
İki
şey ve insanın özellikleri
İNSANLIK târihine
bakıldığı zaman temelde şu iki şeyin mutlaka olduğunu görmekteyiz: Bunlardan
bir tânesi savaşlar, diğeri de medeniyetlerin inşâsı.
Bu
mânâda insanlık târihi için “Savaşların ve medeniyetlerin târihi” dersek
sanırım pek yanlış olmaz. Bu her iki olgunun da öznesi/faili, sahip olduğu
vasıfları itibariyle bizâtihi insanoğlunun kendisidir. İnsanoğlu medeniyet
kurar, çünkü akıllı ve zeki bir varlıktır. Bu aklı ve zekâsıyla çevresini
sürekli olarak etkiler ve değiştirir. Her zaman yeni şeyler yapmak ister. Merak
duygusuyla eşyayı (varlığı) keşfetmeye ve onun tabiatına nüfuz ederek varlığı
anlamaya ve tanımaya çalışır. Bu duygu sayesinde gelişen ve değişen
ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli çalışır ve yeni şeyler üretir. Böylece
medeniyetlerin inşâsına katkıda bulunur. Kesintisiz olarak bu süreç böyle devam
eder gider.
Diğer
yandan, yine kendisinde bulunan vasıflar itibariyle yeryüzünde sürekli olarak
fesat çıkarır, kavga eder, çatışır ve savaşların çıkmasına sebep olur. Bu durum
da kesintisiz olarak ilk günden bugüne böyle devam eder gelir. Öyle ki,
insanoğlunun bu özelliği, daha kendisi yaratılmadan önce “İlâhî gündem” ile
toplanan “meclis”te gündeme gelmiş, görüşülmüş ve karara bağlanmıştır.
Karar nedir? “İnsanoğlu yaratılacaktır”. Alınan karar uygulanmaya konulmuş
ve “insan” denilen varlık yaratılmıştır.
“Meclis” gündemindeki
konunun görüşülmesiyle ilgili olarak melekler itiraz eder ve muhalefet şerhi
koyar gibi olmuşlar ama son karar sahibi son noktayı koymuş, melekler de baş
eğmekten başka bir şey yapamamışlardır. “Meclis”teki görüşmelerde
meleklerin itiraz etmeye çalıştığı nokta, Kur’ân diliyle şöyle anlatılır: “Hani
Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. Onlar,
‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz Sana
hamd ederek daima Seni tesbih ve takdis ediyoruz’ demişler, Allah da, ‘Ben
sizin bilmediğinizi bilirim’ demişti.” (Bakara Sûresi, 30’uncu âyet,
Diyânet İşleri Meali, Yeni)
İşte
bu gerçeklikten hareketle diyebiliriz ki, insan eliyle insanlık târihi aynı
zamanda savaşların, çatışmaların, kan dökmelerin, fitne-fesat çıkarmaların da
târihidir. Hatta ilk çatışma, ilk insan olan Âdem’in çocukları arasında cereyan
etmiş ve Kâbil’in Hâbil’i öldürmesiyle ilk kan toprağa dökülmüştür. O gün
bugündür insanlar sürekli olarak birbirlerinin kanını dökmekte ve yapılan
savaşlarda nice acılar yaşanmaktadır.
Göçler
ve yaşanan dramlar
Târihte
yapılan savaşlara bakıldığı zaman, zamanın savaş şartlarına ve ölçeklerine göre
insanlar kitleler hâlinde yerlerini değiştirmişler, yurtlarından ve
vatanlarından olmuşlar, canlarını kurtarmak için her şeylerini arkalarında
bırakarak bilinmedik diyarlara ve meçhul bir geleceğe doğru göç etmek zorunda
kalmışlardır. Bu zorlu ve zorunlu göç yolculuğunda nice acılar yaşanmış, nice gözyaşları
dökülmüş, nice bedeller ödenerek ölümlerle yüz yüze gelinmiştir.
Firavun’un
zulmünden kaçan Benî İsrâil kavminin göçü, tarihteki Kavimler Göçü, Cengiz
Han’ın zulmünden kaçan insanların göçü, Rasûl zamanında müşriklerin baskısından
bunalan bir grup Müslümanın Habeşistan’a göçü, yine muhacirlerin Mekke’den
Medine’ye göçü, Haçlıların zulmünden kaçan insanların göçü, Stalin’in zulmünden
kaçan Kafkas halklarının göçü, İsrail’in zulmünden kaçan Filistinlilerin göçü,
Orta Doğu halklarının kendi ülkelerindeki diktatörlerin zulmünden kaçarak
yaptıkları göçler, sömürgeci Amerika ve Avrupa devletlerinin ülkeleri işgâli
yüzünden gerçekleşen göçler, en sonunda da Afganistan’da, Suriye’de,
Ukrayna’daki savaşlar ve iç çatışmalar yüzünden milyonlarca insanın ülkelerini
terk ederek göçmen durumuna düşmeleri… Yazık, yazık, çok yazık!
Ülkelerini
yöneten liderlerin hırsları, kinleri, azgınlıkları, sapkınlıkları, güç
tutkuları, güce tapmaları, saltanat sevdaları, diktatörlük yapıları,
sömürgecilik anlayışları, Narsisist özellikleri ve kişisel hırsları yüzünden mâsum
insanlar, mazlum milletler, savunmasız insanlar, sivil vatandaşlar, kadınlar,
kızlar, çocuklar, yaşlılar ne hâle geliyorlar ve nice acılara, zulümlere dûçar
oluyorlar. Yapılan bu kirli savaşlar yüzünden göçmen durumuna düşen bu insanlar,
gittikleri yerlerde nice tehlikelerle karşı karşıya kalıyorlar. Mülteci
kamplarında gördükleri eziyetler, denizlerde boğulmalar, yollarda telef
olmalar, insan kaçakçılarının kucağına düşmeler, çocuk ve kadın ticareti,
tecâvüzler, şiddete mâruz kalmalar, açlık, susuzluk ve daha bir sürü dram…
Gittikleri
ülkelerin dilini bilmiyorlar. Yabancı düşmanlığı ve ırkçı saldırılara mâruz
kalıyorlar. İş yok, güç yok. İş bulsalar bile son derece kötü şartlarda ve ucuz
iş gücü olarak kullanılıyorlar. Sağlık sigortaları yok. Dengeli beslenmeleri yok.
Çocuklarının eğitimi ayrı bir sorun ve vatandaşlık almaları bir hayli zor. İşte
bütün bu sorunların yaşanmaması için bu kirli savaşların olmaması gerekiyor.
Ama ne yazıktır ki, temas etmeye çalıştığım tüm sebeplerden, ülkelerini yöneten
liderlerin tutum ve davranışlarından, “insan” denilen varlığın temel
karakterinden ve târihî realitelerden dolayı, biz istemesek de savaşlar yine
olacak ve devam edecektir.
Yine
göçler olacak, yine acılar yaşanacak ve insanlık yine göç hâdiseleri ve nice
insanlık dramlarıyla karşı karşıya kalacak maalesef! İnsanoğlu yeryüzünde
yaşadığı müddetçe, bu kısır döngü kıyâmete kadar hep böyle devam edip gidecektir
ne yazık ki!