyayı kapsayacak muhtemel bir savaşta özellikle ABD karasının savaş ateşinin dışında kalması neredeyse imkânsızdır. ABD en yakın örnekleriyle Gazze, Afganistan, Irak, Vietnam ve Japonya’da yapıp ettiklerinin karşılığını elbette görecektir. Yaptıkları ile misliyle yüz yüze gelecektir. Bu durum tabiat kanunu gibidir ve kaçınılmazdır.
Bunun dışında, muhtemel bir dünya savaşında nükleer silahların kullanılması beklenmektedir. O silahların kullanılması, dünyayı bir daha geri dönülemeyecek bir sonuçla yüz yüze getireceği gibi, ABD, Çin, İngiltere, İsrail ve Rusya gibi eski suç ortakları da birbirlerine karşı kullanacakları nükleer silahlardan dolayı şimdiye kadar işleyegeldikleri savaş suçlarının bedelini ödemiş olacaklardır.
Böyle bir sonuç ortaya çıkar mı? Konunun uzmanı olarak bilinenlere göre, bir dünya savaşının son hazırlıkları yapılmaktadır ve bunun işareti olarak ülkeler arasında giderek bir kamplaşmanın olduğu vurgulanmaktadır. ABD’nin başını çektiği kampa karşı Rusya ve Çin’in liderlik ettiği bir diğer kamp, kendini tahkim etmektedir. Dünya bu iki kampın arasında paylaşılmış durumdadır. Şimdilik tarafsız olan ülkeler ise bir kamptan gördükleri tehdide karşı ister istemez diğer tarafa yönelmektedirler.
Savaşın çıkış yeri olarak İngilizlerin taktıkları ve bizlere de kabul ettirdikleri adla Orta Doğu bölgesi, neredeyse herkesin ittifak ettiği bir görüştür. Çünkü Yahudilerin, “Nil ile Fırat arası bize Tanrı tarafından vadedilmiş topraktır” diye kabul etmeleri, bunun sonucunda komşularına karşı tarifsiz bir vahşet uygulamaları işin dinî, siyâsî ve ideolojik temelini oluşturmaktadır.
Dünyanın en büyük sömürgeci gücü ABD ise zaten Siyonist lobinin oyuncağı durumundadır. Bu durum İsrail’i çevresine karşı daha saldırgan, daha vahşi ve daha çok işgalci hâline getirmektedir. 7 Ekim 2023’te Filistin Gazze’de savaş başladığında ABD’nin yanı sıra Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya gibi ülkelerin savaş gemileriyle birlikte Gazze açıklarında pusuya yatmaları sadece geçmişte Yahudilere karşı işledikleri suçun ezikliğinden değil, dünyayı ateşe verecek yeni bir savaşın bahanesini oluşturma isteğinden olmalıdır.
Özetle, dünya savaşının batı tarafı bu şekilde tamam ve hazırken diğer tarafı ne durumdadır?
Diğer taraf henüz ortada yok. İsrail’in önünde sonunda Lübnan’a ve oradaki Hizbüllah’a (Hizb) saldıracağı, buna karşılık Gazze’de olduğu gibi İran’ın bu saldırıya seyirci kalmayacağı, İsrail’e karşı ister istemez Hizb’in yanında, savaşın tarafı olacağı gibi görüşler makul değildir. İsrail’deki savaş suçlularının “Lübnan’ı taş devrine çeviririz” tehditlerini yapabilseler, Lübnan’da bir tek canlı bırakmasalar bile İran’ın ağıt yakmaktan öteye Lübnan’a uzanarak bu savaşa katılması, tecrübeler göstermiştir ki muhtemel değildir.
İran rejimi kırk yıldan beri sabah akşam Kerbelâ ve Kudüs dediği ve Kudüs’ün çevresi taş devrine döndürüldüğü hâlde olanları seyretmenin dışında ne yapmıştır? HAMAS’a yardım ettiği söylenmektedir ancak bu söylenti doğru olsa bile Gazze’yi taş devrine dönmekten kurtarabilmiş midir?
Üstelik o İran ki, yirmi yıldan beri Kudüs Gücü diye askerî birlik kurmuştur ancak o birlikler, Kudüs’ün yanı başında, Suriye’de, sosyalist Baas rejimi ayakta kalsın diye savaş suçu işlemeye, halkı katletmeye devam etmektedir. İsrail’in Gazze’de yaptıklarını İran’ın Kudüs Gücü adını verdiği işgalci birlikleri, Suriye’de fazlasıyla yapmaktadır.
Gazze için İran bir vekâlet savaşı verdiğinden Hizb’i ve Yemen’deki taraftarlarını harekete geçirmişse de İHA’larla İsrail’e saldırmakta oldukları gibi haberler, dikkat edilirse Filistin’in derdine derman olmamaktadır. İran bu savaşa doğrudan taraf olursa, bırakın nükleer tesislerini, kendi varlığını koruyabilmesi dahi şüphelidir. İranlı yöneticiler bunu tahmin ettikleri için olmalı ki, savaşa fiilen katılmak yerine uzaktan bazı yardım haberleri ve ağıt törenleriyle bu dönemi savuşturmaya çalışmaktadırlar.
