Savaş mı var dediniz, sakın katliam olmasın?

Dehşet verici başka bir açıklama İsrail Kültür Bakanından: “Gazze’ye nükleer bomba atılması olasılıklardan biri. Filistinliler Gazze’yi boşaltsınlar. Ya çöle gitsinler ya da İrlanda’ya!”

UNUTUN “insanlık” adına tekrarlanan tüm ezberlerinizi. Aynalara yansıyan sunî görüntülere duyduğunuz hayranlığın omuzuna dokunun, ayıltın efsunlanmış bakışlarınızı. Dilimize tutuşturulan kavramları şerbete bandırarak yedirenlerin lokmalarını ağzınızdan çıkarıp atın.

“Çocuk” denildiğinde “gelecek, masumiyet” gibi kavramlar üzerinden söylemler geliştirip projeler tasarlayan o kokuşmuş zihniyetlerin, gözünün ve teninin rengine göre kategorize ettiğini anlayın artık!

Anlayın “kadın” denildiğinde amacın sosyal eşitlik ve toplumsal statü gibi afili birer gayya kuyusu olduğunu. Sana bana öğrettikleri “hümanist” (!) kavramların altına kurulan cümlelerin gerçek olmadığını ve bizi kastetmediğini kabul edin artık!

Uyanın asırlık uykudan!

Tutun yakalarınızdan, örseleyin kendinizi henüz vakit varken. Gözümüze sokarak tarumar ettikleri düzenlere rağmen hâlâ dünya ve insanlık adına attıkları nutuklara kulaklarınızı tıkayın. Unutun; çünkü “Batı”, kavramları (hak, hukuk, adalet, insan hakları) önce tanımlayıp sonra dünyaya pazarlarken Filistin’e alenî soykırım yapan İsrail’e koşulsuz verdiği destekte bu kavramların hiçbirini hatırlamıyor.

Unutun; çünkü fosfor bombası kullanacak kadar insanlıktan çıkmış ideolojiye ikaz veya yaptırım uygulamayı bir kenara bırakıp aksine bu vahşetin üstünü örterek Müslüman kanıyla beslenen barbar zihniyetlerin ittifakı kör gözümüze parmak sokuyor. O “adil” ve “medenî” (!) Batı, Rusya-Ukrayna Savaşı’nda Rusya’ya uygulanacak yaptırımları arka arkaya dünyaya ilân ederken dillerinde “insan hakları” veya “sivil halkların hedef alınması” türevindeki cümlelerde tüm kavramlar yerli yerine oturuyordu.

1948’de kurulduğu günden itibaren Filistin’in topraklarında yavaş yavaş ilerleyen İsrail, dünyaya meydan okuyan tavrıyla bir devlet olmaktan ziyade yıllardır bir sokak çetesini aratmayacak eylemlerin altına imzasını atıyor. Gözü dönmüş Siyonist terörün saldırıları hırsın ve hıncın tezahüründen başka nasıl ifade edilir, bilemiyorum. O topraklarda yaşananları “savaş” kelimesiyle değil, sadece ve sadece “ölüm ablukası” tanımlamasıyla izah edebiliriz ancak.

Orta Doğu coğrafyasında Müslüman devletlerin etrafını çevrelediği tampon bir bölgeye İngiliz güdümüyle konumlandırılmış olan Siyonist Yahudi devleti İsrail, arkasına aldığı Batı’nın gaddar gücüyle vahşi bir yaratık gibi kıyım yapıyor. Bunu dayandırdığı en önemli sebepleri ise dinî argümanlar üzerine oturtulmuş ideolojik hayâlleri. Yıllardır güney sınırımızda cereyan eden olayların tamamı da bu hedef üzerine tasarlanmış plânlardan başkası değildi zaten.

“Arz-ı Mev’ud” (vaat edilmiş topraklar), sözde Büyük İsrail Devleti’ne hazırlanma gayreti. Nil ve Fırat nehirleri arasındaki toprakları içine alan bu ideoloji, yıllardır Orta Doğu’daki devletleri parçalayıp etnik köken ve mezhep (Şii -Sünni) ayrılıkları üzerinden çatışmalar körükledi. “Arap Baharı” adıyla başlayan, İngiliz usulü “Böl, parçala, yönet” uygulamasıyla istikrarsızlaştırılan devletlerin topraklarına illegal yapılar konumlandırıldı. Bu örgütler fonlanırken maksat her ne kadar petrol rezervleri ve coğrafyanın doğal kaynaklarını sömürmek olsa da asıl hedef Siyonizm’in teolojik kaynaklı hayâllerini gerçekleştirmek amacını taşıyordu. Bu hayâl için bir adım ileride Türkiye vardı. Türkiye’nin bölgenin üniter yapısını koruyarak büyüme ivmesi gösteren en güçlü devleti olması, Evanjelist ve Siyonist çetenin plânlarının önündeki tek büyük engel olarak daima varlığını koruyor. Bu sebeple gerek Akdeniz, gerekse Ege sularında sık sık yükselen tansiyon, güney sınırımızda fonlanan PKK terör örgütü, ülke içinde organize edilen provokatif ayaklanmalar ve hain kalkışmaların tamamı, parçalanmış bir Türkiye ile menzile varma hedefi uğruna sarf edilen eforun tam da kendisi!

