
BOSNA-Hersek’teki Osmanlı varlığını ve Bosna’nın o anki durumunu ele alan geniş bir çalışma için Ajanda Yayınlar Grubu’ndan bir heyet ile yıllar önce Bosna’ya gitmiştik.
Burada Bosna’nın efsanevî lideri Aliya İzzetbegoviç’in en yakınlarından biri olan Eski Bosna-Hersek İçişleri Bakanı Yusuf Puşina ile bir röportaj yapmıştım. Puşina röportaj sırasında hiç unutamadığım bir cümle sarf etmişti.
Puşina, “Savaştan önceki gibi yaşıyor olsaydık, sadece isimlerimiz İslâmî kalırdı. Ama yaşantımız İslâmî olmazdı. Camiler de dolu olmazdı. Ama şimdi camiler ve mektepler dolu. İslâm, savaştan sonra tam anlamıyla geri döndü. Miloşeviç İslâmî şuurun dirileceğini bilseydi, Bosna Savaşı’nı başlatmazdı” demişti.
Bosna’daki bu çalışma sırasında görüştüğümüz başka kişiler de benzer ifadeler kullanmıştı. Hatta savaş sırasında ailesini kaybeden ve büyük acılar çeken bir Boşnak kadın, savaştan önce çok iyi ilişkilerinin olduğu Sırp komşularının savaştan sonra onlara acımasızca davrandığını, onları öldürenlerin ve istismar edenlerin, aslında savaş öncesi iyi ilişkiler içerisinde olduğu Sırp komşuları olduğunu, savaşın ilk döneminde Sırp komşularının kendilerine neden kötü davrandıklarını ve kendilerini neden öldürdüklerini anlayamadıklarını belirterek, “Ama sonradan idrak ettik ki, bizleri öldürmelerinin, istismar etmelerinin tek nedeni bizlerin Müslüman olmasıydı” demişti.
Savaş sırasında topraklarını terk eden ve savaş sonrası evine geri döndüğünde arazisine kilise yapıldığını gören ve kilisenin kaldırılması için 22 yıl hukuk mücadelesi veren, bu süreçte kötü muamele görse de buna direnen, kilise kaldırılmasın diye milyonlarca avro teklif edilen ama bu tekliflerin hepsini reddeden Fatma Orloviç (Fato Orloviç) de bu mücadelesiyle Bosna’da sembol isimlerden biri olmuştu.
Yani Puşina’nın sözünü ettiği bilinç, Bosna Savaşı sırasında Boşnaklarda fazlasıyla oluşmuştu. Savaş sonrasında ise bu bilinç güçlenerek devam etmişti.
Direnişin kırılamamasının arkasındaki bilinç
Savaş, en nihayetinde şiddet, yıkım ve ölüm demek. Fakat yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, savaşın bir bilinç oluşturduğu da aşikâr. Bu bilinç, dinî bir bilinç olmayabilir. Bu bilinç, Azerbaycan-Ermenistan Savaşı’nda olduğu gibi milliyetçi bir bilinç de olabilir. Ama en nihayetinde savaşın bu tür bir psikolojik yönü var.
Filistin yıllardır işgal altında. İsrail hiçbir insanî ve vicdanî hassasiyet taşımadan, uluslararası hukuku yok sayarak ve BM kararlarını tanımayarak işgale devam ediyor. Ama işgal devam ettikçe Filistin’deki dinî ve milliyetçi bilinç de o denli artıyor.
İsrail şiddetin dozunu artırdıkça Filistin’deki direniş o denli dirileşiyor. Bu nedenle İsrail, son teknolojilerle donatılmış silahlar ve yüz binlerce askere rağmen başta Gazze olmak üzere Filistin’deki direnişi kıramıyor. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre İsrail işgaline direnenlerin önemli bir kısmı, İsrail işgali sürecinde anne ve babalarını kaybeden Filistinli yetim ve öksüzlerden oluşuyor. Doğru mu bilemiyorum ama yine kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Gazzeli yetimlerden oluşan direniş güçleri, kendilerini “Mekkeli bir Yetimin dâvâsını Gazzeli yetimler kazanacak” mottosuyla anlatıyorlar.
Bu yetim ve öksüzler ve onlardaki bu bilinç var olduğu müddetçe, İsrail, Filistin’deki direnişi kıramayacaktır.