Çin’in Tayvan adasını fiilen işgal etmesinin ABD müdahalesine yol açacağı ve böylece bir dünya savaşı çıkabileceği görüşü, savaşın Orta Doğu’da çıkacağı görüşüne göre daha makuldür. Çünkü Pasifik’te ABD’ye karşı duran devasa bir Çin vardır. Buna karşılık Orta Doğu’da ABD’ye karşı duran bir güç yoktur. Hizb ve benzeri örgütlerin ABD blokuna karşı bir güç olmayacakları açıktır. ABD o örgütleri zaten İsrail’e havale ederek her türlü desteği vermektedirler. ABD, Rusya’ya karşı Ukrayna’da yardımla yetinmiş, doğrudan taraf olmamıştır. Ukrayna aracılığı ile hem Rusya’yı oyalamış, hem de deyim yerindeyse Ukrayna’da Rusya’nın dişini tırnağını sökmüştür.
Ancak benzeri durum Çin-Tayvan başlığı için söz konusu değildir. İşte orada ortaya çıkacak bir savaş, kısa sürede dünya çapında bir felâketin başlangıcı olabilir.
Bazı kimselerin yeni bir dünya savaşının ayak seslerinden söz ettiği bu hengâmede Türkiye’nin durumu nedir?
Bir defa Türkiye, enerji kaynakları bakımından dışa bağımlıdır. Kendi kendine yeter durumda değildir. NATO üyeliği, zannedildiğinin aksine Türkiye’nin güvenliği için bir imkân değil, giderek derecesi artan bir tehdit durumundadır. 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminden sonra bazı değişiklikler olduysa da Türk Ordusunun NATO’dan, dolayısıyla ABD’den ne ölçüde bağımsız hareket edebileceği şüphelidir.
Son yıllarda savunma sanayiinde Türkiye’de görülen olumlu gelişmelerin bu alanda Türkiye’nin ihtiyaçlarını ne ölçüde karşılayabileceği de ayrı bir şüphe konusudur. Türkiye’nin hava savunmasını tahkim için ABD’den almaya çalıştığı savaş uçakları için yıllara yayarak gösterdiği çaba, savunma konusunda Türkiye’nin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek durumdan uzak olduğunu göstermez mi?
Savaş konusunda ne yapılması gerektiğini, şair Abdülhak Hamid Tarhan’ın dedesi olan Edip Hekimbaşı Abdülhak Molla’nın (1786-1854) ünlü vecizeleri açıklamıştır:
“Bu mesele ile bulur cümle düvel fevzü felah
Hâzır ol cenge eğer ister isen sulh ü salâh.”
(Bütün devletler kurtuluş başarısını bu ibretlik sözde bulur: ‘Şayet barış istiyorsan, savaşa hazır ol.’)
Barış isteyenlerin daha çok savaşa hazırlıklı olmaları icap eder. Çünkü savaş hazırlıkları düşmanlar için caydırıcıdır. Savaş hazırlıkları, bir ülkeyi yangın ateşinden koruyacak itfaiye hazırlığı gibidir. İtfaiye ne kadar hazırlıklı ise yangına karşı o ölçüde güven verici olur. Ülkelerin dostluğu ve düşmanlığı dönemin şartlarına göre değişse bile, Türkiye’nin dört bir tarafının düşmanla çevrili olduğu görüşünde bir hakikat payı vardır. Saldırı olabileceği ihtimâline göre hazırlıklı olanlar, bir saldırı olduğunda ne yapacaklarını bilirler ve kendilerini korurlar. Aksi hâlde onları düşmanın elinden kimse koruyamaz.
Türkiye’nin kendini koruyacak şekilde savunma sanayiini geliştirme çabasını bir sonuca bağlaması kadar, ABD ve Çin öncülüğünde dünyayı ateşe verecek bir savaş kamplaşmasının olabildiğince dışında kalması, kendi kendine yapacağı en büyük iyiliktir. Türkiye’nin kendisini ABD ya da Çin’in yanında savaşın içine atması, en büyük felâketi olur. Bu kadar büyük bir nüfus kütlesi ve yaşanan bu kadar badireden sonra Türkiye’yi koruyacak, savaş ateşinden uzak tutacak “kâht-ı ricâl”in olması gerekir.
Türkiye, Rusya-Ukrayna Savaşı’nda tarafsız kalması örneğinde olduğu gibi, muhtemel bir bölge ya da dünya savaşında tarafsız kalmayı başarırsa, kendisini savaşın yıkımından koruyacağı gibi, ortaya çıkması muhtemel olan fırsatlardan dolayı ekonomisini büyüterek, iç sorunlarını çözebileceği fırsatları da değerlendirebilir.
Türkiye uzun zamandan beri Irak ve Suriye’ye yapmak zorunda kaldığı askerî harekâtlar nedeniyle bir çeşit fiilî savaş durumuyla can ve mal kayıpları yaşamaktadır. Daha büyük ölçekli bir savaşın dışında kalmak, Türkiye için olabilecek en iyi çözüm yoludur. Şartların gerekli kılması hâlinde elbette savaşılır. Ancak böyle bir durum yokken, “barış, her zaman hayırlıdır”.