Dünya ve ahiret hayatını kendi aralarında pay eden Hıristiyanlar ve Yahudiler, kilitlendikleri doğrular uğruna yeryüzünü ifsat etmekten asla imtina etmediler. Bugün plânlarını hayata geçirmek için ödettikleri bedel masum ve mazlumların figanı olarak arşı titretirken; elimizden hiçbir şey gelmiyor oluşunun ıstırabı, kahrı, öfkesi ve kederiyle özgür Filistin için dualarımızla kalplerimize ferahlık verirken, bu katliamdan kulaklarımıza sızan şu açıklamaları asla unutmayın:

1. Filistin Millî Eğitim Bakanlığı bir açıklama yapıyor: “İsrail’in katliam saldırılarında çok sayıda çocuğun şehit olması nedeniyle 2023-2024 eğitim öğretim yılı sonlandırılmıştır.”

2. Bir başka açıklama İsrail’de 43 hahamdan geliyor: “Şifa Hastanesinin bombalanabileceği dinî açıdan caizdir.”

3. Dehşet verici başka bir açıklama İsrail Kültür Bakanından: “Gazze’ye nükleer bomba atılması olasılıklardan biri. Filistinliler Gazze’yi boşaltsınlar. Ya çöle gitsinler ya da İrlanda’ya!” (Bu açıklamanın üzerine ABD donanmasından bir nükleer denizaltı yola çıktı.)

4. ABD başta olmak üzere Batı, 360 kilometrekarelik Gazze topraklarına hapsedilen Filistinlilerin İsrail Devleti tarafından insanî tüm duygulardan arınmış bir hâlde katledilmelerine, “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır” şeklindeki ifadesiyle destek çıktı. Tarihe bir çok perspektiften not edilmesi gereken bir söylem olarak bu çıkış, tüm zamanda ve hafızalarda yerini aldı.

Yapılan bu açıklamaların her biri akla zarar bir düzlemde. Su, elektrik, yakıt, gıda malzemeleri ve ilaç girişinin İsrail tarafından yasaklandığı Gazze Şeridi’nde her dakika onlarca insan can veriyor. Kül rengi çocuklar, korkunun koynuna başını yaslamış hâlde çarpan yürekleri için masum bir cümleye muhtaç titriyorlar. Anneler sabrın sancısıyla kıvranırken, babalar naçar hâllerini Rablerinden gelecek bir zafer inancıyla teselli ediyorlar. Gazze’de insanlar imanın göğüslerden taşıp tüm azâlarıyla beraber haykırışını yaşarken, İslâm âlemi yaptığı nefsî muhasebeden elinde kalan hicapla kızaran yüzünü seyrediyor şimdi.

Tahrif edilmiş kitaplarından icazet alan bu azgın kavim, çok değil, 65 yıl önce aynı vahşetin kahramanı olmuştu oysa. Bugün onları sürgün ederken dahi ölüm yolculuğu yaptırtanlar, Yahudilerden daha Yahudi, Siyonistlerden daha stratejist davranır oldular. Evet, Batı’nın yaptığı mezalime böylesi öfke besleyip dilimizle ah, kalbimizle buğz ederken, çocukların ve kadınların katledildiği, hastane ve sığınakların bombalandığı bu dengesiz güç gösterisinde “İslâm ülkeleri ne yapıyor?” sorusu öncelikli olarak akla gelenlerden. “Kınama” kelimesinin etrafında kurulan birkaç ihtiyaç savacak cümle ile olaya dâhil olma hissi yaşayan manda zihniyetli liderlerin yanı sıra Suudi Arabistan, büyük bir eğlence merkezinin açılışında raks ederek eğleniyor maalesef.

Ortak paydaları altında demir bir yumruk olmuş küfrün ittifakı. Uluslararası savaş hukuku ihlâlinin yanı sıra yapılan soykırımı meşru bir hak olarak gören Batı’ya karşı koskoca İslâm âleminin gölgesi perdeye dahi yansımıyor. İşe evvelâ kendi ahvalimizden başlamalıyız sanırım. Batı’nın bu kadar muhasebesini yaparken Müslüman kimliğimizle oluşturamadığımız birliğimizi, takınamadığımız mümin tavrı hesaba çekmeliyiz önce. Çocuklarımıza millet bilincinin yanı sıra ümmet bilincini de veremediğimiz, Kudüs’ün manevî cihetten mânâsını aktaramadığımız için bugün “Ama topraklarını sattılar” algısıyla karşımıza çıkmalarını sorgulamalıyız önce.