Savaşlar ve göçler

Gittikleri ülkelerin dilini bilmiyorlar. Yabancı düşmanlığı ve ırkçı saldırılara mâruz kalıyorlar. İş yok, güç yok. İş bulsalar bile son derece kötü şartlarda ve ucuz iş gücü olarak kullanılıyorlar. Sağlık sigortaları yok. Dengeli beslenmeleri yok…

İki şey ve insanın özellikleri

İNSANLIK târihine bakıldığı zaman temelde şu iki şeyin mutlaka olduğunu görmekteyiz: Bunlardan bir tânesi savaşlar, diğeri de medeniyetlerin inşâsı.

Bu mânâda insanlık târihi için “Savaşların ve medeniyetlerin târihi” dersek sanırım pek yanlış olmaz. Bu her iki olgunun da öznesi/faili, sahip olduğu vasıfları itibariyle bizâtihi insanoğlunun kendisidir. İnsanoğlu medeniyet kurar, çünkü akıllı ve zeki bir varlıktır. Bu aklı ve zekâsıyla çevresini sürekli olarak etkiler ve değiştirir. Her zaman yeni şeyler yapmak ister. Merak duygusuyla eşyayı (varlığı) keşfetmeye ve onun tabiatına nüfuz ederek varlığı anlamaya ve tanımaya çalışır. Bu duygu sayesinde gelişen ve değişen ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli çalışır ve yeni şeyler üretir. Böylece medeniyetlerin inşâsına katkıda bulunur. Kesintisiz olarak bu süreç böyle devam eder gider.

Diğer yandan, yine kendisinde bulunan vasıflar itibariyle yeryüzünde sürekli olarak fesat çıkarır, kavga eder, çatışır ve savaşların çıkmasına sebep olur. Bu durum da kesintisiz olarak ilk günden bugüne böyle devam eder gelir. Öyle ki, insanoğlunun bu özelliği, daha kendisi yaratılmadan önce “İlâhî gündem” ile toplanan “meclis”te gündeme gelmiş, görüşülmüş ve karara bağlanmıştır. Karar nedir? “İnsanoğlu yaratılacaktır”. Alınan karar uygulanmaya konulmuş ve “insan” denilen varlık yaratılmıştır.

“Meclis” gündemindeki konunun görüşülmesiyle ilgili olarak melekler itiraz eder ve muhalefet şerhi koyar gibi olmuşlar ama son karar sahibi son noktayı koymuş, melekler de baş eğmekten başka bir şey yapamamışlardır. “Meclis”teki görüşmelerde meleklerin itiraz etmeye çalıştığı nokta, Kur’ân diliyle şöyle anlatılır: “Hani Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. Onlar, ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz Sana hamd ederek daima Seni tesbih ve takdis ediyoruz’ demişler, Allah da, ‘Ben sizin bilmediğinizi bilirim’ demişti.” (Bakara Sûresi, 30’uncu âyet, Diyânet İşleri Meali, Yeni)

İşte bu gerçeklikten hareketle diyebiliriz ki, insan eliyle insanlık târihi aynı zamanda savaşların, çatışmaların, kan dökmelerin, fitne-fesat çıkarmaların da târihidir. Hatta ilk çatışma, ilk insan olan Âdem’in çocukları arasında cereyan etmiş ve Kâbil’in Hâbil’i öldürmesiyle ilk kan toprağa dökülmüştür. O gün bugündür insanlar sürekli olarak birbirlerinin kanını dökmekte ve yapılan savaşlarda nice acılar yaşanmaktadır.

Göçler ve yaşanan dramlar

Târihte yapılan savaşlara bakıldığı zaman, zamanın savaş şartlarına ve ölçeklerine göre insanlar kitleler hâlinde yerlerini değiştirmişler, yurtlarından ve vatanlarından olmuşlar, canlarını kurtarmak için her şeylerini arkalarında bırakarak bilinmedik diyarlara ve meçhul bir geleceğe doğru göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu zorlu ve zorunlu göç yolculuğunda nice acılar yaşanmış, nice gözyaşları dökülmüş, nice bedeller ödenerek ölümlerle yüz yüze gelinmiştir.

Firavun’un zulmünden kaçan Benî İsrâil kavminin göçü, tarihteki Kavimler Göçü, Cengiz Han’ın zulmünden kaçan insanların göçü, Rasûl zamanında müşriklerin baskısından bunalan bir grup Müslümanın Habeşistan’a göçü, yine muhacirlerin Mekke’den Medine’ye göçü, Haçlıların zulmünden kaçan insanların göçü, Stalin’in zulmünden kaçan Kafkas halklarının göçü, İsrail’in zulmünden kaçan Filistinlilerin göçü, Orta Doğu halklarının kendi ülkelerindeki diktatörlerin zulmünden kaçarak yaptıkları göçler, sömürgeci Amerika ve Avrupa devletlerinin ülkeleri işgâli yüzünden gerçekleşen göçler, en sonunda da Afganistan’da, Suriye’de, Ukrayna’daki savaşlar ve iç çatışmalar yüzünden milyonlarca insanın ülkelerini terk ederek göçmen durumuna düşmeleri… Yazık, yazık, çok yazık!

Ülkelerini yöneten liderlerin hırsları, kinleri, azgınlıkları, sapkınlıkları, güç tutkuları, güce tapmaları, saltanat sevdaları, diktatörlük yapıları, sömürgecilik anlayışları, Narsisist özellikleri ve kişisel hırsları yüzünden mâsum insanlar, mazlum milletler, savunmasız insanlar, sivil vatandaşlar, kadınlar, kızlar, çocuklar, yaşlılar ne hâle geliyorlar ve nice acılara, zulümlere dûçar oluyorlar. Yapılan bu kirli savaşlar yüzünden göçmen durumuna düşen bu insanlar, gittikleri yerlerde nice tehlikelerle karşı karşıya kalıyorlar. Mülteci kamplarında gördükleri eziyetler, denizlerde boğulmalar, yollarda telef olmalar, insan kaçakçılarının kucağına düşmeler, çocuk ve kadın ticareti, tecâvüzler, şiddete mâruz kalmalar, açlık, susuzluk ve daha bir sürü dram…

Gittikleri ülkelerin dilini bilmiyorlar. Yabancı düşmanlığı ve ırkçı saldırılara mâruz kalıyorlar. İş yok, güç yok. İş bulsalar bile son derece kötü şartlarda ve ucuz iş gücü olarak kullanılıyorlar. Sağlık sigortaları yok. Dengeli beslenmeleri yok. Çocuklarının eğitimi ayrı bir sorun ve vatandaşlık almaları bir hayli zor. İşte bütün bu sorunların yaşanmaması için bu kirli savaşların olmaması gerekiyor. Ama ne yazıktır ki, temas etmeye çalıştığım tüm sebeplerden, ülkelerini yöneten liderlerin tutum ve davranışlarından, “insan” denilen varlığın temel karakterinden ve târihî realitelerden dolayı, biz istemesek de savaşlar yine olacak ve devam edecektir.

Yine göçler olacak, yine acılar yaşanacak ve insanlık yine göç hâdiseleri ve nice insanlık dramlarıyla karşı karşıya kalacak maalesef! İnsanoğlu yeryüzünde yaşadığı müddetçe, bu kısır döngü kıyâmete kadar hep böyle devam edip gidecektir ne yazık ki!